Serbestiyet’teki 29 Mayıs tarihli yazım, 15 Temmuz günü öğle saatlerinde MİT’e yapılan ihbarın bir darbe ihbarı olduğunun ortaya çıkmasına dairdi… Yazıda, bu yeni bilginin hem 15 Temmuz gününe dair soru işaretlerini artırdığını hem de onların aydınlatılması yolunda önemli bir adım olduğunu belirttikten sonra ilave etmiştim: “Tabii böylece Hulusi Akar ve Hakan Fidan’ın izah etmeleri gereken noktaların altı bir kez daha kalın çizgilerle çizilmiş oldu.”
O yazıdan bir gün sonra, Hulusi Akar’ın TBMM 15 Temmuz Darbesi’ni Araştırma Komisyonu’na gönderdiği yazılı cevaplar gazete haberlerine yansıdı.
Akar’ın cevapları, 15 Temmuz’da MİT’e yapılan ihbarla ilgili olarak akla yeni soru işaretleri getiriyor.
Bu yazıda, Hulusi Akar’ın Komisyon’a gönderdiği metni madde madde izleyerek o güne dair sorular sormaya devam edeceğim.
Akar’ın cevaplarından önce: Özet
Yeni Şafak gazetesinin 20 Mayıs’ta manşetten yayımladığı “İşte o binbaşının ifadesi” başlıklı çarpıcı ve çok önemli habere kadar, 15 Temmuz 2016’nın öğle saatlerinde MİT’e giderek ihbarda bulunan O.K. adlı binbaşının tam olarak neyi ihbar ettiğini bilmiyorduk. Çünkü, 20 Mayıs 2017 itibariyle mevcut bilgilerimiz, O.K.’nın ifadesinin alınmadığı ya da alınamadığı yönündeydi.
Oysa Yeni Şafak’ın yayımladığı Ağustos 2016 tarihli savcılık ifadesinden anlaşılabileceği gibi, O.K., net bir darbe ihbarında bulunmuştu:
“Bana (MİT’te) ne olacağını sordular, ben de büyük bir faaliyet olabileceğini, hatta darbe faaliyeti olabileceğini söyledim. ‘Çok kan akacak’ dediklerine göre, bu faaliyetin iyi niyetli bir faaliyet olmadığını söyledim. Hatta kendilerine YAŞ kararlarında FETÖ’cülere karşı büyük bir temizlik olabileceği sürekli yazılıyor. Bu nedenle YAŞ öncesinde bir darbe faaliyeti olabileceğini söyledim.”
29 Mayıs’ta, esrarengiz binbaşının ifadesinde yer alan fakat Yeni Şafak’ın haberinde yer almayan bir ibare bu defa Hürriyet gazetesine (29 Mayıs) sızdırıldı. Buna göre, binbaşı O.K., ifadesinde “‘Darbe olabilir’ kelimesini kullandığımı çok iyi hatırlıyorum” demişti.
Bu durumda, yani O.K.’nın ifadesinden sonra kritik sorunun şöyle şekillendiğini yazmıştım:
“Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan o gece bir darbe girişiminde bulunulacağını önceden öğrendilerse, onu önlemek için verdikleri emir ve talimatların içeriği neden bu bilgiyle uyumlu değildi?”
Gelin şimdi de, Hulusi Akar’ın Meclis Komisyonu’na gönderdiği cevapların davet ettiği başka kritik soruların izini sürelim…
Akar ilk ifadesinde o gün Fidan’la görüştüğünü neden belirtmemişti?
Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Meclis Komisyonu’na gönderdiği yazılı metinde, O.K.’nın ihbarından sonra MİT ve Genelkurmay arasında sürdürülen iletişimin ardından, bizzat kendisinin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı telefonla arayarak Genelkurmaya davet ettiğini anlatıyor:
“(…) Konunun ehemmiyetine binaen, derhal telefonla MİT Müsteşarını arayarak Genelkurmay Karargâhına davet ettim. Ben, YAŞ çalışması için Genelkurmay Karargâhında bulunan Kara Kuvvetleri Komutanı ve Gnkur2'inci Bşk ile görüşürken Sayın MİT Müsteşarı Genelkurmay Karargâhına geldiler. MİT Müsteşarı olayı tekrar anlattı…”
Oysa Hulusi Akar, darbe girişiminden üç gün sonra, 18 Temmuz’da savcılığa tanık olarak verdiği ifadesinde, O.K.’nın ihbarından sonra Hakan Fidan’ın Genelkurmay binasına gelip kendisiyle görüştüğü bilgisine yer vermiyordu. Akar’ın 18 Temmuz’daki anlatımına göre, 15 Temmuz günü odasında çalışırken Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler yanına gelip MİT’e ulaşan istihbaratı aktarmış, ayrıca bu konuyu görüşmek üzere MİT’ten bir heyetin Genelkurmay’a doğru yola çıktığı bilgisini vermişti.
Akar, 18 Temmuz’daki ifadesinin bu bölümüne, "Bilginin geldiği makam itibarıyla ciddiye aldık. Ben, Yaşar Paşa ve Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak ile acilen alınacak tedbirleri tartışmaya başladık” cümlesiyle başlıyor, alınan tedbirleri sıraladıktan sonra, “Bu şekilde öncelikle tedbirleri aldıktan sonra toplantımız bitti" diyordu.
Yani Akar, ne “yolda” olan MİT heyetiyle görüşmeden ne de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la yüzyüze görüşmeden söz ediyordu 18 Temmuz’daki ilk ifadesinde…
İki ifade arasındaki bu farklılık akla şu soruyu getiriyor: O geceye, o geceden sadece üç gün sonra tanıklık ederken bu kadar önemli bir noktanın (Hakan Fidan’ın Genelkurmay’a davet edilmesi ve onunla yüzyüze görüşülmesi) unutulmuş olabileceği düşünülebilir mi? Elbette düşünülemez. Peki, bu durumda bu tuhaflığı nasıl açıklayacağız? Mantık sınırları içinde kalacaksak, bu soruya, Hulusi Akar’ın 15 Temmuz akşamında Hakan Fidan’la başbaşa görüştüğü bilgisini, 18 Temmuz’daki ifadesinde savcılardan esirgediğinden başka bir cevap verilebilir mi?
Soruya verilebilecek bu yegâne mantıklı cevap, bir başka akıl yürütmeyi daha davet ediyor: Akar bu bilgiyi savcılardan bilerek esirgediyse, bunu Hakan Fidan’la ortaklaşa alınmış bir karara binaen yapmış olmalıdır; aksi takdirde bu ifade Hakan Fidan’ın yalanlamasına açık olurdu ve bu da Akar açısından büyük bir risk oluştururdu.
Şâyet durum böyleyse, neden böyle bir şeye gerek duydular? Neden 15 Temmuz akşamı, darbenin fitili henüz fiilen ateşlenmeden yüz yüze görüştüklerini savcıların ve kamuoyunun bilmesini istemediler?
O.K.’nın ihbarı MİT’in sansürüne mi uğradı?
Akar, Komisyon’a gönderdiği cevap metninde, “MİT'ten gelen istihbaratta darbe söz konusu olmayıp MİT Müsteşarına karşı yapılacağı iddia edilen bir operasyon ile ilgiliydi” diyor.
Bu durumda MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, Binbaşı O.K.’nın bir darbe ihbarında bulunduğu bilgisini Hulusi Akar’dan gizlemiş olması ihtimali akla geliyor… Bunu izale edecek tek bir şey var: Binbaşı O.K. her ne kadar ifadesinde darbe ihbarında bulunduğunu söylemiş olsa da, 15 Temmuz’da MİT’e gittiğinde aslında “darbe” ihtimalinden söz etmemişti; yani ya o gün ne söylediğini yanlış hatırlıyordu ya da düpedüz yalan söylüyordu.
Nitekim Hürriyet yazarı Mehmet Yılmaz, Akar’ın cevaplarının Meclis Komisyonu’na ulaşmasından bir gün önce (29 Mayıs) bir MİT yetkilisinin kendisini arayarak, O.K.’nın 15 Temmuz’daki ihbarının sadece MİT’le ve MİT müsteşarıyla ilgili olduğunu söylediğini yazdı.
O.K. ifadesinde gerçeği dile getirmişse…
Şâyet gerçek, MİT yetkilisinin Mehmet Yılmaz’a ifade ettiği gibiyse, o zaman Fidan’ın 15 Temmuz’daki görüşmelerinde Akar’a kendilerine gelen istihbaratın darbeyle ilgili olmadığını söylemesi makul görünüyor.
Fakat binbaşının ifadesinin aylar boyunca gizli kalmasını, MİT’in bu amaç doğrultusunda gayret sarf ettiği iddialarını, binbaşının ifadesini alan savcıların tenzil-i rütbeyle görev yerlerinin değiştirilmesini, nihayet ifadenin devlet içindeki bazı güçler tarafından iki aşamada basına sızdırılmasını göz önünde bulundurduğumuzda, O.K.’nın 15 Temmuz’da bir darbe ihbarında bulunmuş olması ihtimali çok daha güçlü bir ihtimal olarak öne çıkıyor…
Gerçeği bu ihtimalin temsil ettiği varsayımından yola çıktığımızda ise tablo şöyle şekilleniyor:
MİT Müsteşarı Hakan Fidan 15 Temmuz akşamı saat 18:00 civarında Genelkurmay binasına girdiğinde bir darbe girişiminin başlamasının an meselesi olduğunu biliyordu ve bunu böylece Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a da aktardı…
Buradan itibaren ise bir dizi tekinsiz ihtimalle yüzyüze kalıyoruz…
Geçen yazımda Korgeneral Zekai Aksakallı ve Orgeneral Ümit Dündar’ın ifadelerinden de aktardığım gibi, darbe ihbarı almış bir Genelkurmay birkaç emirle darbecileri kışlalarda kilitleyebilir ve darbeyi başlamadan önleyebilirdi.
Fakat biliyoruz ki bu yapılmadı (unutmayın, ihbarın darbe ihbarı olduğu ve MİT Müsteşarı ile Genelkurmay Başkanı’nın bunu bildikleri varsayımından hareket ediyoruz)… Ya ne yapıldı? “Daha büyük bir planın parçası olabileceği” değerlendirilen, fakat “darbe” olarak değerlendirilmeyen ihbarla ilgili olarak 17:00 – 18:00 civarında bazı emirler verildi ve uygulamaya konuldu.
Bu durumda şeytanın “sor” dediği soru şöyle şekilleniyor: İhbarcı binbaşının ihbarından sonra alınan tedbirler neden Birinci Ordu Komutanı Ümit Dündar ve Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’nın söylediği gibi darbecilerin kullanmayı planladığı potansiyel gücün tamamının kışlalarda “kilitlenmesine” mâtuf olarak değil de, bir bölümünün kışlalardan çıkabilmesine imkân tanıyacak bir düzeyde şekillendi?
O.K.’nın ifadesini o günlerde bilseydik?
15 Temmuz günü öğle saatlerinde MİT’e giden binbaşının bir darbe ihbarında bulunduğu, mesela darbeden birkaç gün sonra biliniyor olsaydı, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan şu iki soruya yoğun bir biçimde maruz kalacaklardı:
Birincisi: Bu ikili o gece bir darbe girişiminde bulunulacağını önceden öğrendilerse, darbeyi önlemek için verdikleri emir ve talimatların içeriği neden bu bilgiyle uyumlu değildi?
İkincisi: Bir darbe ihbarı nasıl olur da ülkenin başbakanına ve cumhurbaşkanına iletilmezdi? (Böyle bir bilgi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a iletilseydi, Erdoğan’ın emirleri darbenin “başlamadan bitirilmesini” sağlayacak yönde olmaz mıydı?.. İki üst düzey kamu görevlisi, “başlamadan bitirilmiş” bir darbenin ardından suçluları açığa çıkarmak için girişilecek bir kısmı beyhude bürokratik çabayı göze almak yerine, darbecilerin harekete geçip iyot gibi açığa çıkmalarının daha iyi olacağını düşünmüş olabilirler mi?)
Sonuç olarak: Binbaşı O.K.’nın ifadesinin ortaya çıkmaması için, çıktıktan sonra da içeriğinin “darbeyle ilgili olmadığını” göstermek için sergilenen bütün bu gayretler… Keza Genelkurmay Başkanı Akar’ın darbeden üç gün sonra verdiği ifadede o gece Fidan’la yüz yüze görüştüğünü “unutması”na dair bütün o muğlaklıklar, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanı’nın 15 Temmuz’da kendilerine bir darbe ihbarı yapıldığının bilinmemesini daha uygun bulmalarıyla ilgili olabilir mi?