Yunanistan’da Pazar günkü referandumda sandıktan güçlü bir “Oxi” çıktı. Bu “hayır” oyu görünürde halkın Yunanistan’a kredi veren IMF, AMB ve AB’den oluşan Troika’nın talep ettiği kemer sıkma önlemlerini reddettiği anlamına geliyordu. Hiçbir insan, dolayısıyla halk daha rahat koşullarda yaşamak varken, kemer sıkmak istemez elbette. O bakımdan Yunan referandumunda sorulan soruya karşılık sandıktan bu kadar yüksek oranda “hayır” çıkmasını doğal karşılamak gerekir.
Ne var ki referandumun doğal olmayan bir yönü vardı: o da Çipras hükümetinin halka sorduğu sorunun eksik olmasıydı. Kreditörlerin koşullarının reddedilmesi halinde halkın hangi sorunlarla karşı karşıya kalabileceği açıklanmamıştı. Gerçi “Evet” yanlıları bu durumda Avro bölgesinden çıkış olasılığından söz ediyordu ama Başbakan Çipras, halkın “hayır” demesi halinde, Troika ile yeniden masaya oturulduğunda elinin daha güçlü olacağını ve koşulları çok daha iyi bir anlaşmaya varma imkânı doğacağını söylüyordu. Bu yaklaşımda haklılık payı vardı belki ama koşulları daha iyi bir anlaşmanın nasıl olacağı belli değildi. Yunanistan’ın başka üyelere kötü örnek olabileceği kaygısıyla bazı yaptırımlar da gündeme getirilebilirdi ki bugünkü (7 Temmuz) Euro Zone Zirvesi o bakımdan büyük önem taşıyor.
Aslında konuyu sadece Yunanistan iktidar partisi Syriza, İspanya’daki manevi kardeşi Podemos ve Avrupa’daki radikal sol partilerin bakış açısından değerlendirmek çok da doğru değil. Troika’nın koşullarını, zengin AB’nin ya da bu zenginliği temsil eden Almanya’nın “tümü emekçi” Yunan halkına kemer sıktırması gibi yansıtmak ve sandıktan çıkan bu sonucu “devrim” gibi kutlamak somut gerçeklerle bağdaşmıyor. Sonuç itibariyle yapısal reformlarını tamamlamamış, bütçe disiplinini sağlayamamış, aşırı borçlanmış ve temerrüde düşmüş bir ülke Yunanistan. Bu durumdan Yunan siyasetçiler hiç mi sorumlu değil ki referandum düzenlenerek fatura son anda yeni müzakerelerin önünü açmak için istifa eden Maliye Bakanı Varufakis’in “terörist” olarak damgaladığı Brüksel ve Troika ’ya çıkarılmaya kalkışılıyor?
Kaldı ki Yunanistan AB üyeliği sayesinde sadece siyasi açıdan –örneğin Türkiye ile sorunları bağlamında- değil, ayrıca ekonomik bakımdan da güçlenmiş bir ülke. Ekonomik krize karşın kişi başına milli geliri yaklaşık 18 bin dolarla AB içinde birçok üye ülkenin hâlâ önünde. Bu ülkelerin çoğunda ekonomik kriz nedeniyle kemer sıkma politikaları uygulanıyor ve gelirler çok daha düşük düzeyde seyrediyor. Dolayısıyla Yunanistan’ın bu tavrı sadece Almanya’nın başını çektiği büyük üyelerin değil, AB’nin yoksul ülkelerinin de canını sıkıyor.
Ekonomik krize giren üye ülkelerin referandum mekanizmasını işleterek kuralları esnetmesi kabul edilebilir bir şey değil elbette. Bugün Yunanistan’ın yaptığını, yarın Slovakya, hatta Podemos’un iktidarda olacağı bir İspanya yapmaya kalkarsa, AB’nin ayakta kalması nasıl mümkün olabilir ki?
Konuya tam tersinden bakarsak, AB’nin bu tür oldubittilere boyun eğmesi halinde Syriza gibi radikal sol partilerin önünün açılacağını düşünmek gerekir. Le Monde’dan Sandrine Morel dün tam bu noktaya parmak basıyordu. Yunanistan’da sandıktan “hayır” çıkmasının özellikle İspanya’da iktidar partisini zor duruma düşürdüğüne dikkat çeken Morel, 2011’de iktidara gelir gelmez kemer sıkma politikaları uygulayan ve ekonomiyi üç yılda büyüme yoluna sokan Başbakan Mariano Rajoy ’un tam başarısının meyvesini almaya hazırlanırken, Podemos’un haksız rekabetiyle karşı karşıya kalabileceğini vurguluyordu. Halkçı Parti PP, son anketlerde birinci sırada yer almakla birlikte, ikinci sıradaki Sosyalist İşçi Partisi PSOE ve Podemos’la arasındaki fark büyük değil. Syriza’yı alkışlayan Podemos seçim kampanyasında İspanyol halkının üç yıl boşuna kemer sıktığı propagandası yapacak kuşkusuz. Gerçi Podemos’un ne tek başına, ne de PSOE ile birlikte iktidara gelme şansı bulunuyor.
Yazıyı kaleme aldığım sıralarda Şansölye Merkel ile Çipras’ın bir telefon görüşmesi yaptığı, Merkel’in Yunanistan’ın yeni önerilerini dinlemeye hazır olduğunu söylediği bildiriliyordu. Ancak Almanya Yunan hükümetinden borçların yeniden yapılandırılmasıyla ilgili yeni bir öneri duymak istemiyor. Berlin’in bu pozisyonu eleştirilebilir belki ama Angela Merkel’in de referanduma gitmesi halinde bu tutumunun halkın çoğunluğunun desteğini sağlayacağına kuşku yok. Çünkü Yunanistan’ın sadece Almanya’ya borcu 50 milyar avronun üzerinde ve Alman halkı haklı olarak Yunanistan’ı finanse etmek için kendi refahından daha fazla fedakârlıkta bulunmaya istekli değil.
Bu itibarla Almanya Yunanistan’a daha fazla ödün vermekten yana görünmüyor. Nitekim SDP’li Şansölye Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel, Der Tagesspiegel’e verdiği mülâkatta, referandumun Yunanistan’la Avrupa arasındaki son köprüleri de yıktığını açıkladı. Aslında AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker de, Yunan referandumu öncesinde “hayır” oyunun Avro’ya da “hayır” anlamı taşıyacağını söylemişti. Ama Çipras hükümeti bunun böyle olmadığını ısrarla savunuyor. AB’nin diğer büyüğü Fransa’nın tutumu da Almanya’ya oranla çok daha esnek görünüyor. Her ne kadar Hollande ile Merkel Elysée Sarayı’ndaki baş başa görüşmelerinin ardından yaptıkları açıklamada benzer sözler sarf etmiş olsalar da.
Sonuç olarak, Yunanistan’da sandıktan çıkan yüzde 60’ın üzerindeki “hayır” oyunun bir yerde “belirsizliğe evet” anlamı taşıdığı söylenebilir. Çünkü bugün Brüksel’deki havayı en iyimser yaklaşımla bu sözcük yansıtabilir herhalde.