102 yıl önceydi, dünyanın üzerindeki günahlar artmıştı. Öylesine artmıştı ki, yeryüzünün bu karanlık yükü taşıyacak takati kalmamıştı. Hırs, aç gözlülük, şehvet, kibir ve daha nice kötü haslet insanın en az kendisine olduğu kadar çevresindeki insanlara da zarar veren karanlık yönleri ayyuka çıkmıştı. Nice meşum maksat için en kıymetli değerler harap ediliyor, insanlar eziliyordu. Aşikardı, iyilikler kötülüklerin altında kalmıştı. İyilik kötülük terazisinde seyyiat hasenata galip gelmişti.
Umumi kaidedir. Zalim iyice arsızlaştığında, mazlumda bir ''ah'' diyecek mecal kalmadığında, yeryüzünün midesi çalkalanmaya başlar. Zilzal suresinde söz edildiği gibi insanın dilinin mühürlenip dünyanın konuşmasının emredileceği güne çok vardı belki ama kusacağı gün yakındı. Bir bulantıdır başlamıştı. Hem de ne bulantı hey hat! Bu öyle bir bulantıydı ki akıbeti hiç iyi olmayacaktı. Nihayet Dünya, 28 Temmuz 1914'te çalkalanan midesini insanlığın üzerine boşalttı. Kainatı ağlatan cinayetleri ve yuttuğu zakkum şerlerini hazmetmediği için yeryüzü içindekileri dışarı boşalttı. Dünya kustu. İnsanlığın başına bir kıyamet koptu. Dünya sırtında taşıdığı bu meşum yükün bir bölümünü 1. Dünya savaşıyla attı.
Yeryüzünün hazmedemediği ve onu zehirleyen şeyleri anlamak için şimdi 1912 yılına gidelim. Okkalı bir örnek için bu yolculuğu yapmaya değer. İngiliz oyun yazarı J. B. Priestly'nin üç perdelik oyununun 2015 yapımı sinema uyarlamasını (ilk uyarlama 1954 yılında Yönetmen Guy Hamilton, ikincisi ise 2015 yılında Yönetmen Aisling Walsh tarafından BBC için yapılmış.) seyrettiğimde, dedim ki, 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı gibi büyük semavi musibetlerin arka planında işte böyle bir zemin mevcut.
'An inspector calls' 1912 yılında, yani savaşın kıyısında bir nisan gecesinde İngiltere'de Üst orta sınıf Birling ailesinin evine, -onlar tam da müstakbel damatlarıyla birlikte kızları Sheila'nın nişanını kutlarken- Goole adında bir müfettişin o akşam intihar eden işçi sınıfından bir genç kıza dair –Eva Smith- çeşitli sorular sormak için gelmesiyle başlıyor. Aile efradı teker teker sorguya çekiliyor. Birling'ler, önceleri burunlarından kıl aldırmasalar da bir süre sonra ortaya çıkan gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Süngüleri iyice düşüyorsa da içlerinde yumuşamayan direngen bir katılığın olduğunu her an hissediyoruz film boyunca.
Yine de buraya bir parantez açıp oğul Eric'i yine de ailenin bu kibirli vurdumduymaz tutumundan biraz ayrı tutmak gerek, o pek âlâ insanların nasıl bir varoluşsal pisliğe battıklarının farkında ve bu farkındalığı deli gibi içerek uyuşturmaya çalışıyor. Zaten içlerinden sadece bu genç ayyaş, insanlığı altüst edecek bir savaşın çıkacağını görecek kadar ayık; diğerleri kibir ve bencillikten sarhoş durumdalar. Ve genç adam film boyunca da gözlerinin üstüne düşen kaşlarının gölgesine gizlenerek bu farkındalığın acısını çekiyor.
Müfettiş onları teker teker sorguya çektikçe kızı intihara sürükleyen olaylar zincirinin her bir halkasından ailenin bir ferdinin sorumlu olduğu ortaya çıkıyor. Eric Birling'in tabiriyle, bu intiharda hepsinin parmağı var.
İşçi sınıfından bir kız olan Eva Smith'in başına gelecek olan talihsizlikler silsilesi Bay Birling'in fukara Eva'yı fabrikasındaki diğer işçileri haklarını aramaları için seferber etmesi sonucu işten kovmasıyla başlıyor. O gün uğradığı bu haksızlık sonradan başına gelenleri tetikliyor. Sorgu devam ettikçe, karşısına çıkan insanların onu sosyal bir mahvoluşa nasıl sürüklendiğini, ailenin her bir ferdinin kendi kişisel zaaflarıyla Eva'yı nasıl sömürdüğünü öğreniyoruz. Sömürerek, terk ederek, kullanarak, yine terk ederek ve kovarak felaketine giden yol taşlarını tane tane dizişlerini flaş back'lerle izliyoruz.
Bencilliğin ayyuka çıktığı, toplumsal sorumlulukların hiçe sayıldığı herkesin kendi çıkarının peşinde koşarken başkalarını ezdiği bir dünyada işçi bir kızın değeri nedir ki?
Son sözünü söyleyip çekip giden dedektifin ardından bir süre kendileri için ve sosyal konumlarının tehlikeye düşeceği korkusuyla kalakalsa da endişe içinde birden akıllarına bu gelenin gerçek bir dedektif olup olmadığı düşüyor. Ve Bay Birling polis şefini aradığında emniyette bu isimde bir müfettiş çalışmadığını öğreniyor.
Bu müfettiş kimdir? Hem oyun hem film bize bunun sırrını öyle kolay kolay vermiyor. Yazarın araladığı sır kapısından gördüğüm, bu gizemli müfettiş Sorgu Meleği'dir.
Dünya acayip.
İnsan daha bir acayip.
Yaratılışından bu yana Dünya'nın defalarca midesi bulanmış ve defalarca kusmuş. Şu günlerde de dünyada olanlara baktığımda görüyorum ki, insanlık ilk yaradılışından beri hep aynı sınava çekilmiş. Kimi zaman kazanmış sınavı kimi zaman çuvallamış. Çuvalladığında hep aynı akıbet. Hep aynı menhus akıbet.
İşte yine aynı sınav kağıdı hepimizin önünde. İşte yine aynı soru cevabını bekliyor. Eğer bu soruyu hakkıyla çözemezsek daha öncekilerin başına gelen felaket bizi de yakalayacak. Dünyayı tutan bulantı en sonunda kusmakla son bulacak. Birling Ailesi'nin o gün kapısını çalan Sorgu meleği onları hem teftişe hem de uyarmaya gelmişti. Ve kapıdan çıkarken ne demişti:
''Eva smith öldü artık. Ona daha fazla zarar veremezsiniz. İyilik de yapamazsınız. 'Özür dilerim, Eva Smith' bile diyemezsiniz. Ama şunu aklınızda tutun. Hala bizimle birlikte geride kalan milyonlarca Eva Smith ve John Smith var. Hayatları, umutları, korkuları, acıları ve mutlu olma şansları bizim hayatlarımızla, düşüncelerimizle, söylediklerimizle ve yaptıklarımızla iç içe olan insanlar… Dünya üzerinde yalnız yaşamıyoruz. Bütün insanlığın sorumluluğu hepimizde. İnsanoğlu bu dersten sınıfta kalırsa çok yakında gün gelecek dersini etrafı ateşle, kanla ve ızdırapla çevrili şekilde öğrenmek zorunda kalacak.''
Ne hikmetli, ne irfanane sözler değil mi?
Ne yazık ki, bizler de burnumuz havada ellerimiz cebimizde ıslık çalarak yürüyoruz önümüze bakmadan. Çekildiğimiz sınavın alaca gölgesi düşmüş üstümüze. Kanın kızılından, asker üniformalarının hakisinden, kasvetin karasından mürekkep bir gölge bu.