Geçtiğimiz günlerde, şayet Afrin’e yönelik müdahale olmasaydı gündemin bir numaralı maddesini teşkil edeceği muhakkak olan çok önemli bir gelişme yaşandı ve arada kelimenin tam manasıyla ‘kaynadı.’
Bu önemli gelişme, yılan hikâyesine dönen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Avrupa Birliği (AB) ülkelerine vizesiz girişiyle ilgili olarak Türkiye’nin hiç beklenmedik bir anda yeni bir inisiyatif kullanmasına dairdi: AB Bakanı Ömer Çelik’in yaptığı açıklamaya göre, Türkiye, vize serbestisi için AB’nin çizdiği 72 maddelik yol haritasında bugüne kadar karşılamadığı yedi (bazı yorumlara göre beş) maddeyi benimseyip uygulayacağına dair bir mektubu resmen AB yetkililerine iletmişti.
Türkiye kamuoyunda ‘Türkiye ile AB arasındaki vize krizi’ diye adlandırılan bu yedi maddelik uzlaşmazlığı ‘uzlaşmaz çelişki’ kıvamına taşıyan madde sayısı sadece 1’di ve bu da AB’nin Türkiye’nin Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) yapmasını istediği değişiklikle ilgiliydi.
Türkiye, AB’nin TMK’da istediği değişikliğe iki yıldır başta cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere öyle büyük bir tepki göstermekteydi ki, şimdi AB Bakanı’nın, o maddenin de talep edildiği gibi AB standartları esas alınarak yeniden yazıldığını ima eden açıklamaları tam bir şaşkınlık yarattı.
Çelik ne dedi, Çavuşoğlu ne dedi?
AB Bakanı Çelik’in konuya dair kısa açıklaması tam olarak şöyleydi: "Esasında bize göre 72 kriterin hepsi yerine getirilmiştir de bazı konularda bazı değişiklikler olabilir mi gibi bir tartışma yürüyordu. O tartışmada en azından Türkiye'nin yapacağı çalışma tamamlanmıştır ve bu çerçevede de Komisyona verilecektir."
Çelik’in sözleri, o kadar direnmenin ardından TMK’daki değişiklik de dahil olmak üzere yedi maddelik yeni bir mini paketin hazırlanıp AB’ye sunulmasının yarattığı sıkıntıyı yansıtıyor gibiydi… Öyle ya, madem Türkiye 72 maddenin tamamını zaten karşılamıştı, öyleyse bu yeni paket de ne oluyordu?
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun konuya dair açıklaması ise Çelik’e nazaran daha gerçeği kabul etmiş bir hava taşıyordu:
“Avrupa ‘Türkiye elimizden kaçmasın’ istiyor. Özellikle vize serbestisi konusunda 72 kriterin 67’si gerçekleşti. Geri kalanlar için çalışmalarımız tamamlandı ve Cumhurbaşkanımıza sunduk. Yani 72 kriteri tamamladık. Yarın mektubu sunacağız. Top artık AB’de.”
TMK’da değişiklik talebine karşı tepkiler
2016 yılının mayıs ayı, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere iktidar kanadından AB’ye yönelik serzenişlerle dolu olarak geçti. Bunun nedeni, 18 Mart 2016’da Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun AB yetkilileriyle Brüksel’de gerçekleştirdiği zirvede üzerinde anlaşma sağlanan vize serbestisinin uygulanmayacağının açıklanmasıydı. (18 Mart anlaşmasına göre, Türkiye 30 Nisan’a kadar 72 koşul arasından henüz gerçekleştirmediği koşulları yerine getirecek ve 1 Haziran’dan itibaren de ‘vizesiz Avrupa’ uygulaması fiilen başlayacaktı.)
Ne var ki, AB yetkilileri 2016 Mayıs’ının başında bir açıklama yaparak uygulamanın ertelendiğini, çünkü Türkiye’nin, başta TMK ile ilgili değişiklikler olmak üzere üzerine düşen görevleri yerine getirmediğini ilan ettiler.
İşte, yukarıda sözünü ettiğim mayıs ayı serzenişleri bu açıklamadan sonra gelmeye başladı.
Türkiye’nin tepkisi önce ‘TMK değişikliği koşullar arasında yoktu, bu da nereden çıktı’ diye özetleyebileceğimiz bir çerçeve içinde şekillendi, fakat bu itiraz gerçeği yansıtmıyordu.
Terör kriteri başından beri vardı…
Bu itirazların dile getirildiği Mayıs 2016’da, ‘efrâdını câmi, ağyârını mâni’ haberleriyle öne çıkıp fark yaratan Aljazeera Türk henüz hayattaydı ve ‘Terör kriteri başından beri var’ başlıklı haber, o itirazlar üzerine Ayşe Karabat imzasıyla orada yayımlanmıştı:
“Terör kriteri başından beri var… Türk vatandaşlarına vizesiz Avrupa’nın yolunu açan vize serbesti diyaloğu 16 Aralık 2013’te Ankara’da törenle başladığında, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye sunduğu yol haritasında ‘terör kriteri’ vardı. O belgede yerine getirilmesi gereken kriterler de teker teker belirtilmişti.
Törene o dönemde Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, İçişleri bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da katılmıştı.
Bu 2013 tarihli yol haritasında Türkiye’nin yerine getirmesi gereken şartlar, beş başlık altında toplanmış ve bu başlıklardan ‘temel haklar’ bölümünde ‘Türkiye şu gereklilikleri yerine getirmelidir’ dedikten sonra, terör şartı şöyle tanımlanmıştı: ‘Organize suç ve terörizme ilişkin yasal çerçevenin; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHM içtihatları, AB müktesebâtı ve AB üyesi devletlerdeki uygulamalarla uyumlu olacak şekilde gözden geçirilip düzenlenmesi ve mahkeme, kolluk kuvvetleri ve güvenlik güçlerinin uygulamalarının kişi güvenliği ve özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, ifade, toplanma ve dernek kurma özgürlüğü ile uyumunun sağlanması.’” (Al Jazeera Turk, 13 Mayıs 2016).
‘Bu, teröre destek vermektir’
Türkiye’nin, ‘TMK değişikliği koşullar arasında yoktu, bu da nereden çıktı’ biçimindeki başlangıç tepkisi kısa bir süre sonra ‘AB’nin TMK’da değişiklik talebi teröre destek vermek demektir” biçimine büründü. Bunu da, o günlerden iki örnekle hatırlayalım:
Cumhurbaşkanı Erdoğan (10 Mayıs 2016): "Beş tane madde var ki bunların içerisinde bir tanesi felaket. Nedir o? Terörle Mücadele Yasası'nı değiştireceksiniz dediler. Bize bu aklı verenler önce Avrupa'da parlamentonun önüne teröristlerin kurduğu çadıra niye müsaade ediyorlar? Önce bunun cevabını versinler. Biz burada terörle teröristlerle mücadele edeceğiz. Beyler parlamentonun önüne teröristlere çadır kurduracaklar. Baş teröristin de posterleri oraya asılacak. Ondan sonra kalkacaksın Terörle Mücadele Yasası'nı bana değiştir diyeceksin. Sen Türkiye'nin ne zamandan beri bu tür talimatlar almaya başladığını öğrendin. Böyle bir şey var mı? Böyle bir şey olamaz."
AB Bakanı Volkan Bozkır (6 Mayıs 2016): “(TMK'da) Bazı kelime değişiklikleri düşünceleri var. Biz de onlara diyoruz ki; bu kadar şehit verirken, sanki Türkiye'de bir şey yokmuş gibi güzel günlerde bahsedilecek değişiklikleri yapma lüksüne sahip değiliz.”
AB’nin talebinin gerçek muhtevası
Bu itirazlardan, AB’nin sanki silah ve şiddet kullanarak siyasi sonuç almaya çalışan örgütlere karşı Türkiye’nin daha ‘müsamahakâr’ davranmasını talep ettiği gibi bir izlenim çıkıyordu ki, bu doğru değildi. AB, sadece, “habercilik sınırını aşmayan veya eleştiri amacıyla dile getirilen düşüncelerin suç sayılmayacağı’ bir değişiklik talep ediyordu ve işte şimdi yapılan değişiklik de bundan başkası değildi.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, TMK’daki değişiklikle ilgili olarak, “Değiştiriyoruz ama terörle mücadelemizi zaafa uğratmayacak” dedi. Doğru, böyle bir değişiklik, ‘terör’e karşı mücadeleyi gerçekten de zaafa uğratmazdı, fakat yalnız bugün değil, 2016’da da uğratmazdı.
2016 Mayıs’ında muhalefet İbrahim Kalın gibi konuşsaydı?
Önümüzdeki soru şu: 2016 Mayıs’ında muhalefetten birileri çıkıp da İbrahim Kalın’ın bugün dile getirdiklerini yüksek perdeden o gün söyleseydi neler olurdu? Muhalefetin, ‘AB’nin TMK’daki değişiklik talebi yerine getirilirse teröre karşı mücadele zaafa uğramaz’ biçimindeki bir çıkışı nasıl karşılanırdı?
Eğri oturup doğru konuşalım, bunun adı ‘teröre destek’ ya da ‘Türkiye’ye ihanet’ olmaz mıydı?
Denebilir ki, o günün koşulları bugünkünden farklıydı… Doğru, farklıydı ama böyle bir argümanı öne süreceklerin hiç işine gelmeyecek biçimde farklıydı; iktidar bakışı açısından Türkiye’nin bugün 2016’da olduğundan daha zorlu bir terör baskısı altında olduğu apaçık değil mi?
AK Parti’nin büyük konforu
AK Parti, belki de dünyada eşi olmayan istisnai bir konfor kullanıyor; bazı temel politikalarını eleştirenleri ihanetle suçlayınca da, koşullar değişmediği halde o politikadan vazgeçince de ‘haklı’ oluyor. Kendisine oy verenler bunda bir problem görmediği gibi, muhalefetin, AK Parti’nin ‘çelişkileri’ üzerine yürüttüğü propaganda da hiçbir etki yaratmadan sönümlenip gidiyor. En taze örneğini TMK’da değişiklik yapmayı kabul ettiği AB atağında gördüğümüz bu konforun nasıl oluştuğu ve nasıl olup da her zaman işlediği üzerine uzun uzun düşünmek gerekiyor.
Bu bahsi bir soruyla kapatalım: Bugün mealen, ‘TSK Afrin şehrine girmesin, çok kan dökülür, bu işin altından kalkılamaz’ diyen Kemal Kılıçdaroğlu ihanetle, teröristleri korumakla suçlanıyor ve bu suçlamaları ona yönelten iktidar kanadı ‘haklı…’
Peki yarın iktidar şu ya da bu mülahazayla TSK’nın Afrin’e girmemesi kararı alırsa ne olacak?
Sorunun cevabı belli: İktidar yine ‘haklı’ olacak.