İlk medeniyetlerin kuruluşundan başlayarak 20. yüzyıla kadar devam eden kölelik, sadece Antik dünyaya ve Ortaçağa özgü bir sorun değildi. Hukukî bir statü olarak kölelik, insanlık tarihinde çok yaygındı. Öte yandan, köle ekonomileri çok daha nadir bir durumdu. Köle emeği ve fizik gücü, “Yeni Dünya” olarak kabul edilen Amerika kıtasının siyasi ve sosyal şekillenmesinde de önemli bir rol oynadı. Fernand Braudel’in de işaret ettiği üzere, “Yeni Dünya” kölelik üzerine kurulmuş bir dünyaydı (Medeniyet ve Kapitalizm, 76).
ABD’nin köle sahibi başkanları
Kölelerin “Yeni Dünya” olarak adlandırılan Amerika kıtasına ithali 16. yüzyılda başladı. İlk defa İspanyollar ve Portekizliler, Afrika’dan aldıkları köleleri Amerika kıtasında satmaya başladı. Daha sonra Hollandalılar, en son olarak da Britanya köle ticaretine katıldı (Barber, European History (2006), 217). Kölelik, yaklaşık üç yüz yıllık bir zaman dilimi için, Amerika kıtasındaki ekonomik faaliyette merkezi bir rol oynadı. ABD’nin güney eyaletlerinde, Brezilya ve Küba’da kölelik 19. yüzyılın sonlarına kadar sürdü. Aslında ABD’nin kuruluşundan başlayarak yakın döneme kadar kölelik devam edegeldi. ABD’nin “kurucu babalarından” Washington ve Jefferson’un köleleri vardı. Üstelik köle sahibi olan başkanlar yalnızca Washington ve Jefferson da değildi; ABD’nin ilk 12 başkanından sekizi köle sahibiydi.
12 Haziran 1776’da ilân edilen Virginia Haklar Bildirgesi’nde, “bütün insanlar doğal olarak eşit ve bağımsızdır” dense de, o dönemde ABD’de yaşayan 700,000 köle ve az sayıdaki özgür siyah, bu kapsama dahil değildi. 1808 yılına kadar dünyada köle ticaretine yönelik bir yasaklama bulunmamaktaydı ve özellikle bu dönemde ithal edilen köle sayısı, önceki dönem ve yıllara göre çok fazlaydı (Ponting, World History (2001), 695).
İngiltere’nin sanayide kullandığı pamuk üretimine ihtiyacı artarken, ABD’de pamuk tarlalarında çalıştırılan kölelerin sayısı da hızla arttı. 1790 yılında ABD’de 700,000 civarında olan köle sayısı, 1860’lara gelindiğinde dört milyona ulaştı. 1830’larda sırf Birleşik Devletler’deki köle sayısı, bütün Amerika kıtasındaki köle sayısından daha fazlaydı. ABD’nin güney eyaletlerindeki köleler, toplam nüfusun üçte birini teşkil ediyordu. Yani her üç kişiden biri köleydi. Tabii bütün beyaz ailelerin köleleri yoktu; köle sahibi aileler nüfusun yaklaşık dörtte birini oluşturuyordu. Ancak bunların toplam serveti, geri kalan nüfusun sahip olduğu zenginliğin on dört katıydı (Ponting:696).
Köle ticaretinin yasaklanması, köle fiyatlarını artırdı
1810 yılında Britanya, ABD, Hollanda ve Danimarka köle ticaretini yasakladı. Ancak bu önlem, bir yandan ABD’deki köle fiyatlarını ciddi anlamda artırırken, diğer yandan kaçak köle ticaretinin de yolunu açtı. 19. yüzyılda Britanya, köle ticareti yapan 1600 gemiye el koyarak, Afrika’dan getirilen 150,000 köleyi özgürleştirdi. Afrika’dan getirilen kölelerin özgürleştirilmesi, Britanya’nın köleliğin tamamen ilgasından yana olduğu anlamına gelmez. Anavatanda, yani Britanya Adalarında kölelik 1833-1838 yılları arasında yasaklanmış ve hükümet İngiliz köle sahiplerine 20 milyon sterlin (bugünkü 1 milyar sterlinden fazla) tazminat ödeyerek bu yasağın hayat bulmasını sağlamıştı. Buna karşılık 1807 yılında Batı Hint Adaları’nda (yani Karayipler’de) İngilizlere ait 600,000 köle bulunmaktaydı.
Bütün engellemelere rağmen 1807 yılından sonra da köle ticareti devam etti ve üç milyon civarında köle Amerika kıtasına ulaştırıldı. Yeni Dünya’ya getirilen kölelerin çoğu, bu kez yasakların daha az etkili olduğu Brezilya ve Küba’da “piyasaya” sürüldü. Öte yandan Britanya’nın donanması aracılığıyla müdahalesi, köle akışının Afrika’dan İslâm dünyasına doğru kaymasını tetikledi. 19. yüzyılda yaklaşık üç milyon köle, Müslüman Afrika ülkelerine satıldı (Ponting:698).
İslâm dünyasında kölelik
Şüphesiz kölelik İslâm dünyasının da bir realitesi durumundaydı; önceki İbrahimî dinlerde olduğu gibi, İslâmda da bir hukukî statü olarak kölelik kurumu mevcuttu. Lâkin İslâm dünyasında köle ekonomisi, ancak istisnaî olarak görüldü. Herhalde bunun da, Antik Roma’da ve Yeniçağda Batı’da vücut bulan köle ekonomilerine nazaran köleler konusunda daha insani ve ılımlı bir bakış açısı oluşmasına katkısı oldu. Öyle ki İbn Haldun, kölesini azat eden efendi vâris bırakmadan ölürse, kölenin vâris olacağını söyler (Mukaddime, Cilt1, 102).
Aslında İslâm kurumsal anlamda köleliğe yasal bir statü sağlarken, köle sahiplerine de kimi sorumluluklar yüklemekteydi. Öncelikle köle sahibi, kölesine insanca davranmalıydı. İslâm hukukuna göre bir insanın kölesini azat etmesi övgüye değer bir davranıştır, ancak zorunlu bir eylem değildir. Ama eğer kişi kölesine karşı sorumluluklarını yerine getirmede gerekli hassasiyeti göstermemişse, kölesini satarken veya azat ederken bile kadı ile karşı karşıya gelebilirdi.
Osman İmparatorluğu’nda da kölelik, bir köle ekonomisi biçiminde değil, daha çok (a) eviçi (domestik) kölelik ve (b) askerî kölelik (kapıkulluğu) biçiminde varoldu. Köle ticareti mevcuttu; 15. yüzyılda Kırım Hanlığının Osmanlı süzerenliğine girmesinden itibaren, beyaz köleler esas olarak Kırım’dan temin ediliyordu. Bu, Kırım Hanlığının esas işlevi haline gelmişti. Kendi çevrelerine, Polonya’nın ve Rusya’nın güney alanları ile Kafkasya’ya köle akınları düzenleyip, topladıkları “esir” ve “cariye”leri Kefe ve Akkirman gibi limanlar üzerinden İstanbul’a ihraç ediyorlardı (Halil İnalcık). Bu dönemde Gürcü ve Çerkes köleler hem Osmanlı’da, hem İran’da büyük bir talep buluyordu (Bernard Lewis, What Went Wrong (2002), 97). Siyah köleler ise güneyden, Sudan ve Habeşistan’dan gelmekteydi.
19. yüzyılda Osmanlı devleti, köleliğin azaltılması ve köle ticaretinin son bulması için kimi tedbirleri hayata geçirmeye çalıştı. 1830 yılında yayınlanan bir fermanla, halen dinlerini koruyan Hıristiyan kölelerin azat edilmesi kararlaştırıldı. Bu af veya özgürleştirme, genellikle Osmanlı’ya karşı ayaklanmışken cezalandırılıp köle konumuna düşürülmüş Yunanlı ve diğer Hristiyan tebaayı kapsamaktaydı. Ancak Müslümanlaşanlar, bu af veya özgürleştirme fermanı kapsamına dâhil edilmedi ve sahiplerinin malı olmaya devam etti. Henüz Hristiyan kimliğini koruyanlar ise serbest kaldı (Lewis:97).
19. yüzyılın hegemonik gücü durumundaki Britanya, köle ticaretinin sadece Atlantik’te değil, bütün dünyada durması için kendince bir baskı uygulamaya çalışıyordu. 1846 yılında Britanya, İran’da Şah Muhammed’den köle ticaretinden vazgeçilmesi talebinde bulundu; ancak Şah, İslâmın köleliğe müsaade ettiğini ileri sürerek köleliğe yasak getirmeyeceğini söyledi. Buna rağmen Britanya’nın girişimleri Osmanlı nezdinde sonuç verdi; Osmanlı devleti 1857 yılında çıkarttığı bir fermanla, Hicaz bölgesi hariç imparatorluk topraklarında siyah köle ticaretini yasakladı. Hicaz yasak kapsamına alınamadı, zira Mekke’deki bir grup tüccar köleliğin kaldırılması, kadınlara başlarını örtmeme ve boşanma hakkının tanınması gibi “Hristiyanlıktan mülhem” olduğunu ileri sürdükleri kimi uygulamaların şeriata aykırı olduğunu ileri sürerek Mekke Şerifi’ne şikâyette bulundu. Durumun ciddiyeti üzerine Mekke Şerifi kentteki ulemanın görüşüne başvurdu. Bunun üzerine bir fetva yayınlayan Şeyh Cemal, “köleliği yasaklayan Türklerin çocuklarını köleleştirmenin ve kanlarını dökmenin” helâl olduğunu söyledi. Fetvanın da tetikleyici bir rol oynaması ile Osmanlı’ya karşı bir isyan başlatıldı, ancak başarılı olmadı (Lewis:102-103).
Köle ticareti İslâm coğrafyasında Batıya nazaran daha geç kalktı. Kölelik Suudi Arabistan ve Yemen’de ancak 1962’de yasal olarak kaldırıldı. Anlayacağınız, geçmişte bir de “kölelik” sorunumuz vardı.