Etyen Mahçupyan, açıkça zikretmese de belli ki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) İstanbul İl Başkanı Mevlüt Uysal’ın “Metroda önceliğimiz en fazla oy aldığımız yerler” cümlesinden esinlenerek kaleme aldığı yazısında, laik ve muhafazakâr iktidarların ortak bir eğiliminden söz ediyordu: “Kendi cemaatini ‘toplum’ sanma…”
Mahçupyan’a göre, laik ideoloji üzerinde yükselen ve 28 Şubat’la birlikte dibe vuran 80 yıllık iktidarların beceriksizliğinin temel nedeni “kendi cemaatlerini ‘toplum’ sanmalarıydı” ve şimdi AK Parti de benzer bir sürecin içindeydi:
“Gelinen noktada, aynen geçmişteki iktidarlara benzer şekilde, AK Parti’ye de kendi cemaatini toplumun yerine koyan, o cemaate hizmet ve hizmet götürerek seçim kazanmayı hedefleyen, seçimi kazanamamayı milli bir felaket olarak algılayan sağlıksız bir anlayış hakim olmuş gözüküyor. Hakem devleti hayata geçiren bir parti, şimdi ‘taraf devlet’ üretmekle kalmıyor, onun üzerinden toplumu parçalara ayırıyor, makbul vatandaşı yeniden tanımlıyor, dışında kalanı gayrı milli, hatta hain ve suçlu ilan edebiliyor.”
Süreç ne zaman başladı?
Süreçlerin başlangıç ya da bitişleri için kullanılan somut tarihlerin sadece sembolik önemde olduğunu hepimiz biliriz; on yıllara yayılan bir tarihsel sürecin şu somut günde bitip aynı gün onun yerini halefinin aldığı tabii ki düşünülemez.
Bu rezervi akılda tutarak soralım: AK Parti’nin toplumdan kendi cemaatine dönme (ya da “kendi cemaatini ‘toplum’ sanma”) süreci için sembolik bir başlangıç tarihi zikredilebilir mi?
Ben bu soruya cevaben ‘evet’ diyorum ve başlangıç için 1 Nisan 2013’ün anlamlı bir tarih olduğunu düşünüyorum.
Anadolu Ajansı’nın (AA) AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun sözlerini yansıtan ve ilk olarak Hürriyet gazetesinin internet sitesinde yer alan haber (1 Nisan 2013) o kadar inanılmazdı ki, okuyanların hiç değilse bir bölümü, yayın tarihine istinaden okudukları şeyi bir 1 Nisan şakası sanmış bile olabilirler. (Bu duyguyu uyandıran şey sadece haberin inanılması güç içeriği değildi, belki ondan da fazla o içerikte bir metnin tecrübeli bir siyasetçi tarafından kamuoyu önünde açıkça dile getirilmesiydi; çünkü siyasetçilerin uygulamaya koymak isteseler bile çaktırmadan yapacakları, açıkça ilan etmeyecekleri bir içeriği vardı Babuşçu’nun sözlerinin):
“10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Çünkü bu geçtiğimiz 10 yıl içinde, bir tasfiye süreci ve bir tanımlama özgürlük, hukuk, adalet söylemi etrafında yaptıklarımıza paydaşlar vardı. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak. Dolayısıyla o paydaşlar bizimle beraber olmayacaklar. Dün bizimle beraber şu ya da bu şekilde yürüyenler, yarın bizim karşımızda olan güçlerle bu sefer paydaş olacaklar. Çünkü inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecek onların kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacak. Onun için işimiz çok daha zor.”
Erdoğan, lapsus sahiplerini düzeltiyor ama…
Bu yazıyı yazarken gözüme ilişti, Nuray Babacan’ın haberine göre (Hürriyet, 1 Nisan 2018) Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Metroda önceliğimiz bize daha fazla oy veren yerler olacak” diyen İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Mevlüt Uysal'a tepki göstermiş. Erdoğan, AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısında, “Böyle şey olur mu, hizmeti oy verene göre ayırmak ne demek? Biz belediye başkanıyken böyle mi yapıyorduk? Hizmetlerimizi oy verenler vermeyenler diye ayırabilir miyiz” demiş. Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, Erdoğan’a cevaben “Ben de kendisine ‘bu sözler doğru olmadı’ dedim. O da üzüldü, ‘ağzımdan kaçtı’ dedi” karşılığını vermiş.
Ne kadar ilginç, Erdoğan beş yıl önce de Aziz Babuşçu’yu uyarmış, onun üzerine Babuşçu sözlerini şöyle düzeltmişti:
"Bu yorum ve haberlerde liberalleri dışladığımız, yolumuzu ayırdığımız, gizli gündemimiz olduğu türünden tamamen asılsız, gerçeklikten uzak ve afakî yorumlar yapılmıştır. Oysa benim söz konusu konuşmamda liberallere dönük bir genelleme yapılmamış, sadece demokrasi mücadelemiz açısından iyi bir sınav vermeyen, son dönemlerde demokratik anlayış açısından statükocuulusalcı çevrelerin bile gerisine savrulmuş somut bazı kişi ve olaylara dair eleştirilerim yer almıştır."
Ne kadar tevil yoluna gidilirse gidilsin, gerek eski il başkanının gerek yeni belediye başkanının sözlerinin özgüven patlamalarının ya da samimiyet krizlerinin tetiklediği lapsuslardan ibaret olduğu açık. (Lapsus: Beynin gizlemeye çalıştığını dilin fâş edivermesi). Keza, haklı olarak “eskiden böyle mi yapıyorduk” diye soran Erdoğan da ‘hizmet aşkı’nın epeydir toplumdan cemaate kaydığının farkında; o sadece neyin hangi açıklıkla söylenmesi gerektiğini onlardan iyi biliyor.
Peki, AK Parti hangi koşullar oluştuktan sonra toplumun tamamının memnuniyetini sağlamayı önemsememeye başladı? Toplumun tamamının memnuniyetini sağlama stratejisi onu iktidar yapmaya devam ettiği halde neden bu stratejiden vazgeçip kendi cemaatine döndü? Mecbur mu kaldı, nefesi mi yetmedi?
AK Parti’nin “kendi cemaatini ‘toplum’ sanma”sının sembolik yıldönümünde bu sorulara kendimce verdiğim cevapları perşembe günkü yazımda bulacaksınız.