Bu yazının birinci bölümünde (Serbestiyet, 25 Temmuz), akim kalmış 15 Temmuz darbesinin, ‘bir daha ihtilâl üretemeyecek bir ordu’ (Başbakan Binali Yıldırım, NTV’ye özel söyleşi, 23 Temmuz) hedefi doğrultusunda çok güçlü bir meşruiyet zemini oluşturduğunu söylemiştim. Hatta bir adım daha atmış, ülkenin böyle bir yola girebilmesi için belki de akim kalmış bir darbenin ve onun sağlayacağı meşruiyet zemininin gerek-şart olduğu üzerinde durmuştum.
Vardığım sonuç şöyleydi:
“(…) Bir daha asla darbe olmaz denilen bir ülkede darbelerin en gaddarı yaşanmışsa… Ve yıllardır irili ufaklı darbe ataklarına maruz kalan siyasi iktidar, işte ancak şimdi ‘ihtilal üretemeyen bir ordu’ hedefi doğrultusunda harekete geçebilmişse, bunun yolunun ‘akim kalmış bir darbe’den geçtiğini öne sürmek için elimizde yeteri kadar veri var demektir.”
Fakat tabii, ‘şartlar arasında birinci’ olsa da, gerek-şart şartların tümü değildir; ancak öbür şartlarla birlikte bir anlam kazanır. Toplumsal bir hedef söz konusu olduğunda, ‘öbür şartlar’, gerek-şartın sağladığı imkânın hedef doğrultusunda kullanılabilmesi için bütün siyasi-toplumsal aktörlerin üzerlerine düşeni layıkıyla yapmasını içerir.
Bu söylediklerimizi tartıştığımız örneğe uygularsak: Toplumsal hedef (bir daha ihtilal üretemeyecek bir ordu) doğrultusunda gerek-şart (akim kalmış darbe) sağlanmış durumda. Fakat bunun elverişli bir zemin olarak kullanılabilmesi için bütün siyasal-toplumsal aktörlerin, üzerlerine düşeni layıkıyla yapmaları gerekiyor.
Böylece, geçen yazının sonunda anonsunu verdiğim konuya demir atmış bulunuyoruz: Akim kalmış bir darbenin, ‘bir daha ihtilal üretemeyecek bir ordu’ hedefi doğrultusunda taşıdığı imkânlar ve riskler…
‘Askerin sivil denetimi’ klişesini aşarak düşünmek
Tartıştığımız hedef doğrultusunda akla ilk gelen şeyin, ‘askerin sivil denetimi’ yolunda atılması gereken bürokratik-teknik düzenlemeler olması anlaşılabilir bir şey… Fakat darbelerin sadece ordunun sivil denetiminin yetersizliği nedeniyle ortaya çıktığını düşünmek doğru değil. Bir miktar hata içerdiğini kabul ederek şu teşbihe başvuracağım: Bu biraz, çok sayıda nüans ihtiva eden toplumsal sorunların sadece güvenlikçi politikalarla çözülebileceğine inanmaya benziyor.
Doğru olan, güvenliği (‘askerin sivil denetimi’) ihmal etmeksizin, askeri darbeye heveslendiren ve cesaretlendiren toplumsal-siyasi atmosferin doğmasına izin vermeyecek bir yönetim becerisi sergileyebilmektir.
Buraya kadar yazdıklarımı okuyan okurların bir bölümünün sinirlenmeye başladığını hissetmek o kadar da zor değil:
“Ne diyorsun sen kardeşim! ‘Askeri darbeye heveslendiren ve cesaretlendiren toplumsal-siyasi atmosfer’ de nereden çıktı? Darbenin hiçbir toplumsal karşılığının olmadığı, ortada bir siyasi çetenin iktidar gasp etme hamlesinden başka bir şeyin olmadığı apaçık değil mi? Orduda çöreklenmiş Cemaatçi ur olmasaydı, herhangi bir darbe tehlikesinin olmadığı apaçık değil mi?”
Hemen belirteyim, böyle düşünen okurlarla aynı fikirde değilim. Karanlıkta ıslık çalmayalım: Ordu, kendi darbesini yapmak arzusuyla dolu ideolojik gruplarla dolu. Herhangi bir darbe girişiminde bunlardan birinin öne çıkmış olması, öbürlerinin darbecilik hevesinden münezzeh olduğunu göstermez. 2002’den sonraki başarısız darbe planlarını Cemaat mi yapmıştı? O kadar uzağa da gitmeyelim: İdeolojik düşmanının darbesini bile ‘dur bakalım ne olacak’ havasıyla izleyip, başarılı olması durumunda ona eklemlenmeye çalışan, olmayınca ‘darbe karşıtı’ olan laik, Atatürkçü askerleri ne yapacağız?
Meselenin toplum tarafına gelince… Dünyada başka örneği olmayan bir cesaret ve gözüpeklikle darbeyi bastıran milyonlarca insanın eyleminin gözümüzü kamaştıran ışığından biraz uzaklaştığımızda göreceğimiz şey nedir? 15 Temmuz gecesi yaşanan şeyin altında Cemaat’in askerlerinin değil de emir-komuta zinciri altında hareket eden laik-Atatürkçü askerlerin imzası olsaydı, o geceyi yine böyle mi yaşardık?
Dar perspektif: Askerin sivil denetimi
Küçümsemeden, mutlaka gerçekleştirilmesinin gerektiğinin altını çizerek, fakat dar bir perspektifin çıktısı olduğunu ilave ederek söylüyorum: Uzun yıllar boyunca otonomiyi de aşan, başına buyruk diyebileceğimiz bir modelle yönetilen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sivil denetimi için gerekli olan bütün adımlar hiç vakit kaybetmeden hemen atılmalı. Hükümetin çeşitli kanatlarından gelen sesler, ilk hamlelerin neler olabileceği hususunda bazı işaretler içeriyor:
Jandarmanın ve sahil güvenliğin İçişleri Bakanlığı’na bağlanması, askeri liselerin lağvedilmesi, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın lağvedilmesi, askeri birliklerin şehir merkezlerinin dışına çıkarılması vb.
Avrupa Birliği’nin (AB) 2006 tarihli ‘Türkiye’de Sivil-Asker İlişkileri’ başlıklı raporuna katkıda bulunanlardan Hürriyet gazetesi dış politika yazarı Verda Özer, bu çerçevede bugüne kadar yapılanları ve bugünden sonra yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor (‘Darbeden devrim çıkarmak, Hürriyet, 23 Temmuz):
Bugüne kadar yapılanlar: Askerin her konuda ve sık sık fikir beyan etmesi gibi fiili uygulamalar son buldu… Askeri harcamalara kısmen de olsa Sayıştay denetimi getirildi… Milli Güvenlik Kurulu (MGK) gizli yönetmeliği kaldırıldı, askeri hukuk alanı sivil hukuk alanı karşısında daraltıldı, EMASYA protokolü feshedildi… Sembolik önemi çok büyük yeni uygulamalara girişildi: Bu çerçevede, MGK Genel Sekreterliği’ne ilk kez bir sivil atandı, Yüksek Askeri Şûra toplantılarında Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nın masanın başında birlikte oturmaları uygulaması kaldırıldı.
Bugünden sonra yapılması gerekenler: Genelkurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı… Sayıştay Kanunu değiştirilerek askerin mali açıdan özerk ve denetime kapalı bir birim olmasına son verilmeli… Hukuk devletinde iki başlılık yaratan Yüksek Askeri İdare Mahkemesi feshedilmeli… Jandarmanın sicil amirliği mülki otoriteye devredilmeli…
Geniş perspektif
Yazısının başlığından da anlaşılabileceği gibi (‘Darbeden Devrim Çıkarma Vakti), Verda Özer ‘bir daha ihtilal üretemeyecek bir ordu’ hedefinin, AK Parti iktidarı döneminde zaten başlamış bulunan askerin sivil denetiminin tamamlanmasıyla mümkün olacağını düşünüyor. Belki perspektifinin tamamı bu değil ama ‘devrim’ deyip de altını sadece ‘askerin sivil denetimi’ ile doldurunca insan ister istemez böyle düşünüyor.
Bu bakış açısının karşısında ise, askerin sivil denetimini gerek-şart olarak görse de, hükümetlerin a) bu denetimi nasıl ve ne surette yürüttüğünün, b) hükümetlerin ülkeyi nasıl ve ne surette yönettiğinin de önemli olduğunu söyleyenler yer alıyor…
Bırakın ‘sivil denetim’i, kendi ordusunu yaratan hükümetlere karşı bile darbe yapılan ülkelerin varlığını düşündüğümüzde, ‘bir daha ihtilal üretemeyen bir ordu’ ya da ‘bir daha darbe yapılamayacak bir ülke’ hedefi yolunda bu ikinci bakış açısının çok daha açıklayıcı olduğu kendiliğinden çıkar ortaya.
‘Geniş perspektif’ dediğim bu bakış açısını da, siyaset bilimci Evren Balta’nın 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kaleme aldığı uzun makalesinden yola çıkarak 1 Ağustos pazartesi tarihli yazımda ele alacağım.