3 Ocak '09
Yerde yatıyorsun. Artık hiçbir yıkanış, hiçbir pahalı sabun vücudundaki bu toprak kokusunu silemez. Halbuki sana güzel şeyler anlatabilirdim, gördüğüm ya da görmediğim iyi ya da kötü şeylerden bahsedebilirdim, sana hikaye yazabilirdim, hatta sonu çok güzel biten bir hikayenin baş kahramanı yapabilirdim seni, henüz tanışmamıştık ama tanışabilirdik, iri gözlerine bakıp yeni dünyalar keşfedebilir, şaşırabilirdim ama sen toprak koktun, öyle böyle değil bayağı toprak koktun ve vücudundan bu toprak kokusunu artık hiçbir pahalı sabun gideremez, üzgünüm tüm bunlardan bahsetmemem bahsedememem gerekirdi ama mahallede Rasim amcanın dükkanının karşısına ya da çaprazına gelen bir yerlerde yaşayan adını bilmediğim birisi var, dükkandan her çıkışımda eğer balkondaysa o farkında bile olmadan yürüyüşümü ve her hareketimi ölçülü hale getirdiğim birisi, üzgünüm sen yerde yatarken ve havada buğu buğu toprak, barut ve ceset kokusu varken tüm bunları aklıma getirmemem gerekirdi, aslında geçen hafta tam anlamıyla bu kurala uydum, senin ülkende insanlar ölürken konuşmayı gereksiz buluyordum ama işte her ekstrem duygum gibi ah bugün kendimi şarkı söylerken yakaladım, hemen kendimi durdurdum bu kadar mı dedim, bu kadar mı yas tutuyorsun ve evet geçen hafta sevmedim çünkü insanlar ölürken sevmemem gerekirdi, suratımı asmam ve ağlamam gerekirdi, suratımı astım ve ağladım, yazdım yazdım yazdım, içimdeki yorgunluğu kolumun kanadımın kırılmışlığını, hepsini anlattım ama kimse dinlemedi, sadece ufak bir hatırlayış, işte ama şimdi insanlar daha çok ölüyor ve düşünüyorum da geçmişte ben gülerken ve severken dünyada acı çeken milyonlarca insan yine vardı, en basitinden –ne kadar basit olabilirse bu- şu an haksız yere müebbet yemiş bir mahkum kızını özlüyor olabilir, soğukta kalmış bir anne çamur dolu sokaklarda çocuklarının üstünü örtecek birkaç metrelik bir örtü arıyor olabilir, ölmek üzere olan eşini bir tekerlekli sandalyeyle sokak sokak dolaştırıp boş yere doktor arayan adam içi yırtılırcasına ağlıyor olabilir, hayır bu yüzden sevmemem ve gülmemem gerek ama seviyorum ve gülüyorum, bunları unutuyorum, hatırlayınca iki kat sevmiyorum ve iki kat gülmüyorum, ama biraz önce her şey farklılaştı, senin yerde yatışın ve toprak kokusu bir de metal kokusu her yeri kaplamıştı, insan her ne kadar çabucak unutsa da senin yerde öylece toprağa bulanmış yatışının beynimin arka fonunda aralıksız çalacak bir şarkı gibi yer edindiğini hissettim.
Biraz önce dağınık odama geri döndüğümde bir gayret odayı toplamaya başladım, burada bir parantez açıp şunu demeliyim ki oda dağınıkken birden yaşama aşkıyla doluyorum ve hemen planlar yapıyorum, odayı toplayayım ve sonra kahvemi alayım kitaplarımı alayım İngilizce çalışayım, tarih okuyayım, dünyadaki en anlaşılmaz sorunları şak diye bitirecek analizler yazayım, sonra işte ne bileyim, büyük aktivistlikler, protestolar, sloganlar, hepsini o anda yapma şevkiyle kalkıyorum ve odayı topladıktan sonra yorulmuş oluyorum, yorulduğum için mindere çöküyorum ve bu yorgunlukla odayı yine dağıtıyorum şimdi parantezi kapatıyorum, sen ve senin buğu buğu toprak kokun tüm hayatımı değiştirdiniz ve göremediğim iri gözlerin, (çünkü gözlerin aralıktı) anladım ki müziğin sesini sonuna kadar açıp kendi iç sesimi susturmaya çalıştığım zamanlar ya da gecenin en ıssız vakitlerinde kalem gıcırtıları eşliğinde dünyayı kurtardığımı sanmalarım, diğerlerine sövmelerim falan hiçbiri gerçek değilmiş, tek gerçek sen ve senin şu hiçbir şey konuşamaz halinmiş, bütün bunları unutacağım biliyorum, ölüşünün bu dünyaya yansıyan tek etkisinin benim hafızamda ilelebet hatırlanman olmasını isterdim aslında ama yine de zihnimin mutat boşaltım işleminden seni kurtaramam, bunu kendi akıl sağlığım için de yapmamam gerekiyor, bazı şeyler var, bazı şeyler yapmam gerekiyor, mesela yaşamam gerekiyor, hayatımı tek bir kareye hapsetmeden sağlıklı bir şekilde sürdürebilmem gerekiyor, bazı kötü sahnelerin üstesinden gelebilmem gerekiyor, bunu ben tüm kalbimle istesem bile tüm dünya el birliğiyle seni hafızamdan silecekler, seni ve toprak kokunu ve ben yine Rasim amcanın dükkanının karşısından geçeceğim, yine seveceğim, yine yüksek sesli müzikler dinleyeceğim, pahalı sabunlar alacağım, sonra birden düşmeye başlayacağım, annemin anlamadığı/kız kardeşimin korktuğu şeyler, sonra sen “buradayım” diyeceksin, gözlerimin ta içine baka baka konuşacaksın benimle, kendi kendime konuştuğumu söyleyecekler, aldırmayacağım, hayır seni öldürmeyeceğim, yaşayacaksın ve toprak kokacaksın, herkesi rahatsız edeceğiz seninle, herkesi kaşıyacağız, gazetecileri, yarışma programlarını, dünyayı, ama önce odayı toparlamalıyım, sonra yola çıkarız, annem yanımıza temiz giyecek de koyar, sen kanlı elbiselerini çıkartırsın, bulandığın çamuru yıkarız, saçlarını öreriz, hem şehrin için üzülme, bak bu elimdeki ipi görüyor musun, bunu şehrin etrafına sıkıca bağlayacağız, istedikleri kadar saldırsınlar, tüm dünya izleyip dururken ben, en acı sahneleri zihnimin mutat boşaltma işleminden kurtaramasam da işte bu cılız gibi görünen iple tutacağım şehrini ve artık ne iş yaparsam yapayım, yemek yerken ve yorulurken bu ip hep elimde, hep gergin olacak, artık korkma, toprak kokma ve ağlama, bu müzik ruhumu üç yerde acıtıyor, notalar bombalara dönüşüyor, ben elimde gergin ip şehri tutuyorum, defter ıslanıyor, şehir ıslanıyor, yüzüm ve yanaklarım da, şehir çamur, ellerim çamur…