Bugün haklı olarak karşı karşıya kaldığı bunca sorunla kaosa sürüklenenin Türkiye olduğunu düşünüyor olabilir ve bölgemizden çok uzaklardaki bir ülkeden, Brezilya’dan söz etmemi en azından yersiz karşılayabilirsiniz. Ama 2010 yılında yolları, dış politikaları bakımından büyük bir atılım olan İran’la imzaladıkları Nükleer Takas Anlaşması vesilesiyle kesişen Türkiye ile Brezilya’nın daha sonra başlarına gelenler arasında bir paralellik olduğu görülüyor.
Anımsanacağı gibi, Türkiye ile Brezilya’nın ön ayak olmasıyla imzalanan bu anlaşmayı ABD, Avrupalı ortakları ve İsrail, İran’a güven duymadıkları gerekçesiyle hoş karşılamamış ve sabote etmek için elinden geleni artlarına koymamışlardı. Nitekim dönemin ABD Dışişleri Bakanı anlaşmanın daha mürekkebi kurumadan BM Genel Kurulu’nda İran’a yeni yaptırımlar getiren karar tasarısını dağıtarak Türkiye ve Brezilya’nın bu büyük diplomatik başarısını sıfırlamıştı. Bu da yeterli olmamıştı ki ardından Türkiye’nin ekseninin kaydığı tartışması başlatılmıştı. Bu tartışmanın ne denli anlamsız olduğunu görmek için 5+1 grubunun İran’la benzer koşullarda bir anlaşma imzaladığı 2015’i beklemek gerekecekti.
2010, başkanlık sistemiyle yönetilen Brezilya’nın başında olan Başkan Luiz Inácio Lula da Silva’nın son yılıydı. 2003’te iktidara gelen Lula da Silva, izlediği ekonomi politikasıyla yeni bir orta sınıf yaratmış ve ülkesini dünyanın 6. büyük ekonomisi yapmıştı. Arkasına aldığı bu rüzgârla yerini aynı yıl yapılan başkanlık seçimlerini kazanan “manevi kızım” dediği Dilma Rousseff’e bırakmıştı. Özetle, Brezilya’da, AK Parti ile aynı zamanda iktidara gelen ve her ne kadar Sol etiketli olsa da benzer ekonomi politikalarıyla başarıya ulaşmış ve ardı ardına seçim kazanmış bir iktidar vardı.
Sokak gösterilerinden yolsuzluk soruşturmalarına
İki ülke arasındaki tuhaf paralelliklerden biri de, Brezilya’da Gezi olaylarıyla aşağı yukarı aynı zamanda başlayan sokak gösterileriydi. Gösteriler toplu taşımanın bedava olmasını savunan bir platformun 6 Haziran 2013’te Río de Janeiro ve São Paulo başta olmak üzere büyük kentlerde metro ve otobüs biletlerine zammı protesto amacıyla başlamıştı. Zamlar geri alındı ama sosyal medya üzerinden örgütlenen yeni göstericiler, yeni taleplerle sokaklara döküldü. Bu taleplerin başında yolsuzlukla mücadele ve bütçeden eğitim ve sağlığa daha çok pay ayrılması geliyordu.
Brezilya’da 2013 Haziranında başlayan sokak olayları aralıklı olarak devam etmiş, futbol hastası bu ülkede sokaklara dökülenler geçen yıl Dünya Kupası’nın yapılmasına bile karşı çıkarak herkesi şaşırtmıştı. Amaç, Rousseff’in yeniden Başkan seçilmesini engellemekti. Ama beklenen olmadı ve geçen Ekimde yenilenen başkanlık seçimlerinde ikinci defa aday olan Dilma Rousseff ikinci turda oyların yüzde 51,6’sını alarak güven tazelemeyi başardı.
Ne var ki demokrasinin temelini oluşturan seçimleri kazanmanın bile istikrarı getirmediği bir dönemde yaşıyoruz. Bayan Rousseff de seçimi kazanmasının ardından kamuoyu desteğini hızla yitirmeye başladı. Bunda, manevi babası eski Başkan Lula da Silva’nın kurucusu olduğu Emekçiler Partisi (PT/Partido dos Trabalhadores) başta olmak üzere hükümete destek veren siyasi partilerin karışmış olduğu Petrobas yolsuzluk skandalının rolü vardı.
Geçen Mart ayında Serbestiyet’te yayımlanan “Dilma Rousseff’e yolsuzluk kıskacı” başlıklı yazımda bu konuyu etraflıca ele almıştım. Özet olarak anımsatmak gerekirse, burada kamuya ait petrol şirketi Petrobas ile kimi kamuya ait, kimi çok uluslu dev inşaat şirketlerini kapsayan bir yolsuzluk söz konusu. Uluslararası dev ihalelere giren bu şirketlerin oluşturduğu kartelin, yaptıkları işleri devlete değerlerinin çok üstünde fatura ettiği belirlenmiş. Buna karşılık olarak kartel Lula da Silva hükümetlerine Kongre’de destek veren küçük partilerin yöneticilerine komisyon ödemekle kalmamış, ayrıca PT’nin seçim kampanyalarına parasal destek sağlamış.
Yolsuzluğa konu olan paranın on yıl içinde 10 milyar reale (yaklaşık 3,8 milyar dolar) vardığı dikkate alınacak olursa, 2012’de Brezilya’yı sarsmış olan 30 milyon avroluk siyasilere ilave aylık “mensalão” ödenmesi yolsuzluğundan defalarca büyük bir skandalın söz konusu olduğu ortada. Petrobas yolsuzluğu şirketin 50 milyar real (16,8 milyar dolar) zarar etmesi ve piyasa değerini yüzde 40 oranında yitirmesi sonucunu da doğurmuş durumda.
Petrobas yolsuzluğu ve siyasi çalkantıların ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerini hissettirdiği bu günlerde Brezilya’da olup bitenler ünlü dizi filmlerindeki (Telenovela) senaryolara benzer bir seyir izliyor. İki hafta önce İMF Brezilya ekonomisinin bu yıl yüzde 3 oranında küçüleceği tahmininde bulunuyor. S&P de ülkenin kredi notunu “çöp” düzeyine düşürüyor. Geçtiğimiz yıllarda yüzde 7’lik büyümeyle gelişmiş ülkelere birkaç adım yaklaşmış olan Brezilya’nın şimdi bulunduğu 7. sırayı da kaybederek 9. sıraya gerilemesi bekleniyor.
Anayasa’nın 85. Maddesinin uygulanması için baskı
Aslında Devlet Başkanı Dilma Rousseff’in Petrobas yolsuzluğuyla doğrudan bir ilgisi yok. Bayan Rousseff’e yönelik suçlamalar, Lula da Silva hükümetlerinde Enerji Bakanı olarak görev yapmasından kaynaklanıyor. Ama Sayıştay’ın (TCU) geçen ay 2014 yılı bütçesinde usulsüzlükler belirlemesi Bayan Rousseff’in boynundaki kıskacın daha da sıkılması anlamına geliyor.
Brezilya anayasasının 85. maddesi, Devlet Başkanı’nın görevden alınması sonucunu doğurabilecek Suçlama (İmpeachment) mekanizmasını içeriyor. Suçlama halk tarafından seçilen Devlet Başkanı’nın siyasi sorumluluğuyla ilgili; anayasada da “sorumluluk suçu” (crimes de responsabilidade) olarak geçiyor. Devlet Başkanı’nın, bu maddede sayılan 7 konudaki (Federasyon’un birliğini, yasama ve yargı erkinin işleyişini, iç güvenliğini, siyasi, bireysel ve sosyal hakların kullanımını, idarenin dürüstlüğünü, kanun ve yargı kararlarının yerine getirilmesini ve bütçe kanunun uygulanmasını tehlikeye düşüren) eylemlerinin bu suç kapsamına girdiği hükme bağlanmış. Bu mekanizmanın işletilebilmesi için Millet Meclisi’nin üçte iki çoğunluğuyla karar alınması gerekiyor. (Madde 86)
Bu mekanizma Brezilya’da son 25 yılda bir defa 32. Devlet Başkanı Fernando Collor de Melo’ya (1990-92) karşı işletilmiş ve Federal Senato tarafından 8 yıl siyasi haklarından mahkûm edilmişti. Başkan Lula da Silva’ya karşı üç defa işletilmek istenmiş, ancak üçte iki çoğunluk sağlanamadığı için sonuca ulaşamamıştı.
Geçen Salı günü Brezilya nefesini tutmuş, Meclis’in muhalefete (PMDB) mensup Başkanı Eduardo Cunha’nın Bayan Rousseff’e karşı 86. maddeyi Sayıştay’ın 2014 devlet bütçesinde belirlediği usulsüzlük gerekçesiyle işletip işletmemek hakkında alacağı kararı bekliyordu. Cunha oylamaya izin vermeyecek ama muhalefet partileri buna itiraz edecekti. Bu takdirde 86. maddedeki üçte iki çoğunluk zorunluluğunun etrafından dolaşılacak ve salt çoğunlukla (257/513) karar çıkartılmaya çalışılacaktı. Ancak Brezilya Yüksek Mahkemesi henüz 2014 Bütçesi konusunda karar almadığı için muhalefetin bu stratejisi işlemeyecek. Bayan Rousseff muhaliflerinin Meclis’te üçte iki çoğunluğa ulaşmaları mümkün değil.
Dilma Rousseff’e darbe mi yapılmak isteniyor?
Venezuela ve Bolivya Devlet Başkanları Nicolas Maduro ve Evo Morales Cochabamba’da yapılan iklim değişikliğiyle ilgili forum vesilesiyle bir araya gelerek Başkan Rousseff’e destek verdiler. Maduro Brezilya’da Bayan Roussef’e “yeni bir yöntemle” darbe yapıldığını öne sürdü. Seçilmiş Başkan’ı görevden alma manevraları karşısında “susmayacakları ve elleri kolları bağlı durmayacakları” uyarısında bulundu.
Maduro ve Morales ’in ideolojik nedenlerle Bayan Rousseff’e destek çıkmaları son derece doğal. Özellikle Maduro’nun ülkesindeki muhalefetin kendisini devirmek için ABD’den destek aldığına inandığı düşünülecek olursa.
Aslında Türkiye ile ilgili haberlerinden tek merkezden güdümlü ve art niyetli olduğu belli olan demokratik ülkeler medyasının Venezuela’da Maduro rejimine yaptığı kadar olmasa da, Bayan Rousseff’e karşı mesafeli durduğunu gözlemlemek mümkün. Türkiye’de olduğu gibi, Brezilya’da da halkın seçtiği devlet başkanlarını kısa sürede yıpratarak mümkünse düşürmeye odaklanmış bu medyaya bakacak olursak, demokrasi havarisi olmasa da Maduro’nun sözünü ettiği yeni tür bir darbe yönteminin devreye girdiği çok da uçuk bir görüş gibi görünmüyor. Bu tür darbelere karşı Türkiye’de ilaç gibi sunulan başkanlık sisteminin de bağışıklığı yok anlaşılan.
Türkiye ile Brezilya’da uzun yıllardan bu yana iktidar olanların başlarına gelenler sadece bu iki ülkenin kendi dinamiklerinden kaynaklanan olayların tesadüfen benzeşmesi mi? Yoksa söz dinlemeyerek İran’la Takas Anlaşması imzalamaya kalkışmalarının, büyük devletlerden rol çalmalarının bedelini mi ödüyorlar?