Etyen Mahçupyan’la birlikte sunmaya başladığımız yeni televizyon programı Yüz Yüze’nin ilkinde “AK Parti geri dönüşü olmayan yolda mı” sorusuna cevap aradık. (Yüz Yüze, 1 Temmuz pazartesi gününden itibaren her ayın ilk pazartesi günü TV5 ekranlarında olacak.)
Bu soruya her ikimiz de “imkânsız gibi” diye özetleyebileceğim cevaplar verdik. Ben bu yazıda, neden öyle düşündüğüme dair programda dile getirdiğim görüşleri özetlemek ve bazı ilaveler yapmak istiyorum.
Konuyu güncelle ilişkilendirmek ve biraz daha somutlaştırmak için soruyu şöyle soralım: Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), kendisini, mesela Ahmet Davutoğlu’nun demokratik içeriğine kimsenin itiraz etmediği “manifesto”su yönünde değiştirebilir mi?
Burada tabii her şeyden önce parti liderliğinde ve teşkilatta bu yönde bir iradenin ortaya çıkması lazım. O yoksa zaten böyle bir tartışmayı açmanın anlamı olmaz. Dolayısıyla soruyu şöyle ifade etmek daha doğru olacak: AK Parti, kendisini, mesela Ahmet Davutoğlu’nun demokratik içeriğine kimsenin itiraz etmediği “manifesto”su doğrultusunda değiştirmeye karar verse, bunu hayata geçirebilir mi?
Benim, sorunun televizyon programındaki versiyonuna da, bu haline de cevabım değişmiyor: Bu yönde net bir irade olsa bile neredeyse imkânsız!
Neden böyle düşündüğüme dair argümanlarımı iki başlık altında toplayacağım: AK Parti’nin mevcut siyasi çizgisinden kaynaklanan güçlükler ve değişimin mevcut liderlikle gerçekleştirilmesi mecburiyetinden kaynaklanan güçlükler.
Mevcut siyasi çizgiden kaynaklanan güçlükler
“Dava siyaseti”ni değiştirmenin güçlükleri: Altı çok çizilmiş, derinleştirilmiş, ideolojik kılıf giydirilmiş (dava haline getirilmiş) siyasi çizgileri değiştirmek, toplumsal talepleri karşılamaya odaklanmış daha iddiasız siyasi çizgileri değiştirmekten çok daha zordur. Çünkü bu tür siyasi çizgiler fazlasıyla inanç yüklü hale gelmişlerdir ve biraz abartıyla, böyle siyasi çizgilerde değişime gitme çabasını neredeyse dinde reform yapma çabasıyla kıyaslayabiliriz. Toplumsal taleplere odaklı siyasetler ise maneviyata değil “dünyevi hayat”a dairdir ve dolayısıyla oralardan dönüş çok daha kolaydır.
AK Parti’nin mevcut siyasi çizgisinin, değiştirilmesi çok daha zor olan ideolojik-dava siyaseti kategorisinde yer aldığı muhakkak. Bu parti, toplumsal taleplere odaklı bir siyasi parti olarak doğdu, kabaca 10 yıl boyunca bu hatta devam ettikten sonra yönetme zorluklarının da etkisiyle “dava” odaklı bir siyasete yöneldi ve yıllar içinde bu çizgisini iyice derinleştirdi. Hatta, günümüzde “davadan dönenler”in uğradığı muameleyi düşündüğümüzde bu dava siyasetinin yeni bir aşamaya ulaşarak “davaizm” diyebileceğimiz çok keskin bir biçime büründüğünü dahi söyleyebiliriz.
Denenip vazgeçilene dönmenin güçlükleri: Bir siyasi çizgiyi yeni bir siyasi çizgiyle değiştirmek, onu, daha önce denenip vazgeçilmiş bir siyasi çizgiyle değiştirmekten çok daha kolaydır. Çünkü geride bırakılmış bir çizgiye “meğer doğrusu buymuş” diyerek dönmeye çalışmak, bunu önerenlerin inandırıcılığına peşinen ağır bir darbe indirir. Bunu derhal “madem öyle neden vazgeçtiniz” sorusu izler ve bu soruya ikna edici bir cevap bulmak çok zor olur.
Yani AK Parti liderliğinin, çokça dile getirilen “fabrika ayarlarına” dönmeye çalışırken üretebileceği ikna kapasitesi, ”dava siyaseti”nden “davaizm”e geçerken üretebildiği ikna kapasitesinden daha düşük olacaktır.
Değişimin mevcut liderlikle gerçekleştirilmesi mecburiyetinden kaynaklanan güçlükler
Bir siyasi çizgiyi yeni bir siyasi aktörle (liderle) değiştirmek, cari siyasi aktörle (liderle) değiştirmekten çok daha kolaydır. (Bu argümanı tartışırken, AK Parti’nin önünde, başka bir siyasi liderle değişmeye çalışmak alternatifinin bulunmadığını varsayacağım ve sanıyorum bu çok sağlam bir varsayım olacak!)
Demokrasisi oturmuş ülkelerde değişimi mevcut liderlikle yapmaya çalışan siyasi partilerin bu yolda başarılı olamamalarının; “Ben hata yaptım, kabul ediyorum fakat devam da etmek istiyorum” diyen liderlere kırmızı kart gösterilmesinin ve onların istifaya mecbur kalmalarının temel nedeni, güvensizlik. Böyle bir inat samimiyetsizlik ve “koltuğunu koruma gayreti” olarak damgalanıyor.
Yani demokrasisi oturmuş ülkelerde iktidarı kaybeden partinin sonraki seçim ya da seçimlerde yeniden iktidar olabilmesinin en sağlam yolunun liderin istifasında görülmesi sadece siyasi ahlakla ilgili bir şey değildir; istifa müessesesinin, değişimin ancak yeni bir liderlikle sağlanabileceği inancından kaynaklanan pragmatik bir zorunluluğu da vardır.
Her yerde aynı kural: Büyük değişimler yeni liderlerle olur
Zaten siyasi hayattaki somut örnekler de, büyük değişimlerin ancak yeni liderlerle birlikte inandırıcı olduğunu, ancak o zaman kuvveden fiile geçebildiklerini gösteriyor. Bunu, Türkiye siyasi hayatından örneklerle temellendirmeye çalışalım…
Ortanın solu, İnönü-Ecevit: İsmet İnönü, Türkiye’de bir devlet partisinin seçim yoluyla iktidar olamayacağını anladığında, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) artık “ortanın solunda” olduğunu ilan etti. Ne var ki bu büyük değişimin ikna edici olabilmesi, kuvveden fiile geçebilmesi için yeni bir liderin çıkıp onu sahiplenmesi gerekti: Bülent Ecevit. Türkiye siyasetindeki en büyük çizgi değişikliklerinden biri böyle gerçekleşti.
Merkez sağ, Demirel-Özal: Merkez sağın lideri Süleyman Demirel, görevi ondan devralacak olan Özal’ın izlediği çizgiyi benimsiyor, merkez sağın tıkanıklığının ancak böyle aşılabileceğine inanıyordu. Zaten 12 Eylül darbesinden önce Özal’ı göreve getiren de kendisiydi. Fakat bu kadar köklü bir değişim ancak liderliğin değişimiyle mümkün olabildi. Demirel aynı çizgiyi izlemeye kalksaydı hiç şüphesiz ikna edici ve inandırıcı olamayacaktı.
Laik siyaset, Baykal-Kılıçdaroğlu: Sert ve dışlayıcı bir laik siyasi çizgiyle iktidarın mümkün olmadığı anlaşıldıktan sonra CHP içinde yeni arayışlar belirmeye başladı. Hatta, bu çizginin asıl aktörü Deniz Baykal döneminde “çarşaf açılımı” vb. birtakım girişimlerde de bulunuldu. Ne var ki, geçilmek istenen yeni çizgi yönündeki küçük fakat kararlı ve sürekli adımlar ancak yeni bir siyasi liderle mümkün olabildi: Kemal Kılıçdaroğlu.
İslami siyaset, Erbakan-Erdoğan: 2000’lerin başında Refah Partisi (RP) içinde, sonradan yepyeni bir siyasi çizgi oluşturmak üzere ortaya çıkan Yanilikçiler’i düşünelim… Şöyle bir varsayımda bulunalım: Onların temsil ettiği çizgiyi Necmettin Erbakan ilan etseydi inandırıcı ve ikna edici olabilir miydi?
Siyasi tarihimizdeki büyük çizgi değişikliklerinin burada özetlediğim hikâyesi, köklü siyasi çizgi değişikliklerinin neredeyse bir kural olarak yeni bir liderlik gerektirdiğini göstermiyor mu?
İşte bütün bu nedenlerle, “AK Parti geri dönüşsüz bir yolda mı” sorusuna ben “evet” cevabı veriyorum.
Etyen Mahçupyan’ın programda dediği gibi, sıra “yan yol”dan gelenlerde.