Bu dizinin bundan önceki bölümünde, AK Parti iktidarının henüz ikinci ayında (Ocak, 2003) askerlerle iktidar arasında ortaya çıkan büyük gerilimi gözden geçirmiştik. Bu gerilime bağlanan umutlar o kadar büyüktü ki, askerlerin hükümete uyarılarını iletmek amacıyla 8 Ocak 2003’te gazetecilere verdikleri resepsiyondan sonra, medya olan bitene “28 Şubat süreci”ne nazireyle “8 Ocak süreci” adını uygun görmüştü.
Bu meseleyi ele aldığımız yazının son paragrafını buraya alarak, nerede kaldığımızı hatırlayalım:
“Medya, ‘8 Ocak 2003 resepsiyonu’nu, bundan sonra ne yapması gerektiği hususunda kendisine verilmiş bir brifing gibi algıladı ve hiç vakit geçirmeden harekete geçti… Ocak-Nisan arasındaki üç ayda gazeteler ve televizyonlar, Jandarma kaynaklı ‘irtica geliyor’ haberleriyle doldu taştı.
23 Nisan 2003’te Ankara’da Meclis’te yaşanacaklar ve İstanbul’da, Birinci Ordu’da Mart 2003’te yaşanıp da yıllar sonra açığa çıkacak faaliyetler, bu haberlerin bir ‘altlık’ olduğunu gösteriyordu.”
Peşpeşe “sahte şeyh” haberleri
“8 Ocak süreci”nin daha ilk haftasında medya, üç adet “sahte şeyh” haberiyle ülkeyi sarstı.
Jandarma istihbaratı, belli ki “irticaya cesaret veren” hükümeti medya üzerinden dövmek için elinden geleni yapıyordu.
İlk “bomba" 16 Ocak günü patladı… Jandarma (ve medya), Tuzla'nın Akfırat Beldesi'nde, en küçüğü 15, en büyüğü 22 yaşında 15 kadına "bir gecelik imam nikâhı kıydığını itiraf eden” ve beldeyi kendi koyduğu “İslami kurallarla” yöneten bir “sahte şeyh”in malikânesine baskın düzenledi…
Gazeteler, bu "bulunmaz malzeme"yi hakkıyla değerlendirdiler. İşte birkaç örnek:
Akşam: “Hareminin en küçüğü 15, en büyüğü ise 22 yaşındaydı…", "Sahte şeyhin rüyası… 15 eşiyle şeriat devleti kuracaktı.”
Habertürk: "Aşk reçetesi de ortaya çıktı. İşte sahte şeyhe güç veren formül: 'Sabah iki kaşık bal, bir bardak suda kaynatılıp içilecek. Bir saat sonra…"
Sabah: "Tarikatçı Yılmaz Arabistan'a kaçacaktı… Gücü kaplan penisindenmiş… Yaşar Yılmaz'ın kaplan penislerini yiyerek cinsel gücünü artırdığı öne sürüldü…"
Vatan: "Çocuk yaparak şeriat devleti kuracakmış…"
Habertürk, öbür gazetelerin tersine bu haberi “küçük” görmüştü… Çünkü onun elinde kimselerde olmayan, özel mi özel bir başka “sahte şeyh” haberi vardı. O gün gazetenin manşeti bu “özel haber”e tahsis edilmişti:
"70'lik şeyhe seks telefonları / Üveyz tarikatı şeyhi'nin kadın müritleriyle telefonda seks konuşması yaptığı anlaşıldı… Şeyh Hamit Yanıkçı, buluşmak isteyen kadınlara, 'Bugün Ayşe geliyor, yarın öbürü, sen cuma gel, halvet olalım' demiş…”
19 Ocak'ta da gazeteci Reha Muhtar, bir “sahte şeyh” dosyası beklediklerini, geldiğinde yayımlayacaklarını duyurdu.
Böylece medya, Jandarma'nın gollük paslarını mükemmel bir biçimde değerlendirmiş, taze iktidara şenlikli bir “hoşgeldin” partisi düzenlemişti.
Tabii, bugünden bakıldığında, gazetecilerin Jandarma kaynaklı “irtica” dosyalarına boğulması anlaşılmaz değil… Çünkü o zamanlar Şener Eruygur Jandarma Genel Komutanı'ydı; iki ay kadar sonra da İstanbul'da, Birinci Ordu karargâhında meşhur “plan semineri” düzenlenecekti.
Hükümet: “İrticayı takip şart!”
Bugünden bakıldığında, “sahte şeyh” haberleri ancak tebessümle izlenebilir… Fakat o günlerin “irtica geldi, geliyor” atmosferinde, meselenin hafife alınacak bir yanı bulunmuyordu. Hükümet bunalmıştı ve kamuoyuna irtica ile nasıl mücadele ettiğini anlatma derdine düşmüştü. O kadar ki, Hükümet, ‘irtica ile mücadele’ konusunda AK Partili milletvekilleriyle bile tartışmak zorunda kalmıştı. Hatırlayalım…
Nisan ayında, Meclis İnsan Hakları Komisyonu, 28 Şubat'tan sonra “irticayı izlemek” üzere kurulan Başbakanlık Takip Kurulu'nun (BTK) çalışmalarını mercek altına alma kararı aldı.
Ne var ki daha ilk toplantıda ortalık karıştı. AK Parti milletvekili Cavit Torun, “irticai faaliyetleri önleme konusunda MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma'nın görev yaptığını” belirterek, “Başbakanlık Takip Kurulu'nun bu konuda çalışma yapmasına gerek yok” dedi.
Star gazetesinin “İrtica takibi AKP'li vekili rahatsız etti” başlığıyla verdiği habere göre (18 Nisan 2003), bu tepki üzerine söz alan BTK Başkanı Fikret Üçcan, “Rejimin korunması için BTK gerekli” yanıtını verdi.
Haber, Cumhuriyet'te de “Yeni hedef Takip Kurulu” başlığıyla yer aldı.
BTK ile ilgili olarak komisyonda yürütülen tartışmalar, AK Parti'nin “irtica” eleştirileri karşısında nasıl paralize olduğunu çok net bir biçimde gösteriyordu. AK Parti milletvekilleri haklı olarak BTK'nın “yasal bile olmadığını” savunurlarken, toplantıya katılan Başbakanlık Müsteşarı BTK'nın “yasal” olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu.
23 Nisan resepsiyonu ve askerlerin vetosu
“İrtica”nın bir numaralı sembolü “türban”, 23 Nisan'da bu kez TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın hazırladığı davetiye nedeniyle gündeme geldi. Arınç, her yıl geleneksel olarak TBMM başkanlarının düzenlediği resepsiyon için hazırlattığı davetiyeyi sadece kendi adına değil, eşi adına da düzenlemişti. Yani Arınç, davetlileri eşi Münevver Arınç'la birlikte karşılayacağını duyurmuştu; tıpkı önceki yıllarda olduğu gibi…
Resepsiyona saatler kala, 22 Nisan 2003 öğle saatlerinde gazetelere ulaşan bir haber yeni bir “devlet krizi”nin de habercisi oldu: Muhalefet Partisi başkanı ve komutanlar, davete icabet etmeyeceklerini duyurmuşlardı. Medya hemen duruma el ve ad koydu: "Resepsiyon krizi…"
Basın zaten davetiyenin çıkarıldığı bir hafta öncesinden beri ortalığı germekle meşguldü, bu da işin tuzu biberi oldu; ülke bir anda kıyamet yerine döndü. Sonunda Bülent Arınç geri adım attı, yeni bir davetiye bastırıldı, eşinin adı davetiyeden çıkartıldı. (Arınç sonraki günlerde eşi için çok üzüldüğünü, hatta gözyaşlarını tutamadığını ifade edecektir.)
Yani aslında “kriz” negatif bir hamleyle de olsa aşılmıştı ama, gazeteler "Bayrama türban gölgesi" (Radikal) düşüren Arınç'ı bir türlü affedemiyorlardı. Milliyet'in "Münevver Hanım Operasyonu" manşeti, Arınç'ın bu kararı başka bir iradenin “operasyonuyla” ve zorlamayla aldığını imâ ediyordu. Hürriyet, varılan kutlu sonucu “23 Nisan duruşu" sürmanşetiyle, Star da "Müthiş tavır" manşetiyle selamlıyordu.
Cumhuriyet’e göre ise “operasyon” bir devlet operasyonuydu: "Devletten AKP'ye uyarı…"
Medya, Münevver Arınç'ın “türbanıyla” törenlere katılamamasında oynadığı rolden dolayı mutlu olsa da, mutluluğunun tadını biraz daha çıkarmak istiyordu. Bu fırsatı da, Bülent Arınç'ın davetlileri eşiyle karşılamaktan vazgeçtiğini açıklamasından sonra yakaladı.
TBMM Başkanı, muhtemelen göz yaşlarını bastırdıktan birkaç saat sonra 23 Nisan etkinliklerinin tanıtımı için TBMM'de basın toplantısı düzenledi. Arınç, burada karşılaştığı "Davetiyelerde bu kez yalnızca sizin isminiz var, eşinizin yok. Bunun nedeni nedir?” sorusu üzerine meşhur “şeyini şey ettiğimin şeyi” ifadelerini kullandı.
Hürriyet olayı şöyle nakletti:
"Soruya sinirlenen Arınç, şu yanıtı verdi: 'Nedeni nedir? Bunun karşılığı, şeyini şey ettiğimin şeyidir. Bunu bana tekrar niye soruyorsunuz, güzel kardeşim. Yani ne öğrenmek istiyorsunuz? Bilinmedik ne kaldı, canım kardeşim? Keşke başka bir şey sorsaydınız. Bu davetiyenin niçin böyle yazıldığını herhalde siz de çok iyi biliyorsunuz, ben de çok iyi biliyorum. Bundan büyük üzüntü duyuyorsanız, gelin o üzüntüyü birlikte paylaşalım.'"
Bülent Arınç, medyanın olan bitenden “büyük üzüntü” duymadığını, tam tersine “büyük keyif” aldığını elbette biliyordu. Aslında bu cümlelerle, tecâhül-i ârifaneden gelerek medyanın olay karşısındaki gerçek duygusunu bildiğini gayet güzel anlatmış oluyordu.
22 Ağustos Pazartesi: O esnada (Ocak-Nisan 2003) TSK’da olan bitenler…