Alan Kurdî’nin ölü bedeni kıyıya vurup bütün dünya medyasında manşet düzeyinde yer bulunca, ben bu işin, diğer bir deyimle Suriye meselesinin artık böyle devam edemeyeceğini düşündüm. Önce Angela Merkel’in, ardından nerdeyse tüm Avrupalı liderlerin “büyük bir insani duyarlılıkla” mülteciler konusunda harekete geçmesi, Almanya’nın yüz binlerce mülteciyi kabul edeceğini duyurup daha sonra Schengen’i bile bir süreliğine rafa kaldırması, bu meselenin ciddi anlamda ele alınacağı beklentimi güçlendirdi. Çünkü başta Almanya olmak üzere bütün Avrupalı siyasetçiler, aklı başında sosyologlar, mülteciler üzerine çalışma yapan sivil toplum kuruluşları bilir ki, sorun daha çok veya daha az mülteci kabul etme meselesi değil. Meselenin kökeni Suriye ve Irak’taki iç savaşa dayanıyor. Buradaki bataklık ve savaş hali devam ettikçe, insanlar can güvenliğinin olduğu yerlere doğru kaçacak. Kaldı ki, Avrupa sınırlarını mültecilere açınca, belki Ortadoğu nüfusunun yarısı ilk fırsatta Avrupa’ya kaçar.
Rusya’nın bölgede daha aktif bir rol alması
Alan Kurdî, önce insanlık vicdanını, ardından da büyük güçleri, Suriye sorununa global anlamda bir çözüm üretmek için önceki dönemlerden biraz farklı biçimde harekete geçirdi. Bugünlerde daha çok sözünü ettiğimiz, Rusya’nın Suriye ve Tartus limanındaki varlığı, aslında yeni değil; kaldı ki Rusya, gerek BM süreçlerinde, gerekse Suriye ve İran ile yakın stratejik ilişkisi nedeniyle, Suriye konusunda her zaman önemli bir aktördü. Aslında şu durumda vuku bulan, iki yıldırKırım ve Ukrayna ile başı dertte olan Rusya’nın, Kırım meselesini “çözüp” Ukrayna sorununu da ”denetlenebilir bir seviyeye” getirdikten sonra, daha aktif bir şekilde Ortadoğu’ya yönelmesidir. Rusya Ortadoğu’da, özellikle Suriye konusunda daha aktif bir rol üstlenirken, başından beri savunageldiği politikasında herhangi bir değişikliğe gitmiyor. Durduğu nokta, hemen hep aynı kaldı. Çünkü Rusya, Başer Esat rejimini her zaman radikal ve selefi İslamcı gruplardan daha meşru ve daha realist gördü. Ya bu noktada şansı yaver gitti, ya da taş kuşa değdi misali, tuttuğu yol en gerçekçi alternatif olarak benimsendi. Amerika bile Suriye krizinin ilk dönemlerinde, Başer Esat’a karşı ÖSO önderliğindeki muhalefeti bir alternatif olarak düşünürken, Rusya asla böyle bir yola sapmadı. Tabii El Kaide, El Nusra ve IŞİD tarzı muhalefetin Suriye’yi götüreceği yerin Esat’ı bin defa aratacağını, Amerika da çabucak kavradı.
Durumu hızla analiz eden ABD, olayları bir müddet seyrettikten sonra, aslında Suriye’de Kürtler dışında ülkenin geleceğini dikkate alan ve bu bağlamda istikrarlı bir politika yürüten başka güç olmadığını gördü. Kafa kesen, insanları diri diri yakan El Kaide türevi yapılara bir ülkenin idaresi teslim edilemezdi. Eğer Esat ve bunlar arasında, bir tercih durumu söz konusu olursa, bütün dünya “diktatör Esat’a evet, ancak bu barbarlara hayır” diyecekti. Nitekim dedi bile — ancak muazzam bir kan gölü oluşup, milyonlarca mülteci Avrupa sınırlarında tehdit oluşturduktan sonra.
Türkiye, geminin dümenini doğru yerde kıramadı
Aslında çözüm zor değildi; ancak Türkiye’nin Kürt fobisi, işleri hepten içinden çıkılmaz bir duruma soktu. Oysa Türkiye, bölgenin yeni realitesini dikkate alarak, Suriye ve Ortadoğu politikasında dümeni doğru yerde kırabilseydi, hem bu acılar bu kadar büyümez, hem de Türkiye çok kazançlı çıkardı. Ancak PKK’nin de şiddete dönüş ısrarı ile hep diri tuttuğu Kemalist ve İttihatçı refleksler, aklıselime uygun bir tarzda çözümler üretmeyi engelledi. Nedense, Irak Kürdistanı sorununda da olduğu gibi, önce kırmızıçizgiler, tampon bölgeler, uçuşa yasak alanlar akla geldi. ABD ile ilişkiler ve IŞİD canilerine karşı İncirlik’in kullanılmasında bile, sınırda tampon bölge meselesi önceliğimiz oluverdi. Tampon bölge kurmak istediğimiz yer de, geldiğimiz son nokta itibarıyla, şu anda IŞİD’in denetiminde olan Azez ile Kaniya Dilan (Cerablus) arasında kalan parça, yani Kobani’yi Afrin’le birleştirecek olan nokta olarak belirlendi. Neden özellikle burada tampon bölge istediğimizi, devlet büyüklerimiz gizlemiyor. Sebebi, PYD’nin oluşturduğu Kürt kantonlarının birleştirilmemesi. Eğer bu kantonlar birleşirse, o zaman Kürtlerin Suriye’de devletleşmesinin önü açılacakmış. Eskiden bunu söylerken, Baas rejiminin 1963’te “Arap Kemeri”ni oluşturma amacıyla yerinden ve yurdundan kovduğu, kimliksiz bıraktığı yüz binlerce Kürdün gasp edilmiş haklarını “bilmezden gelerek,” bölgenin demografik yapısının bozulmasından da söz ederdik. Ama artık bu günlerde bunları konuşma ihtiyacı duymuyoruz. Çünkü “demografi” konuşulacaksa, Kürtlerin dünyanın en büyük ”demografik değişim” kurbanlarından biri olduğu gerçeği de çıkar. Etnik temizlik, demografinin değiştirilmesi şöyle dursun; dünyada 22 Arap devleti varken, bir milyon Arabın Cezire kantonuna, bir o kadarının da Irak Kürdistan’ına sığındığını hatırlatmaya gerek var mı?
Kürtler Türkiye için doğal bir güvenlik koridoru olabilir
Öte yandan, demografinin değiştirilmesinden ve mülteci akınlarından söz ederken gözardı ettiğimiz diğer bir durum da, eğer PYD’nin kurduğu kantonlar olmasa, daha kaç milyon mültecinin Türkiye’ye sığınmak durumunda kalabileceği gerçeğidir. PYD kantonlarının bu anlamıyla Türkiye için bir güvenlik koridoru oluşturduğunu unutmamak gerekir. Yarın IŞİD Azez ve Cerablus civarından atıldığında ve Suriye sınırımızın tamamı, bugün Irak’ta olduğu gibi, Kürtlerin denetimine girdiğinde, bu Türkiye’nin işini her açıdan kolaylaştırmaz mı? Kürtler, Irak ve Suriye’de (yarın da İran’da) Türkiye ile Ortadoğu arasında, kendi tarihî sınırları üzerinde bir yönetim oluşturduğunda, bu sadece Türkiye için bir güvenlik koridoru meydana getirmekle kalmaz; Türkiye’nin fiilen ve doğal olarak AB sistemine dahil olmasını sağlar.
Kürt ve Türklerin kaderi ortak; bu ortaklık, çıkarlardaki ortaklıkla da pekiştirilebilir. Bunca kan, ayrışma ve gözyaşından sonra, Suriye’nin üniter bir yapı ve yekpare bir devlet olarak varlığını sürdürmesi mümkün değil. Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de, Kürtlerin varlığklarını koruyabilmek için silâhlı bir güce ihtiyaçları olacak. Gelinen aşamada Suriye, ancak Irak gibi gevşek bir federalizmle ülke olarak varlığına devam edebilir. Kürtler birleşik bir Suriye için ısrar etse bile, ne Sünnilerin Şiilerle, ne de Şiilerin Sünnilerle ortak ve merkezi bir çatı altında yaşamaları mümkün değil. Üstelik hem Rusya hem Amerika, bu saatten sonra üniter bir Suriye’nin mümkün olmayacağını bilecek kadar tarihî tecrübeye sahip.
Türkiye, Kürt meselesindeki fobilerini bir tarafa koyabilseydi, halen Suriye’nin yeniden dizayn edilmesi sürecinde etkin bir rol üstlenip, barış sürecini de geri getirebilirdi. Ancak görünen o ki, eski politikalarda ısrar etmek, hem Kürtler hem Türkiye için kazanç sağlamayacak. Çünkü Kürtlerin de özerk veya federal bir bağ ile temel bir unsuru olmadığı birleşik bir Suriye mümkün görünmüyor.