Siyaset bir satranç oyununa benzer. İkinci veya üçüncü hamlenin ne olacağını vasat her oyuncu görür; ancak önemli olan dördüncü, altıncı, hattâ yedinci hamleyi ve daha ötesini görebilmektir. Siyasette sağlıklı bir analiz dün, bugün ve yarın hesaba katılarak yapılabilir. Çünkü dün, bugün ve yarının hesabını yapabilen “yegâne” yaratık, Aristoteles’in (MÖ. 384-322) “homo politicus” diye adlandırdığı insanoğludur. Friedrich Nietzsche (1844-1900) insan ve hayvan arasındaki en belirgin ayırımı, hayvanın “anlık” yaşamasına bağlıyordu. Sadece “anı” yaşayan hayvan için dün, bugün ve yarın yoktur; ancak insan bu her üç “anı,” her üç süreci bir arada yaşar. Lakin kimi insanlar (toplumlar) bazen bu her üç “andan,” yani zaman diliminden birine takılır ve diğerlerini ihmal eder. Oysa önemli olan, her üçü arasında sağlıklı bir ahenk oluşturabilmektir.
Gelelim, Anayasa referandumu meselesine. Birkaç gün sonra seçim var ve dolayısıyla bu da benim bu konudaki son yazımı teşkil edecek. Bu arada yazıp değinmem gereken, özellikle Ortadoğu bağlamında çok önemli konular oldu; ancak ben inadına bu meseleye ağırlık verdim. Çünkü Anayasa referandumu, Kürt sorununun çözümü ve demokrasi konusunda tarihsel olarak yeni bir başlangıç ümidi anlamına geliyor. Bu nedenle, bu konuda düşünme ve düşünce belirtme ihtiyacı duydum. “Neden bir akademisyen olarak fikrini açıkladın” diye eleştirildiğim oldu. Ancak ben bu eleştiriye basitçe şu cevabı verdim: Anayasa referandumu, hangi partinin iktidara geleceğini belirleyen yerel veya genel bir seçim değil. Bu ülkedeki hükümet sisteminin nasıl olması gerektiğiyle ilgili. Dolayısıyla ben “A” veya “B” partisini desteklediğimi söylemiyorum;; başkanlık sisteminin mi, yoksa parlamenter sistemin mi bu ülkenin temel sorunlarının çözümünde daha ideal ve daha işlevsel olduğunu açıklamaya çalışıyorum. Bir akademisyen, bir siyaset bilimci, bir uluslararası ilişkiler profesörü bu konuda düşünce beyan etmeyecek de ne yapacak?
Bu ülkenin en önemli sorunu Kürt sorunu. Bu memlekette bundan daha önemli, bundan daha can yakıcı başka bir mesele yok. İşte ben de son iki ayda, bu iki hükümet sisteminden hangisinin bu sorunun çözümüne yatkın olduğunu anlatmaya, tartışmaya giriştim. Kuşkusuz bu meseleyi ele alırken, bu sistemi savunan ve karşısında duran partilerin yapıları ve politikalarına da değindim. Ancak ben prensipte başkanlık sistemi ve yerinde yönetimi desteklemekteyim; başkanlık sistemlerinin etnik ve mezhebi sorunların çözümünde çok elverişli olduğu düşüncesindeyim. Dolayısıyla başka bir parti de başkanlık sistemini getirmeye çalışsaydı, ben yine öneri olarak sunulan modelin iyi ve kötü yanlarını ele alıp, başkanlığı savunacaktım. Şimdi izninizle, son olarak Kürtlerin neden “evet” demeleri gerektiğini birkaç madde şeklinde açıklayacağım.
(1) 94 yıldır bu ülkede uygulanagelen hükümet sistemi, Kürt sorunu, Alevi meselesi gibi canalıcı problemlerin çözümünde yetersiz kalmaktadır. Bu sorunlar bu sistem içinde bir yüz yıl daha çözülemezler; ancak ne bu ülkenin bu ağır yükle çağdaş dünya ile yarışması imkânı var, ne de Kürtlerin bir yüz yıl daha kimliksiz yaşamaya tahammülü.
(2) Kürt meselesinin parlamentoda çözülebilmesi için Meclisin nitelikli çoğunluğunun çözümden yana irade beyan etmesi şart. 550 kişilik bir mecliste 367’sinin, 600 kişilik bir mecliste de 401 mebusun Kürt meselesinin çözümü için ortak bir irade sergilemesi lâzım. Bu geçmişte mümkün olmadı, gelecekte de mümkün olmayacak.
(3) Maalesef Meclis Kürt sorunun çözümünde bugüne kadar sadece vesayet organı görevi gördü. İki kelime Kürtçe konuştu diye Leyla Zana’yı on yıl cezaevinde tutan bir Meclis, geçmişte olduğu gibi bugün de, Kürt meselesinin çözümünde hükümsüzdür.
(4) Değil başkanlık sistemi; krallık veya padişahlık bile Kürtler açısından bugünkü parlamenter sistemden daha iyidir. Osmanlı padişahlık sistemi, Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri açısından geçnmiş veya bugünkü Meclislerden çok daha iyi bir durumdaydı.
(5) Bu Meclis Kürt meselesinin çözümünde asla bir muhatap yaratamaz, Demokles’in kılıcı gibi sorunu çözmek isteyenlerin tepesinde sallanıp durur. Ancak başkanlık sistemi Kürt sorunun çözümü için muhatap çıkaracak, muhatap bizzat başkan olacaktır. Kürt meselesinde muhatapsız savaştan, muhataplı barışa geçmenin zamanı çoktan geldi.
(6) AK Parti ve kısmen de HDP dışındaki tüm siyasi partiler, İttihat ve Terakki’nin farklı versiyonları gibidir. Başkanlık sistemi, İttihat ve Terakki’den türeme tüm partilerin sonunu getirecek ve tarihte hak ettikleri yere gönderecektir.
(7) CHP Kürt meselesinde inkâr ve imha politikasının baş mimarı olarak ortaya çıktı. Koçgıri, Şeyh Sait, Dêrsim ve Zilan kıyamları, CHP iktidarları döneminde ve bizzat CHP’nin eliyle gerçekleşti. Bir Kürt atasözü, “dijminê bavê nabe dostê kur” (babanın düşmanı oğluna dost olmaz) der. CHP hiçbir zaman Kürt meselesinin çözümünü istemedi; aksine bu meseleyi çözmeye kalkışanları cezalandırmaya kalktı. CHP’li yöneticilerin her gün Oslo görüşmeleri üzerinde AK Parti’ye saldırması Kürt sevdasından değildir.
(8) HDP’nin Kürtleri, İttihatçıların, ulusalcıların, dışlayıcı milliyetçilerin doluştuğu CHP trenine bindirmeye kalkışmasının tarihi sorumluluğu büyüktür. Neo-Kemalist HDP’liler bu trene binmeye can atabilir; ancak varlığını, dilini ve kimliğini koruma mücadelesi veren Kürtler bu trenden uzak durmalıdır.
(9) “Neden hayır” konusunda ortak toplantılar düzenleyen CHP, Saadet Partisi, Vatan Partisi ve MHP’li muhalifler, HDP’lileri yanlarına bile yaklaştırmıyor. Buna rağmen HDP ısrarla “bizim ‘hayır oyumuz’ farklıdır” diyor. Sanki kendi hayırları farklı sandıklarda sayılacak!
(10) HDP Sur, Cizre ve Şırnak gibi Kürt yerleşim yerlerinin hendek politikası sonrasında yıkıma uğramasını “hayır” için en önemli gerekçe olarak göstermekte. Oysa ben başından beri hendek siyasetini, Kürt halkının sivil kazanımlarını yok etme girişimi olarak gördüm. Kürtlerin serbest seçimlerle kazandığı belediyelerin önüne çukur açarak devletin egemenliğine meydan okuyanların amacı, daha çok özgürlük ve “özerklik” değildi; sivil ve demokratik siyasetin canına okumaktı. Ortada bir isyan bile yokken Dêrsim’de binlerce Kürdü mağaralarda zehirleyenleri unutacak, Kürtleri Kemalist trene binmeye zorlayacaksın; sonra kalkıp Sur ve Cizre’yi unutma diyeceksin.
(11) “Hayır”cı cephe Kürt meselesinde halen inkâr ve asimilasyon çizgisinde. Anayasa referandumunda “hayır” çıkması ve hele bir de bu cephenin önümüzdeki seçimlerde iktidar olması durumunda, TRT Kurdi ve üniversitelerdeki Kürt dili bölümleri bile tehlikeye girer.
(12) Tüm dünya dillerinde “hayır” deyip Kürtçe tek heceden oluşan “na”ya bile tahammül edemeyen CHP’nin ve “hayır”cı blokun, Kürt meselesinin çözümü için herhangi bir program ve vizyonu yok. “Eyalet sistemi geliyor” diye hezeyana kapılanların, demokrasi kaygısı da bulunmamakta.
(13) Dünyadaki en ileri demokrasilerin ve en güçlü ekonomilerin, her bir şeyin tek merkezden yönetildiği katı üniter bir sisteme sahip olan ülkeler değil, yerinden yönetim ilkesini hayata geçirmiş ülkeler olması asla tesadüf değil. ABD, Almanya, Çin ve Rusya gibi ülkelerin gücü, yerinden yönetimi esas almalarından kaynaklanmakta. “Hayırcı blok”un bugün için savunduğu yönetim modeli, 1930-40’lı yıllarda kaldı. Ne ekmeğimizi artırır, ne de özgürlük alanımızı genişletir.
(14) Anayasa referandumunda “hayır” çıkması durumunda, AK Parti’nin kendi iktidarını tahkim etmesinin en kolay yolu, daha çok milliyetçiliğe sarılmak olacak. Böyle bir durumda CHP ve MHP, HDP’lileri cezaevine gönderme olayında olduğu gibi, gönüllü olarak AK Partiyi destekleyecek. Oysa son kırk yılda dışlayıcı milliyetçiliğin ülkeyi nereye sürüklediğini hepimiz gördük.
(15) Anayasa referandumunda “evet” çıkması durumunda, AK Parti sorunu siyasi yollarla çözüme kavuşturma salahiyetini kazanacak. Bu durumda iktidarın önünde iki yol olacak: (a) Yeni bir yaklaşımla meseleyi çözmek; (b) eski anlayışla, meseleyi zor kullanarak bastırmaya çalışmak. Ben AK Parti’nin siyasi çözüm alternatifine yöneleceğini düşünüyor ve umuyorum.
(16) Türkiye’de askeri vesayeti sonlandırmak, Kürt meselesini çözmek kadar zor. AK Parti’nin bu ülkedeki demokrasi mücadelesine en büyük katkısı, askeri vesayetin geriletilmesi, hattâ sonlandırılması. Ancak Kürt sorunu devam ettikçe, askeri darbe mekaniği her zaman işleyecek. Oysa Kürt meselesinin çözümü askeri darbe seçeneklerini tarihin çöplüğüne gönderecek.
(17) AK Parti Kürt meselesini çözmek için adım attığında, Türkiye’nin Ortadoğu’da eli güçlenir, Batı dünyası ile olan ilişkileri rayına girer ve AB’ye tam üyelik süreci yeniden canlılık kazanır.
(18) Kürtler sandığa gittiğinde, dilleri, varlıkları ve kimlik haklarını göz önünde bulundurarak hükümet sistemi tercihinde bulunmalılar. Eski hükümet sisteminin, “eski tas eski hamam” çözümsüzlük demek olduğunu görmeliler.
(19) Gerek başbakan ve gerekse cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği Türkiye’de, şu anda yönetimde iki başlılık bulunmakta. Yarın başbakan ve cumhurbaşkanının farklı partilerden olması durumunda, ülkede yönetim krizi kaçınılmaz olur. Sağlıklı bir işleyiş için yönetimin tek merkezden toplanması şarttır.
(20) Yıllar önce Kıbrıs’ta Amerikan Üniversitesinde çalıştığım sırada, benimle aynı odayı paylaşan İsviçreli dostum ve meslektaşın Dr. Felix Meier kızdığında şöyle derdi: “I have left my future behind” (ben geleceğimi geride bıraktım). Eh, sevdiğim bir arkadaşımın deyimiyle, ben de artık “yarım asırlık bir adamım!” Dolaysıyla bu yazdıklarımın, birilerinin ısrarla, aptalca dile getirdiği gibi kendim için bir gelecek teşkil etmekle bir ilgisi bulunmamakta. Evet, bir gelecek hayalim var: O da bu ülkede tüm sorunların artık barış ve diyalog yoluyla çözülmesi, Türk ve Kürt halklarının özgürce ve kardeşçe yaşamasıdır.