Abû’l Farac, kendi adıyla anılan Tarih’inde Aristoteles hakkında şöyle yazar: “…Tek başına yürüdüğü zaman süratle adım atar, başkalarıyla yürüyünce ağır ağır ilerlerdi. Kitap okuduğu zaman ara sıra uykuyu büsbütün unutmuş görünüyordu. Her kelimeye ehemmiyet verir ve onun kuvvetini itina ile araştırırdı. Bir sual sorulduğu zaman süratle cevap vermez, cevabını bir müddet sonra söylerdi. Şarkıları (destanları) severdi. Biri ile münakaşaya girişti mi, münakaşayı kazanıp kazanmamayı düşünmez, fakat hakikatle alâkadar olurdu. Yanıldı mı, yanlışını itiraf ederdi. Kendisi ile münakaşa eden kimse hakikati anlatırsa bu hakikatı seve seve kabul ederdi. Giyinişi, yemesi, içmesi, aile hayatı, hisleri ve heyecanları övülmeye lâyıktı. 68 yaşında öldü ve bir oğul, bir kız, bir zevce, köleler, cariyeler ve birçok mallar bıraktı.”
Aristoteles’e göre kölelik doğada var
Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, Aristoteles’in veya kısaca Aristo’nun evinde kendisine hizmet eden köleler bulunmaktaydı. Peki, maddî mirası köleleri de içeren Aristo, kölelik konusunda ne düşünüyordu? Pek çok konudaki düşünceleri, ölümünden iki bin yıl sonra bile geçerli kabul edilen Aristo’nun, kölelik konusundaki fikirlerini nasıl ele almalıyız? Gerçek şu ki, Bertrand Russell’a göre fikirleri “neredeyse Kilise’ninki kadar tartışılmaz” hale gelen Aristo, felsefede olduğu gibi bilimde de uzunca bir dönem ilerlemenin önünde engel oluşturdu.
Bir kurum olarak köleliğin 20. yüzyıla kadar devam ettiğini biliyoruz. Acaba bu meselede Aristo’dan kaynaklanan bir gecikme söz konusu muydu?
Aristo’nun kölelik hakkındaki görüşlerini hatırlatarak konuya bir giriş yapabiliriz. Filozof, kölelik meselesini daha çok Politika adlı eserinde ele almıştı. Aşağıdaki alıntılarda kullandığımız cümle ve pasajları Mete Tunçay çevirisinden aldığımızı belirtmekte fayda var. Cümleler bazı durumlarda birbirlerinin devamı şeklinde değil; o nedenle, farklı pasajlarda verilmiş olan cümleleri yan yana getirirken araya üç nokta (…) koydum.
Kölelik konusunda Aristo şöyle yazar: “İşleri bedenlerinin kullanımından ibaret kalan ve kendilerinden daha iyi bir şey beklenmeyecek olanlar doğadan köledir…. Doğadan köle bir başkasına bağlı olabilen, dolayısıyla da bağlı olan ve akıl yürütme yetisinden anlayacak kadar pay alan, ama ona sahip olacak kadar pay almayan bir kimsedir. Öteki hayvanlar, sahiplerine akıllarını işleterek değil, söz dinleyerek hizmet ederler. Kölelerin kullanılması da, evcil hayvanlarınkinden hiç ayrılmaz; biz her ikisinden de bedensel gereksinimlerimizin giderilmesinde yararlanırız. Bu durumda doğa özgür kişiler ile kölelerin bedenlerini ayrı ayrı yapmayı amaçlamıştır: Köleler zorunlu kol işleri için yeterince güçlü, özgür kişiler ise bu çeşit işlere yarayamayacak biçimde dimdik, ama bir devlet yurttaşının yaşamı için, savaşla barış arasında bölünen bir yaşam için pek uygun olarak yaratılmıştır… Öyleyse, apaçık, doğadan bazıları özgür bazılarıysa köledir ve bunlar için kölelik etmek hem doğru hem de uygundur.” Aristo’ya göre köleler, özgür olmadıkları için mutluluktan da pay alamazlar.
Yukarıdaki alıntıdan, Aristo’nun köleliği bütün halklar için doğuştan ve doğadan kabul ettiği gibi bir sonuç çıkıyor. Ancak biraz daha yakından baktığımızda, Yunanlıları bu kategorinin dışında tuttuğunu görmekteyiz. Zira ona göre “[K]öleler Yunan olmamalı”dır. Öte yandan Aristo köleliği doğadan ve doğuştan köle olanlarla da sınırlamaz; savaşta mağlup edilenleri de köle yapmanın haklı olduğunu düşünür.
Köleler ve medeniyet
Aristoteles’e göre devlet, insanların yüksek düzeydeki ahlaki ve entellektüel ihtiyaçlarını karşılamak amacı için vardır. İnsanlar sadece devlet sayesinde barbarlıktan kurtulup insanlaşabilirler. Zaten insan doğası, kalıtsal olarak kendisini politik yaşama sürüklemektedir. Böylece Aristo, bireyin kendisini tam anlamıyla ifade etmesinin yalnızca devlet ile mümkün olabileceğini söyler. Ona göre, sosyal hayat olmasaydı insanlar birer canavar olurdu. Aristo devletinin kökenini, insanların bireysel ihtiyaç ve arzularını tatmin etme çabasında arar.
Aristo’ya göre devlet faydacı (utilitarian) bir zeminde kurulduğu için kölelik doğaldır. İnsanlar entellektüel kapasite ve fiziksel güç olarak farklı olduklarından, bazıları doğa tarafından efendi, bazıları ise köle olarak tasarlanmıştır. Yüksek bir entellektüel kapasite bağışlanmış olanlar emir vermek içindir; daha az akıl ve sağduyuya sahip olup vücut açısından güçlü olanlar ise sadece emirleri yerine getirmek için uygundur. Bu koşullar altında, eğer efendiliğin yetki ve gerekleri ihmal edilmezse, kölelik karşılıklı olarak yararlıdır.
Antik Yunan’da köle sahibi olmak, vatandaşların siyasi yaşamda daha özgür olmalarını sağlayan önemli bir unsur sayılırdı. Öncelikle iş gücünden yararlanılması düşünülen köleyi haksız yere dövmek ve eziyete maruz bırakmak, hubris, yani kibirlilik olarak görülürdü. Bu yönüyle Atina’daki köleler Sparta’dakilere nazaran daha iyi bir yaşama sahipti, zira Spartalılar, spor ve savaş antrenmanlarında köleleri canlı hedef olarak kullanıyordu. Tabii Antik Yunan’da iş gücünün önemli bir bölümünü köleler oluşturmktaydı. Yunanlılar önceleri köleleri Trakya’dan, daha sonraları da Küçük Asya’nın iç bölgelerinden satın alıyordu. Birçok Yunan şehir devletinde köleler nüfusun yaklaşık yüzde 30’una ulaşmaktaydı. Bir kısmı evlerde hizmetçi olarak, bir kısmı tarlalarda, madenlerde ve atölyelerde çalıştırılıyordu. Atina’da becerikli köleler, yerine göre vatandaşlar ve vatandaş olmayan diğer özgür kişilerle birlikte çalıştırılabiliyordu.
Aristo’nun kölelik hakkındaki düşüncelerini daha iyi analiz edebilmek için, Politika’sından bir alıntı daha yapmakta yarar var. Aristo devletin ortaya çıkışını (a) aile; (b) ilk birlik olarak kabul ettiği köy; (c) son birlik olarak ele aldığı (çeşitli köylerin birleşmesinden oluşmuş) şehir (veya şehir-devlet/i) üzerinden açıklar. Aile, şehri meydana getiren parçalardan biri, en küçük yapıtaşıdır. Ancak aile de kendi içinde parçalara; özgür kişilerle kölelere karşılık gelecek biçimde alt bölümlere ayrılır. Aristo şöyle yazar: “Bir ailenin en küçük parçalarına bölünmesi, üç çift ortaya çıkartır: efendi ile köle, koca ile karı, baba ile çocuklar. Öyleyse, bu üç ilişkiden her birinin ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini kendimize sormalıyız. Bunların ilkini anlatmak için despotluk sözü kullanılır; öteki ikisine daha kesin adları olmadığı için kocalık ve babalık diyebiliriz.”
Platon köleler konusunda Aristo’dan daha ileri fikir sahibiydi
Aslında bu alıntıda Aristo’nun köleleri ailenin bir bileşeni, diğer bir deyimle tamamlayanı olarak tanımladığını görmekteyiz. Kölelerin ve kadınların “bağımlılığını” kabul eden Aristo, her ikisi açısından eşitliğe inanmaz. Hemen şunu da eklemek gerekir: Platon kadınlar ve köleler konusunda öğrencisi Aristo’dan farklı düşünmekteydi. Devlet adlı eserinde, “Demek ki, kadının yaradılışı da erkeğinki gibi devlet bekçiliğine elverişlidir. Yalnız bu yaradılış kadında zayıf, erkekte kuvvetlidir… Devlet yönetiminde kadının kadın olduğu için, erkeğin de erkek olduğu için daha iyi yapacağı iş yoktur. Yaradılışta her iki cinste aynı güçler vardır. Kadın da erkek gibi bütün işleri görebilir” diye yazar.
Ortadoğu’da yükselen birçok erken uygarlıkta kadına, babasının ya da kocasının mülküymüş gibi davranıldığını hesaba kattığımızda, Platon’un kadınlar konusunda çağının oldukça ötesinde bir görüşe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Gene Platon “köle utandırıcı bir mülktür” de diyordu; ancak öldüğünde onun da iki kölesi olduğunu görmekteyiz.
Zamanının zengin üst sınıflarının görüşlerini yansıtan Aristo, “boş vakti” (leisure), diğer bir deyimle “uygun zamanı” medeni bir yaşamın ilk koşulu sayıyordu. Ona göre, insanların eğitimle, politikayla ve diğer soylu amaçlarla uğraşmasına olanak tanıyan, “boş vakit”ti. Eğitimli Helenler, fiziksel çalışmayı sosyal ve ahlaki açıdan “aşağılayıcı” görürlerdi. Kuşkusuz Antik Yunan’da vatandaşa bu boş vakti sağlayacak olan da kölelerdi.
Sonuç olarak Aristo’ya göre kölelerin olmadığı bir medeniyeti düşünmek mümkün değildi. Yani tüm medeniyetler kölelerin omuzlarında yükselmişti. Son olarak Roma’da, tarlalarda ve madenlerde çalıştırılan bir kölenin ortalama ömrünün 25 yıl olduğunu hatırlatalım. Eğer köle olur da daha uzun yaşarsa, sahibi “azizim bizim köle tam otuz yıl yaşadı” diye övünürdü.