3. Uluslararası Zeytinburnu Öykü Festivalinin başlığı ancak anlatırsak varolabileceğimiz gerçeğinin dışavurumu sanki. Bu sene de Türkiye’nin çok kıymetli öykücülerinden öyküler dinlemek okumak nasip oldu. Dillerini üsluplarını olgunlaştırmış genç öykücülerle tanışmak onur vericiydi. Küçük bir yazıda her şeyi ele almak ne yazık ki imkansız. Fakat festivaldeki değerli panelleri, etkinlikleri, konuşmaları internetten izlemek mümkün. Festivale farklı ülkelerden gelen öykü yazarlarının kitapçıkta yer alan öykülerinden bahsetmek istiyorum kısaca. Çünkü çevirisi yapılmış belli Avrupalı yazarlar dışındaki hissiyata aşina olamıyoruz kolayına. Festival seçkisine hikayesini yollayan, ülkelerinde hatta dünya çapında başarılara imza atmış yazarlar elbette ülkelerinin toplumlarının hikayesine dair bulurlu da olsa ipuçları veriyor. Seçip yolladıkları ve seslendirdikleri öyküler için toplumsal temsilden söz edilemez elbette fakat afaki de olsa genel gündemlerine dair bir fikir edindiğimi söyleyebilirim.
Seçkideki sıralamayla bir göz atalım.
***
Ljubljana doğumlu Slovak yazar Andrej Blatnik’in Emniyetli Yer öyküsü, dünyanın tekinsizliğini en açık biçimde ortaya koymakta. Bebek sahibi olmayı bilinçli bir şekilde tercih etmeyen kadının devamında gelen duygu, ilişkilerin kısmet dağıtan fallardaki gibi yürümediğine dair bir uyarı. “Ne kadar da hoş şeyler söylüyordu fal! Sonsuza dek sürecek bir aşk, tonlarca para, iyi evlatlar…İkisi de iyi insanlardı ve dünya adil bir yerdi….Fakat işte bak, bela geliyorum demiyordu…İki dakika sonra elektrikli testere ile havuzun kenarındaki çalıyı budayan bahçıvanın ayağı kayıverecekti ve maalesef adam testere elinde havuza düşecekti.”
İrlandalı yazar Billy O’Callaghan’ın kahramanı ise uzun yıllar birlikte yaşadığı tek göğsü alınmış öteki de alınmak üzere olan karısıyla ilişkisine son noktayı koymak üzere bir restoranı seçmişti. Yan masadaki bir zamanların ünlü dövüşçüsü adamı tanımamak ne mümkün. Onun artık gücünü kaybetmiş şöhreti, sönümlenmiş oturuşu gibidir karısıyla arasındaki ilişkinin bitişi. İki halin tanımı ve betimlemesi de aynı başlıkla anılabilir, Havlu Atmak denir buna öykünün başlığındaki gibi.
Brezilya’dan katılan Carol Bensimon’un öyküsü de oralarda yaşanan derin uçurumlar içeren toplumsal sınıfların, çelişkilerin, ruhsuz yönetimlerin ve halk arasındaki çatlakların bir yansıması. Duman Ortasındaki Atlar’da gereksiz yapılaşmalar için feda edilecek ağaçları kurtarmaya çalışan, çadırlarda nöbet tutan insanlarla onları gözlemeye gelen kişinin arasındaki zihinsel uçurum anlatılır. İnsanların kendi yaşamlarından, kariyerlerinden fedakarlık ederek doğaya sahip çıkma girişimi karşısına anlamsızlık duygusuyla izleme ve yabancılaşma hali konulmuş.
İsveçli yazar Cecille Davidsson’un Yara Bandı hikayesi, her birine anıtsal anlamlar yüklediği eşyalarıyla çevrili, tek başına yaşayan adamın yalnızlığı kutsama mecburiyetiyle ilgili. Onu üzen ezen bir şey vardır ama bunu hakkıyla anlamlandıramaz, verandadaki kara sineklerdir belki kahreden, belki başka bir şey. Yaraları vardır ama bantlamak istediğinde bulamaz onları.
Guatemala’da doğup yaşamını NY’da sürdüren David Unger’i az sıkıştırmadı öykü severler. Ülkesindeki askeri darbeyi ve bu felaketin vatanında yol açtığı travmaları yazıyor orada yaşamasa da. Küçücük bir çocukken ABD’nin desteğinde gelişen kötü olayların etkisinden kurtulmak için yine bu ülkeye göç etmiş bir ailenin çocuğu. Öyküsü Göçmen’de yabancı bir ülkede iş görüşmesine çağırılmış babasının elinden tutmuş, otobüs beklerken başlarından geçen her şeyi anımsayan bir çocuğun hissiyatını çarpıcı biçimde anlatıyor.
Macaristan’ın hikayecisi Edina Szvoren anne baba sıkıntısını ele alan İş Adıyla İnsan öyküsünü seçmiş bizim için. Genç kahramanı dokuz ay karnında taşımış olan pomat kokulu kadın, sosyal sigortalar görevlisi, loto oynuyor, ama arada bir gemi gibi yan yatsa da eğilmeyen biri. Bir yazısı yüzünden çocuğuna hemen küsen ve bir daha konuşmayan babaya karşılık, gücü fosilleşmiş eğrelti otlarına bin basan annenin el izi, şefkati bambaşka.
Konuklardan iki Arap yazarın da savaştan ve kıyımdan söz eden öyküler seçmeleri tesadüf mü? Bölgemizin çatışma acısını dışa vuruyorlar diyebilir miyiz acaba? Ürdün’lü yazar Hisham Bustani’nin Sondan Önceki Son An öyküsünde ülke ve toplum kanlı bir arenadır. Hikayede katilin ve maktulün yüzüne zum yapar. Katile bakalım: “Otuz iki sene. Evliyim ve üç çocuğum var. İki kız bir oğlan. Köydeki evin bahçesine bakarım, hergün ziyaret ettiğim annemin elini öperim o da başımı okşar…eşime sevdiği tatlıyı alırım…”
Kahire’den katılan Muhammed el Bali ise bize eski zamanların saltanat kavgalarını anlatan geleneksel bir öyküyü anlatır Kan Kalesi’nde. Aslında herkes iyilik için savaşıyor ve fitne ateşini söndürmek istiyordur. Makam ve mevkilerde gözü olmayan fakat nedense taht kavgasından da geri duramayan yaşını başını almış insanlar başka taraflarca çocuktan emir almaya zorlanmaktadır.
***
Tilman Rammstedt ise Berlin’den geldi. Kaptanlarım hikayesinde genç bir adama yön vermeye kalkışan, birilerinin hayatını etkileyen yönlendiricileri anlatmış. Denizcilik konusunda ona bildiği her şeyi anlatan, son ders olarak ta anlattığı her şeyi unutmasını salık veren ilk kaptanı, hayatında hiç deniz görmemiş hatta deniz tutan bir adamdı. Dünyaya inanmadığı gibi ayaklarının altında dönüp durmasından rahatsız olduğu için kendini sandalyeye bağlayan adam, yine de insanlara kaptanlık yapmaktan geri durmuyordu. Çünkü belli ki onun böyle bir iddiası olmasa da, insanlar onu kaptanlığa zorluyordu. Çünkü kaptan ihtiyacı vardı ortalıkta. Ne güçlü çağrışımlarla dolu bir hikaye.
Bizi hem kendi öykümüzle hem de takip etmemizin çok güç olduğu başka milletlerin öyküsüyle buluşturan festivale her aşamada emek bütün öykü emekçilerine minnettarız. Kendisi de fotoğraf çeken Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın’ın Sanata edebiyata inancı olmasaydı bu festival olmazdı. Çok kıymetli öykücülerimiz, Festivalin yönetmeni Aykut Ertuğrul ve danışmanı Cemal Şakar’a da bu öykü ve iyilik adasında birkaç gün geçirmemizi sağladıkları için teşekkürler.