Balyoz davası sanıklarının yeniden yargılanmalarını müteakip sanıkların tümünün beraatine (1 Nisan 2015) hükmeden mahkeme, ilaveten bir de suç duyurusunda bulunmuştu: Mademki sanıklara isnat edilen suç bir ‘kumpas’ neticesinde ortaya çıkmıştı, öyleyse bu kumpası kuranlar, yani 2009’da biraraya gelip 2003’te sözde cereyan etmiş sahte bir darbe girişiminin ayrıntılı planını yapanlar yakalanıp yargı önüne çıkarılmalıydı.
Nitekim bu karardan bir süre sonra kamuoyunda ‘Balyoz Kumpası Davası’ olarak bilinen bir dava da açıldı. Ne var ki gazetelerde bu davanın seyrini anlatan haberlere bakılırsa, davanın, beraat kararı veren mahkemenin suç duyurusuyla hiçbir ilgisi yoktu: Açılan davada sadece Balyoz belgelerini 2010’da yayımlayan gazeteciler yargılanıyordu.
Davanın iddianamesinde, sonradan oluşturulduğu söylenen sahte belgeleri kimin, ne zaman, ne surette hazırladığına dair hiçbir şey yoktu; dava dosyasına bugüne kadar beş gazeteciden başka kimsenin adı da eklenmemişti.
İyi de, 1 Nisan 2015’te bütün sanıklar bakımından ‘beraat’ kararı veren mahkeme, yaptığı suç duyurusuyla bu çetenin açığa çıkarılmasını istememiş miydi? Hepimiz öyle anlamamış mıydık? Başta sanıkların yakınları ve avukatları olmak üzere belgelerin tümüyle sahte ve oluşturulmuş olduğunu iddia edenler, gazetecilere bu belgeleri servis eden çetenin elemanları açığa çıkartılacak ve yargılanacaklar diye sevinmemişler miydi? Sanık avukatlarından Haluk Pekşen, mahkemenin suç duyurusuna dikkat çekerek, "Artık yeni bir fasıl başlıyor. Bu davayı üretenler, ortaya koyanlar, başta TSK olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı bu silahsız, siyasi ve ekonomik savaşı başlatanların yargılanmasına başlanacaktır” dememiş miydi?
Peki nerede bu çete?.. Bu sorunun cevabı, “İşte Cemaatçiler yargılanıyor ya” değildir… Tam tersine, bu cevap yeni bir soru üretir, o da şudur: Cemaat'in çanına ot tıkayan onca soruşturmaya rağmen “Balyoz işi”nin nasıl kotarıldığı neden ortaya çıkarılamıyor? Bugüne kadar işte şu, şu, şu kişiler şu tarihlerde şurada ve şurada bir araya gelip bu sahte belgeleri oluşturmuşlar somutluğunda sonuçlar elde edilmiş olması gerekmez miydi?
Sorduğum ve sormaya devam edeceğim sorular…
Bu soruları zamanı geldiğinde soracağımı, mahkemenin beraat kararından bir gün sonra, yani 2 Nisan 2015’te Al Jazeera Turk’te kaleme aldığım “Balyoz’un davası ve hakikati” başlıklı yazımda belirtmiştim:
“Beraat kararının önemli bir unsuru da, mahkemenin ‘kumpası kuranlar’la ilgili olarak suç duyurusunda bulunmuş olması…
“Yeni soruşturmayı yürütecek olan adli mekanizma ve siyasi irade bundan sonra ne yapacak? Burada turnusol sorusu şudur: Sanık ailelerinin de talebi doğrultusunda ‘kumpas’ı hazırlayanların açığa çıkartılması için gerçek bir çaba yürütülecek mi, yürütülmeyecek mi?
“Bu yönde gerçek bir çaba içine girecek savcıların hızla sonuç alacağını, sırf Yargıtay’ın ‘kanaatini’ belirtirken verdiği rakamlara bakarak dahi öne sürebiliriz. Öyle ya, 2009’da harekete geçen ‘çete’, 2003’e dair binlerce isim ihtiva eden bir plan yaparken, ihtiyaç duyacağı verileri ve bilgileri TSK kaynaklarından elde ederken geride bu faaliyete bir şekilde tanıklık etmiş, huylanmış, şüphelenmiş yüzlerce tanık bırakmış olmalı… Hele şimdi, ülkede böyle bir atmosfer oluşmuşken, zamanında (2009’dan sonra) kendi ordusuna kumpas kurmuş hainleri ele verme fırsatını yakalamış bu insanlar savcıya bilgi vermek için sabırsızlanıyor olmalılar. Hatta, bugüne kadar, hiç değilse hükümetin de ‘kumpas’ söylemine dâhil olmasından sonra neden bu yönde ihbarların yapılmamış olduğu da bir soru olarak duruyor ortada.
“Şayet bu gerçekleşmez, ‘kumpas’ı fiilen kuranları açığa çıkarmak için gerçek bir çaba içine girilmezse, işte o zaman izlemekte olduğumuz şeyin, Cemaat’ten darbe yemiş iki gücün; kadim devlet iktidarı güçleriyle yeni devlet iktidarının Cemaat’in çanına ot tıkamak için oluşturdukları ittifakın doğrudan bir uzantısından başka bir şey olmadığı sonucuna varacağız.” (Al Jazeera Turk, 2 Nisan 2015).
Kumpasçı bulamadık, gazeteci verelim…
O yazıyı yazdıktan sonra, ‘kumpas’ı fiilen kuranları, yani oturup onu yazan ‘çete’yi açığa çıkarmak için gerçek bir çaba içine girilip girilmediğine dair bir söz söylemek için makul bir süre bekledim. Yaklaşık 14 ay sonra “Balyoz kumpasçıları’na neden ulaşılamıyor?” (Serbestiyet, 22 Haziran 2016) başlıklı bir yazıyla konuya döndüm.
22 Haziran 2016 itibariyle durumu ‘test ederken’ şu noktalara dikkat çekmişim:
‘Kumpas davası’ adıyla bilinen davada, somut kumpasçılarla ilgili olarak ciddiye alınabilecek herhangi bir gelişme yaşanmamış. Davada, 2010’da belgeleri yayımlayan Taraf gazetesinde çalışan dört gazeteci (Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Yıldıray Oğur, Mehmet Baransu) ve belgeleri Mehmet Baransu’ya verdiği iddia edilen Tuncay Opçin yargılanmaktaymış… Yani bir nevi ‘kumpasçı bulamadık, gazeteci verelim’ hesabı…
Yazıda daha sonra ilk mahkûmiyet kararını onaylayan Yargıtay’ın gerekçeli kararından bir bölüm aktarmışım. Bunu, iddia edilen ‘senaryo’nun ne kadar kapsamlı olduğunu, dolayısıyla böyle bir ‘senaryo’yu hazırlayan ekibin sayıca ne kadar kalabalık olması gerektiğini göstermek için yapmışım. Yargıtay kararının o bölümü şöyleymiş:
"Rakamsal olarak bakıldığında, yaklaşık 5 bin subay ve astsubayın adlarının, özel operasyon ve sorgulama timlerinde, sıkıyönetim mahkemelerinde, gözaltı timlerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında, özel hastaneler ve ilâç depolarında, gümrüklerde vs. kullanılacak personel olarak sıralandığı; ayrıca 13 bin sivil kişinin görev yerleri ve bazı kişisel bilgileriyle, 2 bin tüzel kişinin de adreslerinin belirlenmiş kategoriler içinde listelendiği görülmektedir. Toplam 20 bin gerçek kişi ve kurumu ilgilendiren 2003 yılına ait bilgi ve değerlendirilmelerin, ileri sürüldüğü gibi tamamen kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki savunmalar, dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uymamaktadır. Yapılan çalışmaların kapsamı ve ayrıntıları, sanıkların görev, unvan ve çalışma alanının uyumu, yıllar öncesine ait (2003'e ait) geniş bir sahayı ilgilendiren detaylı bilgilerin, yıllar sonra bu çap ve içerikte kurgu olarak hazırlanamayacağını göstermektedir.”
Kumpas var, kumpasçılar bulunamıyor…
Sonra da işte, bu çapta bir kurgunun oluşturulması için çalışmış olması gereken onlarca, belki yüzlerce kişinin nasıl olup da açığa çıkartılamadığına dair soruyu bir daha sormuşum.
O yazının tarihi 22 Haziran 2016, yani Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) Cemaat’le büyük kavgasını başlatan 17-25 Aralık’ın (2013) üzerinden iki buçuk yıl geçmiş; yani hükümetin polise ve yargıya önemli ölçüde hâkim olduğu, dolayısıyla, ‘Ne yapalım, polis ve yargı Cemaat’in elinde olduğu için yapmak istediklerimizi yapamadık” özrüne sığınılabilecek günler çoktan geride kalmış…
Fakat asıl önemlisi şu: O son yazının üzerinden sadece birkaç hafta geçtikten sonra 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşti ve o tarihten itibaren de Cemaat’in yargıdaki ve polisteki gücü tamamen kırıldı.
Şimdi 15 Temmuz’un üzerinden bile iki yıldan fazla bir süre geçtiği halde hâlâ aynı noktadayız: ‘Balyoz kumpası’ davasında, o dev kurgunun yazımına katıldığı iddiasıyla yargılanan bir kişi bile yok!
Bu işte bir tuhaflık yok mu? Tuhaflıklara, büyük bir kumpasın mağduru olduklarını öne süren sanıkların, onların yakınlarının ve avukatlarının başlangıçtaki ‘Bulun bize kan kusturan zalimleri’ şeklindeki feryatlarından vazgeçmiş olmalarını da eklemek gerekmez mi?
Bu fikri takibin 22 Haziran 2016 tarihli etabının son cümlesi şöyleymiş:
“‘kumpas var kumpasçılar bulunamıyor’ tablosu bir süre daha devam ederse, ‘kumpas’ iddialarının içi tamamen boşalacaktır.”
O cümlenin üzerinden de iki yıl geçtiğine ve “’kumpas var kumpasçılar bulunamıyor” tablosu aynen devam ettiğine göre, bugün ‘Balyoz tümüyle kumpastır’ iddiasını serâzâd haykırmak mümkün mü?