Anayasa değişikliği referandumu aklıma şu hikâyeyi getirdi: Bir gün papaz cemaate vaaz verirken, oldukça muzır bir genç papazın önüne iki şişe şarap koymuş ve şöyle demiş: “Peder bey, sizden bir ricam var. Şu iki şişedeki şarapları denemenizi istiyorum. Biliyorum, ikisi de iyi şarap sayılmaz, ama siz sadece bize hangisinin en kötü olduğunu söyleyin.” Peder muzır gence şöyle bir bakış atıp “Bizden genellikle en iyinin hangisi olduğu sorulurdu, ancak sen en kötüsünün hangisi olduğunu soruyorsun; madem öyle seni kırmayıp şu şarapların tadına bir bakalım” demiş. Yavaşça birinci şarabı eline alıp, hafifçe bardağa doldurmuş ve ilk yudumu boğazından aşağıya bırakmış. Birden benzi atıp yüzünün rengi değişmiş ve derhal parmağıyla içtiği şarabı işaret ederek, gayet kararlı bir şekilde, “Bu! Bu! Buuuuu!” demiş. Bu kez cemaatteki herkes söz birliği etmişçesine “ama Peder, daha öbürünün tadına bile bakmadınız” demişler. Papaz cemaate dönerek “Evlatlarım bu içtiğimden daha kötü bir şarap olamaz; bunun imkânı yok!” demiş.
Büyüklerimiz “teşbihte hata olmaz” demiş. Bir tarafta 12 Eylül anayasası var; diğer tarafta, bu anayasanın kimi maddelerinde düzenlemeler yapılarak yönetim sisteminin değiştirilmesi önerisi. Bir yanda, Cumhuriyetin kuruluşundan beri denenmiş, ancak memleketin en önemli sorunlarına hiçbir şekilde çözüm üretememiş parlamenter sistem var; öbür yanda, Kürt sorunu, Alevi sorunu gibi etnik ve mezhebi meselelerin çözümünde her zaman daha randımanlı olmuş başkanlık sistemi. Yıllardır denediğimiz, tadını çok iyi bildiğimiz bu parlamenter sistem, hayatımızı zorlaştıran köklü meselelerin çözümüne reçete olmadı, olamıyor. Üstelik, 550 vekilden 367’sinin evrensel bir anayasanın hazırlanması noktasında uzlaşması da mümkün değil. Kaldı ki bu ülkede hiçbir anayasa, Mecliste uzlaşma yoluyla çıkmadı. Kabul etmek gerekir ki bu ülkenin böyle bir geleneği yok.
Evet-Hayır meselesi
2017 Anayasa Referandumunda değişikliğe “evet” veya “hayır” diyecek iki kesimin iki farklı cephe şeklinde konumlanacağı, henüz Meclis aşamasında net olarak ortaya çıktı. İyi ama bu iki farklı cephe kimlerden oluşacak ve seçim sürecinde nasıl bir strateji izleyecek? Referandumda “evet” diyenler neye “evet” diyecek, “hayır” diyenler hangi temel gerekçelere dayalı bir kampanya sürdürecekler? Anayasadaki değişiklik, temel hak ve özgürlüklere ve daha da önemlisi, bu ülkenin en önemli meselesi olan Kürt sorununun çözümüne nasıl bir etkide bulunacak? Eğer değişiklik Kürt meselesinin çözümünü kolaylaştıracak bir düzenlemeye imkân sağlıyorsa, bu durum demokrasi, temel hak ve özgürlükler açısında da yararlı olacak.
Şüphesiz “evet” ve “hayır” bloklarını demokrasi veya faşizm cepheleri şeklinde bir ayırıma tabi tutmak sağlıklı bir yaklaşım değil. Gönül isterdi ki en geniş kesimlerin uzlaşmasına dayalı, ancak en köklü sorunlarımıza da çözüm getirebilecek bir anayasa oluşturabilelim. Ancak bu olmadı. O halde kimi reformlar ve kademeli değişikliklerle daha iyisine ulaşmanın çabasını vermeliyiz.
Peki, “evet” ve “hayır” cephesinde kimler var? Bu cepheler hangi unsurlardan oluşacak? “Evet” cephesinde AK Parti öncülüğü üstlenmişken, “Hayır” cephesinde CHP ön safta yerini almış bulunuyor. Her iki cephenin destekçi ve bileşenleri var; AK Parti destek cephesinde MHP net bir şekilde yerini almışken, HDP çok net olmamakla birlikte CHP çizgisine yakın durmakta. İdeolojik bağlamda AK Parti cephesi milliyetçi-muhafazakâr bir cephe görüntüsü sunuyor. CHP bloku ise bu “mücadele”de Kemalist ve İttihatçı kimliğiyle sahadaki yerini almış bulunmakta. Normal şartlarda milliyetçilik her iki cephenin de ortak paydası ve CHP’nin bu noktada MHP’den aşağı kalır bir yanı yok. Yine bu mücadelede AK Parti cephesi değişimi savunurken, CHP eski düzen ve statükonun korunması için çaba sarf etmekte.
Kürtler nerede durmalı
Kürtlerin kimlik ve temel hakları mücadelesinde, özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra HDP’nin izlediği politika, tam anlamıyla bir iflas ve yıkımdı. Kemalist gergedanlar öncülüğündeki HDP, Kürdün 40 yıl boyunca tırnaklarıyla kazarak elde ettiği tüm kazanımları bir anda hendeklere gömerek bitirdi. Kürt halkı tarihinde ilk kez sivil ve demokratik mücadele yöntemiyle tüm haklarını elde edebileceği nitel bir sürece girmişken, yasadışı siyaset zeminine çekilerek tüm kazanımlarını yitirdi. Kemalist gergedanlar, 6 milyon seçmeni, 102 belediyesi ve 80 milletvekili olan bir hareketi, deyim yerindeyse faul yaptırarak kırmızı kartla sahanın dışına attırdı. Dolayısıyla Anayasa referandumunda da, HDP kıblesini şaşırıp yine İttihatçı-Kemalist blokun peşine takılabilir. Oysa Kürt halkı, daha aklıselim sahibi olmak ve ferasetli düşünmek durumundadır.
İttihatçı-Kemalist cephe, Kürt meselesinin çözümünde hiçbir zaman demokratik bir çizgiye gelmedi ve doğası itibarıyla da asla gelmez. Barış süreci döneminde AK Partiyi şiddetle eleştiren CHP, dokunulmazlıkların kaldırılması ve yurt dışına asker gönderme konusunda iktidara tereddütsüz destek oldu ve HDP’li vekillerin tutuklanmasının yolunu açtı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile Ahmet Türk’ün tutuklu yargılanmasını doğru bulmazken, CHP’den hatırı sayılır bir itiraz gelmedi. HDP’nin bunu göre göre İttihatçı-Kemalist cephenin peşine takılması ve 12 Eylül anayasasının savunucusu kesilmesi, hangi gerekçeyle açıklanabilir?
Yine bu referandumda, “evet” veya “hayır” cepheleri dışında, birileri “boykot” gibi marjinal bir seçeneği de alternatif olarak sunabilir. Ancak tarihi tecrübeler göstermiştir ki, tüm toplumun hayatını ilgilendiren kararların alınmasında genellikle “taraf” olmak, “taraf olmamak”tan daha iyidir. Tam da bu durumlarda “taraf olmayan bertaraf oluyor.” Kanımca Kürtler bu seçenekten uzak durmalıdır.
Kürtler siyasette pragmatik davranmayı öğrenebilmelidir. Çünkü Kürt meselesinin çözümüne katkı sağlayan her hamle, Türkiye demokrasisinin standartlarını yükseltir, Türkün ve Kürdün ekmeğini büyütür. Ancak unutmamalı ki bu ülkede Kürtlerin kimliğini tanıma anlamındaki en somut adımlar AK Parti iktidarlarınca atıldı. Kürt kimliğinin normalleşmesi, TRT Kurdî’nin 24 saat Kürtçe yayın yapması, üniversitelerde Kürt Dil ve Edebiyatı Bölümlerinin açılması, henüz sembolik düzeyde de olsa Kürtçe öğretmenlerinin atanması gibi adımlar AK Parti döneminde oldu. Yine ilk defa AK Parti döneminde, hem de başbakanın ağzından, bu devletin Kürtlerin de devleti olduğu gerçeği ifade edildi ve Irak Kürdistanı Devlet Başkanı Mesut Barzani, en ince diplomatik nezaket kuralları çerçevesinde Ankara’da bir devlet başkanı gibi ağırlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ömrünü Kürt halkının davasına adamış olan Şerafettin Elçi’nin adını, memleketi Şırnak’taki havalimanına verdi. Kürt meselesinin sivil ve demokratik siyaset ekseninde federatif çözümünden yana olan HAKPAR ve yine Kürtlerin meşru ve sivil politika çerçevesinde gerekirse ayrılma hakkının da olması gerektiğini dile getiren PAK gibi Kürt partileri bu dönemde kuruldu. Kürt şair ve politikacı Kemal Burkay’ın otuz yıllık sürgün hayatı bu dönemde sona erdi. Oysa İttihatçı-Kemalist devlet paradigmasında, böyle adım ve özgürlükler tahayyül bile edilemezdi.
Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri Kürt olmalı
Şüphesiz bunlar yeterli değil. Kürtler anadilde eğitim ve Kürtçenin bu ülkenin iki resmi dilinden biri olarak kabul edilmesi uğruna, asla şiddette tenezzül etmeden, sivil ve demokratik siyaset zemininde mücadele etmeli. Kürtler şunu da akıllarında tutmalı: Bugün “hayır” cephesinin öncülüğünü yapan, tapınak şövalyeleri gibi 12 Eylül Anayasasının kimi maddelerini kutsal metinler mertebesinde “dokunulmaz” gören İttihatçı-Kemalist cepheden bir şey çıkmaz. Ancak başkanlık sistemi geldiğinde, vicdanlı bir başkan Kürt meselesini pekâlâ çözebilir.
Eğer HDP 7 Haziran seçimlerinden sonra CHP’nin peşine takılmak gibi tarihi bir hatayı işlemeyip, AK Parti gibi barış sürecinde elini taşın altına sokmuş ve bu yolda çok önemli bir mesafe kat etmiş bir hareket ile yol almayı planlamış olsaydı, bugün Kürtlerin ve ülkenin durumu böyle mi olacaktı? Çözüm sürecinin mimarı ve başlatıcısı, “yeter ki kan dursun ben baldıran zehrini içmeye razıyım” dediğinde, senin de çıkıp onun elini güçlendirerek kendisini onurlandırman gerekirdi. Oysa sen, Kürt halkını her durumda “sözde vatandaş” gören İttihatçı-Kemalist akıl hocalarının peşine takılıp, doğrudan doğruya onun şahsını ve iktidarını hedef aldın. Böyle bariz bir hata yapılır mı? Ancak yüz yıl sonra ortaya çıkmış bir muhatap bu şekilde itibarsızlaştırılabilir mi? Haydi diyelim tarih bilmiyor, siyaset bilmiyor, strateji bilmiyor, diplomasiden de anlamıyorsun; hiç mi Kürt kan dâvâlarının nasıl da barışla sonuçlandırıldığına tanıklık etmedin? Barışta ilk adım muhatabı onurlandırmakla atılır.
Kürtler hata üstüne hata işlemekten uzak durmalı, yeni yanlışlarla hem sorunların çözümünü hem de kendi hayatlarını daha da zorlaştırmamalı. Önümüzdeki referandumda anayasa değişikliğine “evet” deyip, barış, özgürlük, dil hakları ve eşit statüde vatandaşlık şiarını yükseltmeli. Türkiye başkanlık sistemine geçmeli ve Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri de Kürt olmalı.