Nokta dergisinin 14 Nisan 2007’de askeri mahkeme kararıyla basılıp aranmasıyla ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) genel yayın yönetmeni olarak benim ve beş Nokta çalışanının açtığı dava, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mahkûmiyetiyle sonuçlandı.
Mahkemenin kararında, gazetecilerin ifade özgürlükleri, kaynaklarını gizleme hakları, suç teşkil eden ya da kamusal önemi olan gizli bilgileri ifşa etmeleri gibi geleneksel sayılabilecek başlıklarla ilgili olarak önceki kararlarında bildiğimiz özgürlükçü yorumlar yineleniyor. Fakat AİHM, bunların dışında, devlet alanından bilgi sızdıran kamu görevlilerinin (whistle-blowers) korunması gibi yeni ve tartışmalı bir başlıkla ilgili olarak da önemli vurgular içeriyor.
Ben bu yazıda AİHM kararındaki “geleneksel” vurguları atlayacak, “sızdırıcılar”la ilgili vurgu üzerinde duracağım. Çünkü kararın bu yanı, özellikle WikiLeaks’ten sonra üzerinde geniş bir tartışma yürütülen “sızdırma habercilik”le ilgili çok önemli bir hukukî içtihad niteliğinde.
Parantez: Nokta, Darbe Günlükleri nedeniyle basılmamıştı
Konuyu tartışmaya başlamadan önce küçük bir düzeltme yapmalıyım: Nokta dergisinin bir askeri mahkeme kararıyla basılıp üç gün boyunca aranmasının nedeni, birçok habere yanlış bir biçimde yansıdığı gibi Darbe Günlükleri değildi. Dergi, bir Genelkurmay belgesinin sızdırılıp yayımlanmasıyla ilgiliydi. Bu yanlış en başından beri yapılıyor, ben defalarca düzelttim, fakat görüyoruz ki meslektaşlarımız bu yanlışı bir türlü düzeltmiyorlar. Nitekim, AİHM’nin kararında Darbe Günlükleri’nden hiç söz edilmediği halde aynı yanlış, karardan sonraki haberlerde de yinelendi.
Nokta’ya taş, WikiLeaks’e gül!
Devlet kaynaklarından sızdırılan belgelerin yayımına dayanan habercilik, WikiLeaks’in bütün dünyayı sarsan gazetecilik performansından sonra büyük bir tartışmanın konusunu oluşturdu. Gerçekte ise sızdırma habercilik, her zaman gazetecilik mesleğinin meşru bir parçası olageldi. Dolayısıyla, gazeteciliğin kamusal bir görev addedildiği ülkelerde sızdırma habercilikten söz ederken bizdeki pejoratif imâlara hiç başvurulmaz. Oralarda bu gazetecilik pratiği gayet saygın bir iştir.
Nokta’nın, AİHM’deki davaya konu olan haberi ve benzer haberleri o zamanlar bazı çevreler tarafından hep yukarıda işaret ettiğim pejoratif imâlar eşliğinde değerlendirilmişti. Bu çevreler, ondan birkaç yıl sonra WikiLeaks’in sızdırma haberlerine gül göndermiş, böylece kendi kendileriyle çelişkiye düşmüşlerdi. Her zamanki çifte standart!
Geleneksel medya sır ifşasından uzaklaşırken…
Devlet kaynaklarından sızdırılan haberlere dayalı gazeteciliğin neden giderek önem kazandığını anlayabilmek için, geleneksel medyanın her gün biraz daha fazla devletlerin denetimi altına girdiği gerçeğini gözardı etmemeliyiz.
Gazetecilik faaliyeti elbette muhtelif boyutları olan bir meslek… Bu anlamda magazin de, eğlence-eğlendirme de gazeteciliğin meşru parçaları. Fakat kendisini “ciddi” diye tanımlayan gazeteciliğin özünün “sır ifşa etmek” olduğunu sanırım hepimiz kabul ederiz.
Peki, bu öz nereden kaynaklanır? Yine hepimizin bildiği gibi dünyanın bütün devletleri, bütün orduları, bütün şirketleri, hâsılı bütün güç odakları yönetilenlerden, yurttaşlardan bir şeyler gizlemek ister. Çünkü bu onlara iktidar sağlar. Bilgi, iktidardır. Sizin bildiğiniz her şeyi sizin yönettiğiniz kişiler de biliyorsa sizin iktidarınız gerçek bir iktidar değildir.
Demokratik ülkelerde medyanın yasama, yürütme ve yargıdan oluşan üç siyasi güç odağı karşısında “dördüncü kuvvet” olarak konumlanması, esasen, medyanın buralarda biriken sırları deşifre etmesine yönelik beklentiyi ifade eder. Bu rolün hayati önemde olduğunu vurgulamam sanırım gereksiz: Yurttaşlar, kendilerini yönetenlerin siyasetleriyle ilgili olarak gerçek bilgilere sahip olmalılar ki onları denetleyebilsinler… Böylece kendi hayatlarına ilişkin kararların oligarşik bir iktidar eliti tarafından alınmasını engelleyebilsinler… Medyanın “sır ifşa etme” fonksiyonu işte bu kadar hayatidir. Fakat problem şurada ki, bu beklenti giderek karşılığı olmayan bir beklenti görünümüne bürünüyor. Gazeteciler bu fonksiyonlarını giderek unutuyorlar, kendilerini, görevleri okurlara hoşça vakit geçirtmek olan “sitcom” figürleri derekesine indiriyorlar.
Olta balıkçılığından ağ balıkçılığına…
Geleneksel medyanın ve geleneksel gazetecilerin bu hale gelmesinde, ülkelere ve dünyaya hükmeden güç odaklarının, yurttaşları siyasetin aktif özneleri olarak görmek istememelerinin de büyük payı var. Onlar, kendi hayatları üzerine düşünmeyen, sadece çalışan ve tüketen; bu anlamda yurttaş olmaktan çıkmış, sadece tüketici kimlikleri canlı kalmış “yeni insan”ın yaratılmasında medyanın tayin edici rolünün farkındalar. Fakat bu, bildiğimiz “dördüncü kuvvet” anlamında, yurttaşların “bilme hakkı”nı kutsal sayan bir gazetecilik değildir; tam tersine yurttaşlara, “bilmeye değer bir şey yok, birileri sizin için düşünüyor ve sizin için mal ve hizmet üretiyor, siz de bunları tüketin ve keyfinize bakın” diyen bir gazetecilikten söz ediyoruz.
Özetle söylersem: Gerek küreselleşmenin zorlamalarıyla, gerekse de post-modernizmin görevleri ve tanımları gevşetici, silikleştirici etkisiyle, klasik ciddi gazetecilik son 30-40 yılda asli görevini yerine getirmemeye, getirememeye başladı. Fakat ortada bir toplumsal talep ve ihtiyaç varsa, doğan boşluk mutlaka doldurulur. Sızdırma gazeteciliğin (özellikle de onu olta balıkçılığından ağ balıkçılığı boyutlarına taşıyan WikiLeaks tarzı dev boyutlu halinin), bu anlamda bir boşluk doldurucu ve cezalandırıcı olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Fakat gördük: Başta ABD olmak üzere devletler bu çıkışa o kadar büyük bir tepki gösterdiler ki, sanki sızdırma gazeteciliğin çanına ot tıkanmış gibi oldu. Hiç şüphesiz uzun vadede böyle olmayacak: Gazeteci gibi çalışan haber sızdırıcıları (whistle-blowers) bir yolunu bulup devlet sırlarını kamusal bilgi haline getirecekler.
AİHM’nin Nokta kararındaki “whistle-blowers” vurgusu işte tam bu noktada çok önemli bir hukuki içtihad niteliğinde…
‘…Ve whistle-blower’ların korunması’
AİHM, Nokta dergisi kararının girişinde, mahkemenin “ifade özgürlüğünün üç farklı veçhesi” üzerinde odaklandığını belirtiyor: Gazetecilerin haber kaynaklarının korunması, gizli bilgilerin ifşası ve devletten haber sızdıran kamu görevlilerinin (whistle-blowers) korunması… Mahkeme kararının ilerleyen bölümlerinde, gazetecilerin, kendilerine haber “fısıldayan” kamu görevlilerini koruma hakları ve bu konuda baskı görmemeleri gereği üzerinde ayrıntılı olarak duruluyor.
AİHM, devletlerin, sır ifşa eden görevlilerini açığa çıkarmak için gayret göstermelerini de bir hak olarak teslim ediyor, fakat burada önemli olan vurgu, hiç şüphesiz gazetecilere ilişkin olanı…
Önümüzdeki yıllarda kamuoyunun bilme hakkı çerçevesinde çok önemli roller oynayacağı âşikâr olan haber “fısıldayıcıları” ile ilgili olarak AİHM’nin verdiği bu karar, hiç şüphesiz onları yüreklendirici bir rol oynayacak.
NOT. Bu yazıda, 4 Şubat 2011’de Taraf gazetesinde yayımlanan “Geleneksel medya ve cezalandırıcıları” başlıklı yazımdan geniş alıntılar kullandım.