Ana SayfaYazarlarAnkara garı katliamı bir ‘kırmızı pazartesi’ cinayeti miydi?

Ankara garı katliamı bir ‘kırmızı pazartesi’ cinayeti miydi?

 

Serbestiyet’teki 2 Mayıs (pazartesi) tarihli yazım, kutuplaşmış gazetecilik ortamımızda, kamusal önemi apaçık haberlerin bir bölümünün iktidara yakın medyadan, bir bölümünün de muhalif medyadan ‘yüz bulmadığı’na dairdi. Bu koşullarda, bir ‘taraf’ın ilgilenmeyip üstünü örtmeye çalıştığı gelişmelerden haberdar olmak, ancak öbür ‘taraf’ın gazetelerine baş vurmakla mümkün olabiliyordu. Ne var ki, bu haberler de kamusal yarardan ve ‘hakikatin hatırı’ndan çok ‘karşı taraf’a hasar verme amacıyla kotarıldığı için, ortaya çıkartılan şey, çoğu kez hakikatin eksik, manipüle edilmiş, çarpıtılmış bir biçimi oluyordu.

 

Aynı yazıda, bütün bunlardan yola çıkarak kendime yeni bir görev peydahladığımı duyurmuştum. Bundan böyle bu türden haberleri, haberi gizlemeyip üzerine giden gazetelerden izleyecek, fakat öte yandan o haberlere de eleştirel bir gözle bakacak, onların sahiplerine de bazı sorular soracaktım.

 

Nitekim bugün için o türden bir haberin anonsunu yapmış, okumakta olduğunuz yazının konusunu, “10 Ekim 2015’teki Ankara garı katliamının, polisin ‘ihmal’i çok aşan, yer yer kasıt ihtimalini düşündürten ölçülerdeki tutumu nedeniyle gerçekleşebildiğine dair haberler” olarak belirlemiştim.

 

Bu hatırlatmalardan sonra artık başlayabiliriz…

 

Ankara garı katliamına da mı ‘yol verildi’?

 

Hrant Dink cinayetinde, başta polisler olmak üzere bazı devlet memurlarının suçlandığı iddianamede, savcı, Dink cinayetinin devlet içinde ‘yol verilen’ bir cinayet olduğunu öne sürdü ve ismini saydığı çok sayıda yüksek düzeydeki devlet memurunun cezalandırılmasını istedi. Savcıya göre, Dink’in öldürülmesi bir ‘araç suç’tu, bir de ‘amaç suç’ vardı. Amaç suç, bu cinayete önce ‘yol vererek’, ardından da onu bahane ederek polis hiyerarşisinde köklü değişikliklere girişmekti. Savcıya göre, Dink cinayetine işte bu amaçla yol verilmişti.

 

Devlet içinde, ‘amaç aracı haklı kılar’a inanan, bazı amaçlar için yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanacak eylemlere bile ‘yol verilmesini’ mubah gören 100 yıllık Makyavelist bir damarın bulunduğunu artık hepimiz biliyoruz. 1915 Büyük Felaket’inden başlar ve gider bu silsile: 6-7 Eylül, Maraş, Sivas, Çorum ve devamı…

 

10 Ekim 2015’teki Ankara garı katliamıyla ilgili olarak nisan ayının ikinci yarısında kaleme alınmış bir dizi haber, bu katliamın da devlet içinden birilerinin ‘yol vermesiyle’ mümkün olabildiğini düşündürten ayrıntılar içeriyor. Sözünü ettiğim haberlerin tamamı, olayla ilgili bir soruşturmanın gerekip gerekmediğini araştıran müfettişlerin ön inceleme raporlarına ve o raporların ekindeki belgelere dayanıyor.

 

Baştan söyleyeyim: Müfettişler çalışmalarının sonunda “soruşturma gerekir” raporu verdiler ama Ankara valisi olayla ilgili soruşturma açılmasına izin vermeyince dosya kapandı.

 

Şimdi, sözünü ettiğim gazetecilerin haberlerinden faydalanarak dikkatinize bazı bilgiler sunacağım. Bakalım, bu bilgiler ortadayken valinin soruşturmaya izin vermeme kararını siz nasıl değerlendireceksiniz?

 

62 adet istihbarat notu

 

Konuya dair ilk haber, Kemal Göktaş imzasıyla 13 Nisan’da Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı (ki biz esas olarak bu ‘ana haber’ üzerinden gidecek, bu haberi destekler nitelikteki öbürlerini küçük notlar halinde aktaracağız).

 

Haber, İçişleri Bakanı Efgan Ala tarafından görevlendirilen iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişinin hazırladığı 25 Şubat 2016 tarihli raporun ayrıntılı bir dökümünü içeriyordu.

 

Raporun eklerinde, 1 Ocak 2015 ile 10 Ekim 2015 tarihleri arasında polis ya da MİT tarafından hazırlanan, tümü canlı bomba saldırılarına ilişkin 62 adet istihbarat notu bilgisi yer alıyordu.

 

Müfettişler, bu istihbarat notu bilgilerinden bazısını “Ankara Garı’ndaki gösteri öncesinde alınacak güvenlik önlemleri planlamasında değerlendirilmesi gereken” başlığıyla sınıflandırmış, bunlardan birine de özel bir önem atfetmişlerdi.

 

Özel önem atfedilen istihbarat raporu, saldırıdan 26 gün önce, 14 Eylül 2015’te düzenlenmişti. Müfettişler, kendi raporlarında, bu istihbarat notundaki bilgileri şöyle aktarmışlardı:

 

“DEAŞ’ın ülkemizde büyük bir eylem yapma kararı aldığı, bu eylemle ilgili olarak seçtiği grubu Suriye Deyr Zor’da bulunan bir kampta özel eğitime tabi tutmaya başladığı, eylemin uçak-gemi kaçırma ya da miting-kalabalık yerde çok sayıda canlı bomba patlatma şeklinde kompleks bir eylem olabileceği yönünde teyide muhtaç bilgiler elde edildiği…”

 

İstihbarat notu neden ilgili makamlara iletilmedi?

 

Hayır, mesele, böyle bir uyarıya rağmen eylemin nasıl olup da engellenemediği ya da mitinge neden izin verildiği değil… O da var, müfettişlerin raporlarında ona ait sorular da var ama bu istihbarat notuyla ilgili olarak müfettişler çok daha önemli bir gerçeği ortaya çıkarmışlar. Rapordan anlıyoruz ki, bu istihbarat notu, onu değerlendirme ve tedbir alma makamında bulunanlara hiçbir zaman iletilmemiş. Raporda bu durum şu cümlelerle aktarılıyor:

 

“DEAŞ’ın mitinglerde birden fazla canlı bomba patlatma şeklinde eylem gerçekleştireceğine dair istihbari bilginin önemli bir bilgi olduğu, bu bilginin ise adı geçen (TEM C Büro Amiri Hüseyin Özgür Gür – A.G.) tarafından değişik saiklerle bağlı olduğu TEM Şube Müdürüne bildirilmediği ve olası emniyet tedbiri planlamasında veya mitingin iptal edilmesine gerek olup olmadığını değerlendirme yetkisi olan üst amirlere ulaşmasının en azından ihmal suretiyle engellemiş olduğu, kaldı ki bundan çok daha önemsiz olduğu anlaşılan bilgilerin TEM Şube Müdürlüğünce ilgili birimlere tamim edildiği anlaşıldığından, adı geçenin bahse konu istihbarat bilgisini üst amirleri ile paylaşmamasının en azından bir ihmal olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin adli makamlar tarafından soruşturulmasında kamu yararı bulunduğu…”

 

Müfettişlerin raporlarında kendilerine tatminkâr bir cevap veremediğini de ifade etmelerine rağmen, vali, TEM C Büro Amiri Hüseyin Özgür Gür hakkında soruşturma izni vermedi. Bu kararın gönderildiği Cumhuriyet Başsavcılığı da itiraz hakkını kullanmadığı için dosya işlemden kaldırıldı.

 

Tıpkı onun gibi, eski Ankara Emniyet Müdürü Kadri Kartal, eski İstihbarat Şube Müdür Vekili Cihangir Ulusoy, TEM Şube Müdürü Hakan Duman, eski Güvenlik Şube Müdür Vekili Adem Arslanoğlu hakkındaki soruşturma isteği de geri çevrildi.

 

Vali temin ediliyor: Miting yapılabilir

 

Eski İstihbarat Şube Müdür Vekili Cihangir Ulusoy hakkındaki ‘soruşturulmalı’ kararının dayanağı da ilginç: İl güvenlik toplantısında vali, “mitingin yapılmaması durumunda ne olacağını” sorduğunda, Ulusoy ve il emniyet müdürü mitingin yapılması yönünde görüş bildiriyorlar.

 

Müfettişler, bu kadar risk içeren bir mitingin iptal edilmemesinin makul gerekçelerini duyamadıklarını düşünüyorlar ve Ulusoy hakkında soruşturma açılmasında kamu yararı görüyorlar.

 

Polisler uyarılıyor: Uzak durun

 

Vali soruşturma iznini geri çevirdiğine göre, müfettişlerin, mealen “güçlü bir saldırı ihtimali vardı ve 102 vatandaşımız  istihbarat ve güvenlik aşamalarındaki zaaflar nedeniyle ölmüş olabilir” şeklindeki kuşkularına katılmıyor demektir. Yani vali, mealen, “Eldeki bilgiler mitinge bir canlı bomba saldırısı olabileceğine delalet etmiyordu, o nedenle de ‘eldeki bilgiler bir canlı bomba saldırısına delalet ediyordu’ noktasından hareket eden müfettişlerin soruşturma talebine izin vermedim” demiş oluyordu.

 

Fakat bir nokta var ki, valinin bu akıl yürütmesini çürütüyordu, o da şu: Mitingden önce emniyet birimlerine gönderilen Emniyet tedbir yazısında, “bütün personelin öncelikle kendilerine yönelik olası ‘canlı bomba’ konusunda duyarlı olmaları” talimatı verilmişti.

 

Bu da gösteriyor ki, canlı bomba ihtimali polisin son derece ciddiye aldığı bir ihtimaldi ve fakat müfettiş raporunda da belirtildiği gibi bu ihtimalin gereği yerine getirilmemişti.  

 

Suçlama bu kez emniyet amirinden: Bize istihbarat gelmedi

 

Yine müfettiş raporuna dayandırılan ve Evrensel gazetesinde yer alan birkaç haber, saldırının ancak ağır ihmal ya da kasıt sonucu oluşan istihbarat ve güvenlik zaafları ‘sayesinde’ gerçekleştirilebildiğini düşündürtecek nitelikte. (Müfettişlerin de raporlarında ifade ettiği gibi, bu aşamada somut bir suçlama yöneltilmiyor adı geçen polislere; ben de yöneltmiyorum… Sadece, ortadaki bazı emareler nedeniyle yargının harekete geçmesi ve konuya açıklık getirmesi isteniyor.)

 

Bunlardan birinde A. A. Adlı emniyet amirinin ifade tutanağına yer veriliyor. A. A., ifadesinde uzun uzun eylem planlamasının ve eylemin uygulamaya konmasının ‘tarihçe’sini anlattıktan sonra, eylemcilerin nasıl olup da sınırdan girdikten haftalar sonra Ankara’ya girebildiklerini sorguluyor. Ankara’da görevli bu amir, kendi suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışırken şöyle diyor:

 

“Sorumlu olan devlet kurumları ve personeli varken, Suriye’den Ankara’ya kadar herhangi bir şey yapılmadığı ve bu teröristlerin tespit edilip yakalanmadığı, bize gelen kesin bir istihbaratın olmadığı, teröristlerin Ankara il sınırları içerisine girdikten sonra yaklaşık 50 dakika içerisinde, Tren Garı Ulaştırma kavşağında taksiden inip, yaklaşık 6 dakika 30 saniye sonra eylemi gerçekleştirdikleri düşünüldüğünde sorumluluğumuzun olmadığı anlaşılacaktır.”

 

Görüldüğü gibi, bu defa saldırı öncesi istihbarat ve güvenlik problemlerinden söz eden kişi gazeteciler ya da müfettişler değil, bir emniyet amiri… Fakat onun sözleri de valiyi soruşturma izni vermeye ikna edememiş.

 

 

Böyle bir habere bigâne kalmak

 

Bitirmeden önce, izin verilmeyen şeyin ne olduğuna bir daha bakalım: Ortada bir suçlama yok, suç isnadı dahi yok; sadece bir hazırlık soruşturması için ‘yeterli emare’ olup olmadığına, soruşturmada ‘kamu yararı’ bulunup bulunmadığına bakılıyor ve idareye bir öneride bulunuluyor.

 

Örneğimizde müfettişler ‘emare’ de var, ‘kamu yararı’ da var demiş oluyorlar.

 

Konu tartışılıyor, zaten gerekli itirazlar da var.

 

Biz kendi sorumuzu soralım: Böyle bir habere bigâne kalmakla gazetecilik mesleği bağdaşır mı?

 

NOT. Bu yazının sunuşunda, bir ‘taraf’ın gizlediği haberleri öbür ‘taraf’ın gazetelerinden izlerken dikkatli olmamız gerektiğinden söz etmiştim. Çünkü kutuplaşmış gazetecilik ortamında onlar bu işi yaparlarken ‘hakikatin hatırı’ndan çok ‘karşı taraf’a hasar verme güdüsüyle davrandıkları için, haberlerinin manipülatif, eksik, çarpıtılmış olma ihtimali vardı.

 

İktidara yakın gazetelerin görmek istemedikleri bir haberi muhalif Cumhuriyet gazetesinden aktardığım bu ilk yazıda, bu gazetenin başka bir ‘canlı bomba’ eylemiyle ilgili olarak sergilediği performans, kaygımın ne kadar yerinde olduğunu gösterir nitelikteydi.

 

Cumhuriyet, 27 Nisan’da Bursa’da gerçekleştirilen ‘canlı bomba’ eylemini, ‘tekbirle patlattı’ sürmanşetiyle verdi. Kaynak ‘görgü tanıkları’ idi (“görgü tanıkları kadının tekbir getirdiğini söyledi”). Fakat başka hiçbir gazete bu ‘kaynağı’ ciddiye almamıştı ya da böyle bir ‘kaynak’ yoktu ki, haberi Cumhuriyet’ten başka kimse böyle vermemişti.

 

Olayı, PKK’dan kopan Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) adlı grup üstlenince de, haber Cumhuriyet’in iç sayfalarında tek sütunda görüldü. Yani, bu haberi (‘tekzibi’) görmediğini varsayabileceğimiz binlerce Cumhuriyet okuru hâlâ ‘tekbir’e inanıyor!

 

 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik