Ana SayfaYazarlarBir pinpon topunun acıklı hikâyesi*

Bir pinpon topunun acıklı hikâyesi*

3 yaşındaki çocuğunuz çatışma seslerinden uyuyamamaya ve her bomba sesinde teskin edilemez bir şekilde ağlamaya başlayınca artık kesin kararınızı veriyorsunuz. Komşularınızı, yakınlarınızı, akrabalarınızı, eşinizi ve kuzenlerinizi saldırılarda kaybetmiş, ama içinde doğduğunuz bu güzel ülkeyi terk etmemek için kendinizi teselli edebilmeyi şimdiye kadar başarmıştınız. Fakat çocuğunuz için giderek daha da tehlikeli bir hâl alan savaş ve çok değil 20 yıl önce sokaklarında oynadığınız şehre doğru daralan şiddet çemberi artık dayanılmaz bir hâl aldı. Sınırlar kapalı, paranız kısıtlı, ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Elde avuçta ne varsa, evlilik yüzüğünüz, çocuğunuzun doğumunda takılan çeyrek altınlar, küpeleriniz, satıp bulup buluşturuyorsunuz ve dünyanın en tehlikeli rotası üzerinden güvenli bir liman arayışına çıkıyorsunuz. Çocuğunuzun ve kendinizin canını bir gram önemsemeyen insanlara teslim olup gece, soğukta, ıslak ve tıkış tıkış bir botta saatler süren yolculuğa çıkıyorsunuz. Sahil güvenlik tarafından yakalanma korkusuna açlık, ıslaklık, yıkanmama ve uyumama eşlik ediyor. Çantanızda ıslanmaması için naylon poşetlere koyduğunuz biraz para, resmî evraklar, evlilik cüzdanınız, doğum belgeleriniz var, bir de zor zamanlar için iki konserve. Yanınızda üstünüzdekiler kirlendiğinde ya da ıslandığında değiştirebileceğiniz yedek kıyafetleriniz yok. Başınızı koyacağınız bir yastık yok, üşüdüğünüzde battaniye yok, yumuşak bir yatak yok, içinde bulunduğunuz yorgunluğu tarif edecek kelime yok, çevrenizde dertleşebileceğiniz kimse yok, uyku yok, yemek yok, su yok, tuvalet yok, yorulduğunuzda oturabileceğiniz bir sandalye yok. 3 yaşındaki çocuğunuz bitkin, yorgun, aç ve ıslanıp kurumuş kıyafetleriyle öksürüyor. İyi haber: Artık bomba sesleri de yok.

 

Nihayet dilini bilmediğiniz bir ülkeye ulaşıyorsunuz. Uluslararası toplumun kurduğu derme çatma çadırlarda binlerce insanla birlikte biraz olsun dinleniyorsunuz. Her gün sınır ötesinden gelecek haberi bekliyor, bu esnada plastik bardaklarda mercimek çorbası içebildiğiniz ve çocuğunuzu keskin rüzgar ve ayazdan plastik bir çadır içinde koruyabildiğiniz için şükrediyorsunuz. Amacınız, çok değil birkaç sene önce gayet yolunda giden hayatınızı kaldığı yerden sürdürebileceğiniz güvenli bir yer bulmak. Zenginlik istemiyorsunuz, siyasi hedefleriniz yok, çocuğunuz keman çalsın, siz haftada bir kez balık yiyin gibi bir derdiniz yok. Çok basit, sıradan bir hayat istiyorsunuz. Hayatta kalma içgüdünüz her insanda olduğu gibi çok güçlü.

 

Fakat sizin şahsi hikayenizin hiçbir önemi yok. Kaçakçılara vermek için sattığınız yüzüğünüz, yola çıkarken yanınıza alamadığınız onca hatıra, yolda ölümü defalarca kıl payı atlatmış olmanız ve geleceğinizin belirsizliği kimsenin umurunda değil. Sizi, sizin arkanızdan gelenlere ders vermek için alıp gerisin geriye başka bir ülkeye gönderiyorlar. Diğerleri sizi, sizin acınacak hâlinizi görüp de ibret alsın, “Bak o kadar uğraştı ama başaramadı. Demek onca çileyi çekmeye gerek yokmuş.” desinler diye geri gönderiyorlar. Rahata ulaşırsanız diğerlerine kötü örnek olursunuz diye, bilinçli bir strateji olarak ananızdan emdiğiniz süt burnunuzdan getiriliyor. Kendinizi sırtında ekmek kırıntısıyla zar zor yuvasına ulaşmaya çalışırken alınıp metrelerce öteye bırakılan değersiz bir böcek gibi hissediyorsunuz.

 

İçi boş plastik bir pinpon topu gibi ağır tokatlarla bir o sahaya bir rakip sahaya fırlatılıp dururken sizden içinde yaşadığınız yeni ülkenin dilini öğrenmeniz, yardımlarla geçinmek yerine komik bir maaşla saatlerce çalışmanız bekleniyor. Açık denizde kaptığınız bronşit için doktora yardımsız gidemiyorsunuz. Gittiğinizde sıradakiler size ya acıyan gözlerle ya da devletin sırtından geçindiğiniz için kınayan gözlerle bakıyorlar. Zar zor bulduğunuz ama kirasına güç yetiremediğiniz için sizin gibi buraya sığınmış diğer beş aileyle ortaklaşa oturduğunuz evin kirası geçen seneye kıyasla 4 kat artmış. Ev sahibinizi zengin ediyorsunuz, çalıştığınız konfeksiyon atölyesinin sahibini ucuz iş gücünüzle zengin ediyorsunuz, kaçakçıları zengin ediyorsunuz, Bulgaristan sınır polisini sizden çaldıklarıyla zengin ediyorsunuz, ama hâlâ sırtındaki ekmeği zar zor taşımaya çalışan o böceksiniz. Kafa kesip yol kenarındaki trabzanlara ceset bırakan terörden kurtuldunuz, bomba seslerinden kurtuldunuz, ama bu sefer unutamayacağınız kadar çok hayal kırıklığı ve aşağılanma, her gece bitimsiz uğultularla sizi uykunuzdan ediyor. Sınır polisinin üzerinize saldırttığı köpek, sınırda itiş kakış esnasında kaburganıza yediğiniz jop, çocuğunuzun siz itilip kakılırken size korkuyla bakan gözleri, bota binerken okuduğunuz ayetelkürsi, gece açık denizde çocuğunuzun ağzından tüm yaşanmışlıkları çıkartmaya çalışıyormuşçasına kusması, ağlamaları, yitirdiğiniz eşiniz, size yapılan onca haksızlık hilkat garibesi bir insan siluetine dönüşüp sizi ziyarete geliyor her akşam.   

 

Siz herkesin hikayesini okuduğu ama kimsenin tanışmak istemediği rahatsız edici o böceksiniz. Siyasi ajandalarda ve istatistiklerde uyruğunuz ve yaşınız yer alıyor. Sizi kaçıran kaçakçı tutuklanıyor, yerine başkası geliyor. Konfeksiyon atölyesinin sahibi ikinci işletmesini açıp sizin gibi başka böcekleri bulmak için Arapça ilan hazırlatıyor. Ama siz, ah o üstüne basılası rahatsız edici böcek, o sırtında taşıdığı ekmek kırıntısı artık bakanlarda acıma duygusu bile oluşturmayan böcek olarak hikayenizi anlatma hakkını bile elde edemiyorsunuz. Başınıza bütün bu gelenlerin ardından Allah’la doğru bir ilişki kurmaya çalışıyorsunuz. Diğer inananlarla, devletle, polisle, erkeklerle, çocuğunuzla. Hayatta kalabilmek için birçok şeyi unutmak zorunda olduğunuzu içgüdüsel olarak biliyor ve unutuyorsunuz. Ama her gece hilkat garibesi bir siluet sizi ziyaret edip elinde pinpon topuyla sizi maça davet ediyor. Kötü haber: Hayatınızda hiç pinpon oynamadınız.

 

Siyasi analistlerden daha çok şey biliyorsunuz: Mesela acı yumağı hâline gelmiş bir ülkeyi terk edemeyen insanların nasıl bir süre sonra şiddetin asıl faillerine dönüşebildiklerini. Ama radikalleşme senaryolarıyla ilgili sizin yerinize güzel giyimli ve saçları jöleli insanlar stüdyolara davet ediliyorlar. Gaddarlık karşısında insan kalabilmeye dair kafanızda kitaplarca cümle var, ama bir kitap yazsanız en çok satan 100 kitap arasına bile giremeyeceğinizi biliyorsunuz. Kendi hikayenizi anlatsanız mağdur, içinde bulunduğunuz şartlardan yakınsanız nankör oluyorsunuz.

 

Avrupa’da ırkçılar, faşistler ve yabancı düşmanları size karşı birleşiyor. Gazetelerde her gün sizin ve sizin gibilerin ülkeyi nasıl İslamlaştırdığı, sizin değerlerinizin niçin ilkel bir dünyaya ait olduğu ve Batılı değerlerin nasıl korunması gerektiği tartışılıyor. “Bunlara” bir üst sınır koyalım, deniliyor. “Bunları” almayalım. “Bunlarla” mücadele edelim. “Bunlara” gerekirse sınırda silah kullanalım. İyi haber: Almanca bilmiyorsunuz. Kötü haber: Bu haberlerle beyinleri tıka basa dolmuş insanlar size iğrenerek bakıyorlar. 

 

Öldüğünüzde mezar taşınıza isminizin yazılması insaflı bir imamın özel çabasına bakıyor. Siz öldüğünüzde arkanızda yapayalnız bırakacağınız 3 yaşındaki çocuğunuzun kusarken alnını tutacak kimsesi yok. Ciğerleri zımparalanıyormuş gibi öksürdüğünde onu doktora götürecek kimse yok. “Taşa oturma” diyecek kimse yok. “Fazla çikolata yeme” diyecek kimse zaten yoktu ama bu kadar travmadan sonra 3 yaşındaki çocuğunuzun aklı başında bir yetişkin olabileceğine inanan da yok.

 

İyi haber: Çok ufak şeylere hiç takılmamış olarak bu dünyadan göçüp gidiyorsunuz. Yaptığınız yemeğin ne kadar lezzetli olduğuyla ilgili birkaç cümle duymadığınız için canınız sıkılmıyor. Kapı zilinizin çirkin sesi sizi sinir etmiyor. Sabah aldığınız ekmeğin altının yanık olması sizi kızdırmıyor. İyi haber: Sizinle her gece pinpon oynamak isteyen hilkat garibesi siluete veda ediyorsunuz. Kötü haber: Sizin hikayenizi devam ettirecek 3 yaşındaki çocuğunuza da.

 

Elif Zehra Kandemir*

*Avrupa’da yayın yapan aylık haber-yorum dergisi Perspektif’in editörü

www.perspektif.eu | ekandemir@perspektif.eu

- Advertisment -