Hidayet Ş. Tuksal’ın “Daha fazla kahramanlık, daha fazla şehit değil, barış istiyoruz!” başlıklı yazısını okuduğumda, genç yaşında hayatını kaybetmiş olan Fransız şair ve müzisyen Boris Vian’ın sözlerini yazdığı ve Moulidji’nin seslendirdiği savaş karşıtı “Le déserteur” (asker kaçağı) isimli şarkı geldi aklıma. Fransa’nın Vietnam’daki sömürge savaşı sonunda Philips’ten 78 turluk plak olarak çıkan şarkının son kıtası “vatanseverliğe aykırı” bulunarak yasaklanmıştı. Sonra şarkının son kıtası değiştirilmiş ama yasak ancak Fransa’nın Cezayir savaşı ertesinde 1962’de kaldırılmıştı.
“Asker kaçağı”, ABD’nin müdahil olduğu ikinci Vietnam savaşı (1965-70) sırasında Joan Baez ile Peter, Paul ve Mary tarafından yeniden seslendirilmiş ve barış yürüyüşlerinde göstericiler tarafından söylenmişti. Şarkıyı o yıllarda Juliette Gréco, Serge Reggiani, Hugues Aufrey, Eddy Mitchel ve Richard Anthony gibi ünlü Fransız şarkıcılar da seslendirerek, savaş karşıtlığının önemli bir simgesine dönüştürmüşlerdi. Öyle ki Renaud’nun yeniden uyarladığı şarkı, 1991’deki Birinci Körfez Savaşı sırasında düzenlenen barış gösterilerinde de dillerden düşmemişti.
“Asker kaçağı”, askere çağrılan bir gencin savaşa gitmemek için Cumhurbaşkanı’na yazdığı bir mektubun sözlerinden oluşuyor. Genç, mektubunda, “Sayın Başkan, savaşa gitmeyeceğim, ben dünyaya zavallı insanları öldürmek için gelmedim. Sizi kızdırmak için değil ama bilin ki kararımı verdim, askerden kaçacağım” diyor. (Monsieur le président/ Je ne veux pas la faire/ Je ne suis pas sur terre/ Pour tuer de pauvres gens. /Ce n’est pas pour vous fâcher/ Il faut que je vous dise/ Ma décision est prise, / Je m'en vais déserter.)
Genç savaş karşıtı, savaşın insanları, aileleri nasıl yok ettiğini de şu dizelerle aktarıyor: “Doğduğumdan bu yana/ Babamın öldüğünü gördüm/kardeşlerimin gittiğini gördüm/ Ve de çocuklarımın ağladığını/ Annem o kadar acı çekti ki/ Şimdi mezarında, bombalarla alay ediyor/ Solucanlarla alay ediyor/Esir olduğumda, karımı elimden aldılar/ Ruhumu benden çaldılar/Ve de sevgili geçmişimi.” (Depuis que je suis né, / J'ai vu mourir mon père, /J'ai vu partir mes frères/Et pleurer mes enfants. / Ma mère a tant souffert/ Qu'elle est dedans sa tombe/ Et se moque des bombes. /Et se moque des vers. / Quand j'étais prisonnier, /On m'a volé ma femme, /On m'a volé mon âme, /Et tout mon cher passé.)
Gencin savaş kararı alan Başkan’a isyan ettiği bir bölüm de var şarkıda. Tuksal’ın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “siz de şehit olun, biz de şehit olalım inşallah!” sözlerine isyan edişini andırıyor. Tuksal yazısında “o gencecik çocuklar, bizim ve sizin gibileri korumak için şehit oluyorlar Sayın Bakan… Biz yaşayalım diye onlar canlarını veriyorlar… diyor ve ekliyor “Ama bu hiç de adil bir şey değil!” Tuksal’ın bu satırları ve devamı bana şarkının tam da sözünü ettiğim bölümünü, savaş karşıtı gencin Cumhurbaşkanı’na mektubundaki şu sözleri hatırlatıyor: “eğer kanımızı vermek gerekiyorsa/ önce siz verin/İki yüzlüsünüz Sayın Başkan.” (S’il faut donner son sang, /Allez donner le vôtre, /Vous êtes bon apôtre /Monsieur le président.)
Savaşın sorumlusu kim?
Barış insan olan herkesin sadece talebi değil, doğal bir hakkı da. İnsan haklarının başında yaşam hakkı geliyor. Ne var ki içinde bulunduğumuz XXI. yüzyılda, savaş hukukuna da aykırı olarak insanların bu en temel hakkı, başta komşularımız Suriye ve Irak’ta olmak üzere dünyanın birçok köşesinde ayaklar altına alınıyor. Halep’ten çıkmalarına izin verilmediği için ölümün nefesini hisseden sivillerin acıklı durumu ortada.
Türkiye de medya üzerinden yapılan dezenformasyon ve masum insanları hedef alan terör örgütleri marifetiyle yürütülen modern karma (hybride) savaşın hedefinde bulunuyor ne yazık ki. Yaralarını sarmaya çalıştığımız Dolmabahçe katliamını üstlenen PKK, Suriye’de müttefik, hatta “stratejik ortak” sandığımız bir ülkenin silah ve mühimmatıyla hepimizi rastgele vurup öldürüyor. Karşımızda kim oldukları, nerede bulundukları, ne zaman karşımıza çıkacakları bilinmeyen savaşçılar var. Böyle bir durumda hükümete barış çağrısında bulunmak hiç ama hiç adil değil.
Aslında böyle bir çağrı ancak hükümet 90’lardaki Kürtlere yönelik asimilasyon politikasını sürdürüyor, terör var diye demokratik haklarını askıya alıyor ve faili meçhullerle hayatlarını yaşanmaz hale getiriyor olsaydı geçerli olabilirdi. Ama bugün değil. Kürtlerin haklarına yönelik demokratik reformları ve PKK militanlarının topluma kazandırılmasını da içeren silah bırakımı karşılığı siyaset haklarını önceleyen Çözüm Süreci’ni kitap ve yazılarıyla kuvvetle desteklemiş olan biri olarak ben bu çağrıyı adil bulmuyorum.
Çözüm Süreci’ni elinin tersiyle iten PKK, daha sonra terörü en modern yöntemlerle uyguladı, uyguluyor. Bu tutum değişikliğinin arkasında ABD’nin Suriye’de vaat ettiği topraklar olduğu artık kimse için sır değil. Peki neden? Avni Özgürel, “Perdeyi kaldırıyoruz” başlıklı yazısında ABD’nin bu tutum değişikliğini şöyle açıklıyor: “(ABD ile) sorunun temelinde, Obama’nın, önemli ve elzem gördüğü ancak Erdoğan’ın, yanlışlıkları ve Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı tehlikeler (…) sebebiyle itiraz ettiği talepler listesi var. Bunların sonuncusu 2012’de Suriye’ye müdahale, TSK’ni hem Şam yönetimine hem de DEAŞ’a karşı ABD’nin kara gücü olarak kullanma hevesinin Tayyip Erdoğan engeline takılmış olması.” (Http://www.gazetebirlik.com/yazarlar/pkk-obamaterorbesiktas/)
Bu veya başka bir nedenle, PKK ile Çözüm Süreci’nin aynı koşullarda yeniden başlatılması artık mümkün görünmüyor. PKK, Suriye’deki talepleri nedeniyle devirdiği masaya ancak bu talepleri garanti edilirse döner. Yeni kazanımlar elde ederse, bu da Türkiye’nin güvenlik ve toprak bütünlüğünün aleyhine olur. O bakımdan PKK’ya katliamlarını bir an önce durdurması için yüklenmek, arkasındaki emperyalist güçlerin ipliklerini pazara çıkarmak yerine hükümete barış çağrısı yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Barışı istemediğimden değil ama kullanılmasından nefret ettiğim silaha teslim olmayı kabul edemediğimden. Unutmayalım ki bugün bize dayatılan bir karma savaş var. Ve Türkiye’nin güvenlik ve toprak bütünlüğünü tehdit eden bu savaş, Boris Vian’ın karşı çıktığı ülkesinin Vietnam’da sömürgeci emellerle yürüttüğü savaşa hiç ama hiç benzemiyor.