Ana SayfaYazarlarBaran : Aşk var hâlâ, hayali ya da gölgesi

Baran : Aşk var hâlâ, hayali ya da gölgesi

 

Afgan halkının başına gelenler sadece 11 Eylül 2001 sonrası yaşanan acılardan ibaret değil. Daha öncesinde on yıl süren Rus işgali ve acımasızlığı karşısında ülke iç savaşa sürüklenmiş ve kardeş kanı akmıştı senelerce. Muhsin Mahmelbah’ın "Kandahar’a Yolculuk" (2001) filminde uçaktan atılan protez bacakları alabilmek için koşan tek bacaklı onlarca erkeğin oyuncu olmayıp bizzat bacaklarını savaşta kaybetmiş insanlar olduğunu bilmeyen yoktur.  

 

Peki ya talihli sayılıp da evlerini yurtlarını terk eden başka ülkelere sığınabilenler? Şimdi nasıl iki milyon Suriyelinin burada olduğuna alışmaya çalışıyorsak, bir buçuk milyon Afgan mülteci de İran’a sığınmıştı. Dile kolay, yerleşmesi ve normalleşmesi çok zor sayıda nüfuslardan bahsediyoruz. İşte onların hayatından bir kesit şairane yönetmen Mecid Mecidi’nin “Baran” filmi (2001).

 

Afgan göçmeni genç adam, daha yirmi yaşına bile gelmemiş bir Azeri olan Latif, Tahran’da zenginlerin yaşadığı binaların birinin önünden geçerken kapının camındaki yansımasını görünce durup saçını düzeltir. Kapıdan çıkan adamın aşağılayan bakışı, göçmenlerin uğradığı küçümsemeye ve toplumsal konumlarına dair ilk işaret.

 

Latif sert, hırçın, öfke doludur, onu amele olarak çalıştığı inşaat firması için topluca aldığı ekmeklerin buğusu, sıcaklığı az da olsa yatıştırır. Aldıklarının parasını veresiyeye yazdırınca bakkaldan işittiği ihtardan gelen sıkıntı dalgasını, ancak birbirini seven genç bir çiftin masumane eğlencesini seyrederken biraz bastırır. Latif’e çok uzaktır böyle mutluluklar.

 

İnşaatın tozuna toprağına, dumanına, kaynayan kazanlarına ulaştığında dördüncü kattan düşüp ağır yaralanan bir işçiden söz edilmektedir. Neden paraşütsüz atlamış demesi densizliğin ta kendisi ama böyledir Latif; kırıcı, nobran, merhametsiz. Kendisine soğuk davranan birine ‘kardan adama dönmüşsün bir çay al da buzların erisin’ diyen, yüklerin altında ezilen bir işçiyi ‘hadi gayret sen katırdan bile iyi taşırsın’ sözleriyle kızdıran, damda toplanan kuşlara taş atıp kovalayan biri. Ayak işlerinin daha çok da çay tevzi etmenin adamıdır ve alaycı sözleriyle İranlılardan çok çalışıp daha az para alan Afgan işçileri çileden çıkarır. Kaçak işçi çalıştırmanın yasak olduğu ülkede az paraya çalıştırılan adamlar bir de müfettiş korkusuyla sürekli diken üstünde duran ve gerektikçe kaçıp saklanması gereken kimselerdir.

 

Latif’in ustası, günlük yaşamına yetecek miktarın dışında biriken parasını vermeyip onun adına tasarruf eder. ‘Evde seni bekleyen mi var, çocukların mı ağlıyor’ der her istemesinde.   

 

Dördüncü kattan düşüp ağır yaralanmış olan Necef’in babası beş torunundan en büyüğü olan Baran’ı (Rahmet) erkek çocuk gibi giydirip başını atkılarla bağlamıştı. İnşaatın kahyası Memar’ı ona iş vermesi için güç bela ikna etmişken fırsatı değerlendirmek gerekir. Henüz çok genç olan kız torunu ancak bu şekilde çalışabilecekti çay ve mutfak işlerinde, herkes onu erkek olarak bilirken.

 

Latif’e gelince; koşullar onu acımasızlaştırmıştı, mutfaktaki işini Rahmet’e kaptırınca ağır çimento torbalarını taşımaya başlamak ağırına gitti, kendini tutamayıp tepkisini mutfağı yerle bir etmekle her şeyi kırıp dökmekle gösterdi. Rahmet sessizliğiyle, sabrıyla, sükunetiyle genç adamın üzerine şifayla yağmaya başlamıştı bile. Kimseye bir şey söylemeden hızlıca bütün kırıkları temizledi, iç açıcı bir düzen verdi mutfağa koşullar elverdiğince, kavanozlardan birine çiçek ekti ve çiçekli bir perde gerdi bölmeye. Öfke ve intikam yerine iyiliğin yolları döşeniyordu. Latif’in içindeki incinmişlikleri, örselenmeleri yatıştırmaya gelmiş, küllenmiş letaiflerini ateşte pişirmeye başlamıştı. Burada ‘ancak iyilik insanın içindeki yaralara şifa verebilir’ ezeli gerçeği hükmünü icra ediyor.  

 

Mutfakta kalan kirli gömleğini yıkarken Latif öfkeyle çekip aldı elinden. Bir uzlaşmaya, dostluğa doğru kapılıp gitme korkusu sarmıştı anlaşılan. Kendine mani olmak için ertesi sabah dedesiyle işe gelen Rahmet’in üzerine çimento döktü yukarı kattan. Fakat hazırlık safhası belli bir kıvama gelmiş, kader ağlarını örmeye başlamıştı.   

 

Latif çay almak üzere mutfağa geldiğinde filmin en dokunaklı sahnesi gerçekleşti. Perdenin arkasından çok ince bir müzik ve kızın şarkı söyleyen kısık ama dokunaklı sesi geliyordu. Duvarda asılı sırları epeyce dökülmüş küçük bir aynaya bakarak saçını düzeltip yeniden birkaç kat atkının içine saklamakla uğraşıyordu Rahmet. Ayna ne kadar kararmış olursa olsun Latif’in gönlüne düşen süzme ışıkta suret eşsiz bir mücevher gibi parıldıyordu. Latif’in içinden başka bir Latif çıkaracak olan sürecin altın başlangıcı. Bir düşünce aldı sonra. Başına gelenin ne olduğunu anlayamamıştı ama ustasının ne oldu artist gibi giyinmişsin dediği bir özen gelmişti üzerine. Artık o da aynaya bakıyor ve dalıp gidiyor malihulyaya.  

 

Rahmet ekmek almaya giderken peşinden gidip yardım etmek taşımak istedi. İkisi de durumun farkındalardı ama tek kelime bile konuşmamışlardı. Konuşsalar ne konuşacaklar, dile gelecek şey var gelmeyecek şey var. Rahmet’ten gelen tek işaret çay dağıtırken onun geçtiği yere kendisi orada olmadığı halde bir çay ve kağıt üzerinde birkaç şeker bırakması. Bu da aşkın karşılıksız olmadığının biricik iması. Bilme ve anmanın gözetmenin izi.  

 

Rahmet’in yemek sofralarından artan kırıntıları toplayıp çatıdaki kuşları beslemesini Latif derin bir hayranlıkla gizliden seyreder olmuştu. Baştan beri güçsüz bir delikanlı oluşundan dem vurulan dayanıksız görülen genç kızın ruh gücünü Latif üzerinden göstermesi ve onu aşkın ateşinde pişirmesiyle yönetmen kadınlara rol mü veriyor yoksa?

 

Fakat iş sınanmaya gelince imtihanın başkahramanı Latif. Kış bastırırken bir kez bile konuşmadığı selamlaşamadığı Rahmet aklını da kalbini de tamamen dolduruyor. Herkes iş bitimi gülüp eğlenirken onu düşünceler alıyor; bütün iğneleri pençeleri fevrilikleri sökülüp alınmış sanki. Sadece adamın tekini mutfağa girerken görünce panter gibi atılıyor üzerine.  Rahmet korunduğunun, kayırıldığının, merhametle kuşatıldığının farkında.

 

Aşkın şanından olan ayrılık çok hızla gelip çatacaktır. Bir türlü iyileşmeyen Necef çocuklarını alıp Afganistan’a dönmeye karar vermiştir. Latif bir daha hiç görmeyeceği Rahmet için ustasından bir bahaneyle bütün parasını alır, kendisi için canından sonra en hayati şey olan kimliğini de simsarlara satar ve bütün parayı dolaylı yoldan Necef’e yollar. Emaneti alan adam daha sonra ödeyeceğine dair söz verdiği bir not bırakarak parayı kendisine alıp gitmiştir.  

 

Aşkın odunda vermenin, fedakarlığın mütekabiliyetle ilgisi olmadığının kanıtıdır Latif. Rahmetin yollarını gözlerken rastladığı bir sokak ayakkabı tamircisi yaşlı adam içindeki kasırgaları görür gibi ‘yalnız adamın arkadaşı Allah’tır’ der. Bütün parasını da kaybeden Latif’in elinde kalan tek şey Rahmet’in kuşlarını beslerken çatıdaki molozlar arasında bulduğu saç tokası. Eşyalarını yükleyip yola çıktıklarında oradadır ve Rahmet’le bir tek kelime konuşmazlar. Yağmur başlar filmin adı gibi. Rahmet bakmaz yüzüne. Fakat o yüzüne indirdiği çadorun kafeslerinin arkasından Latif’i görmektedir. Arabaya binerken attığı son güçlü adım Rahmet’in ayak izini çamura resmeder ve yağmur dolar izin içine. Latif’e kalan bir iz daha. Aşk var evet, adı, hayali, izi veya gölgesi.

 

- Advertisment -