Abdullah Kıran
Geçtiğimiz hafta içinde HDP’li bazı milletvekilleri başkanlık sistemine ilişkin olarak kimi açıklamalarda bulundu. Daha önce, 7 Haziran seçimleri için âdetâ klişe bir slogan haline getirilen “seni başkan yaptırmayacağız” sözü belki de ilk defa bir kenara bırakılarak, bu kez sistemin yapısıyla ilgili beyanat verildi. Oysa daha önce yapılan açıklamalarda koca bir sistem, içeriği boş ve ciddi anlamda amacından saptırılmış bir slogana kurban edilmişti. Sanki Kürtlerin tek derdi, sayın Erdoğan’ın başkan olmaması imiş. Halbuki Kürtler, bütün güçleriyle bu ateşten topu eline alacak ve Kürt meselesine çözüm getirecek bir iradenin ortaya çıkması için çabaladı ve halen de bu uğurda mücadele ediyor.
Kılavuzu Türk solu olan
Ancak kılavuzu Türk solu olan Kürt hareketi, özellikle başkanlık meselesinde iyi bir sınav veremedi. Oysa herkesten çok yeniliğe, değişim ve dönüşüme açık olması gereken HDP, maalesef “başkanlık” meselesinde birdenbire statükocu kesiliverdi; Kemalist ve İttihatçıların peşine takıldı, ya da tuzağına düştü. İttihatçı ve Kemalistleri anlamak kolay; onlar her fırsatta, laik cumhuriyetin kendi yönetimlerinden çıkmasıyla elden gittiğini savundular. İlginçtir, sayın Kılıçdaroğlu, 7 Haziran seçimleri öncesinde bir restorasyon hükümetinden söz ediyordu. Şüphesiz bu da en basit anlamıyla, AK Parti hükümetlerinin yakıp yıktıklarını yeniden düzene sokmak, sistemin özüne geri dönüş yapmak demekti. Çünkü restorasyon bir yenileme değil, daha çok sistemde meydana gelmiş kırık ve dökükleri yamama, eski haline dönüştürme girişimidir. Yani bir nevi yeniden “eski Türkiye’ye dönüş.” Ancak seçmen bu restorasyona onay vermedi.
Gecikmiş beyanlar
Başkanlık meselesini âdetâ kırmızıçizgisi haline getiren HDP, 1 Kasım seçimlerinden sonra reel duruma ayak uydurma babında da olsa, ilk defa sistemin özü ile hesaplaşmayı kabullenmek durumunda kaldı. Partinin önde gelen kadrolarından Dengir Mir Mehmet Fırat, Celal Doğan ve son olarak da Altan Tan, en azından “ başkanlık” sisteminin tartışılması gerektiği konusunda yeni bir tutum benimsediler. HDP Mersin milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, BBC’ye verdiği demeçte, “başkanlık sistemine itirazları olmadığını, karşı çıktıklarının ‘Türk tipi başkanlık sistemi’ olduğunu” söyledi ve “Saddam usulü” bir başkanlık” sistemini değil ama “Amerika, Meksika tipi bir öneri gelirse de, referanduma da gitmeden Genel Kurul’da kabul ederiz” dedi. HDP İstanbul Milletvekili Celal Doğan da “Başkanlık sistemi, demokrasinin içerisinde bir sistem. Buna itirazım yok ama nasıl bir başkanlık isteniyor bunun tartışılması gerekir” şeklindeki sözleriyle, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın düşüncelerine paralel beyanlarda bulundu.
HDP Kars Milletvekili ve parti sözcüsü Ayhan Bilgen, Cumhuriyet gazetesinde yer alan açıklamasında “Başkanlık sistemi dahil tüm modeller tartışılabilir. Ancak tek adamlık gibi özgürlüğü kısıtlayıcı bir yapı olmaz. Toplumun ihtiyacı bu değil” derken, HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan da “Başkanlık sistemini de yarı başkanlık sistemini de parlamenter sistemi de tartışırız. Diktatörlüğü, sultanlığı ve tek adamlığı asla kabul etmeyiz. Söylediğimiz dün de buydu. Bugün de aynı” şeklinde açıklamalarda bulundu.
Zararın neresinden dönülse kâr
Keşke HDP, başkanlık meselesi daha ilk kez gündeme geldiği andan itibaren bu konuda yapıcı bir tutum benimsemiş olsaydı. O zaman sistem, basit bir slogana kurban edilmeden özgür bir şekilde konuşulur ve Kürt kamuoyu da bu konuda daha çok bilgilenmiş olurdu. Şimdi artık yapılması gereken, Kürt meselesinin çözümünü kolaylaştıracak ve ülkeyi 12 Eylül’ün giydirdiği deli gömleğinden kurtaracak yeni bir anayasa için kolları sıvamaktır. Bu yeni anayasa, başkanlık sistemine kapı araladığında, Kürt meselesinin çözümü açısından da büyük bir fırsat doğuracaktır.
AK Parti, başkalık sistemini de hayata geçirecek yeni bir anayasa çalışması başlattığında, HDP muhalif bir cephede durarak bu sürecin dışında kalmamalıdır. Böyle bir tavır, başta HDP olmak üzere herkese kaybettirir. Aksine, HDP ısrarla bu süreçte yer almalı ve yeni anayasa konusunda AK Parti ile işbirliği yapmaktan çekinmemelidir. Ben hem HDP hem de AK Partiyi, bu ülkede değişim isteyenlerin desteklediği iki parti olarak görüyorum. İki partinin hem cumhurbaşkanlığı seçiminde, hem de 1 Kasım seçimlerinde toplam yüzde 60 civarında oy alması şu anlama gelir: Türkiye toplumunun en az yüzde 60’ı değişim ve daha ileri bir demokrasi diyor. AK Partinin 7 Haziran seçimlerinden sonra bile, her fırsatta barış sürecinden vazgeçmediği mesajını vermesi, değişim ve daha ileri bir demokrasi için şanstır. İşte HDP, Türk solunun kılavuzluğunda gitmeyi biraz arka plana alıp, muhatabı itibarsızlaştırma oyununa gelmeden, değişim noktasında AK Parti ile ortak bir zeminde buluştuğunda, işler daha da kolaylaşır. Dengir Mir Mehmet Fırat’ın da işaret ettiği üzere, HDP daha ileri ve demokratik bir anayasayı, referanduma dahi gitmeden Genel Kurul’da kabul etmeye hazır olduğunu dile getirmelidir.
Zira bugün Kürtlerin HDP’den en önemli beklentisi, Kürt meselesini meşru ve sivil siyaset yoluyla çözecek her türlü girişime destek vermesi ve bu alanda öncülük etmesidir. HDP, Meclis çatısı altında, başta yeni anayasa ve başkanlık sistemi konuları olmak üzere, AK Parti ile ortak bir zeminde sorunların çözümünde güçlü bir irade ortaya koyduğunda, şiddet ortamı da anlamsızlaşarak gündemimizden çıkacaktır.