İktidar siyasetçileri de bütün siyasetçiler gibi, hatta hepsinden daha çok gerçeklerden ziyade imajlarla ve algılarla ilgilidir; dolayısıyla bugün ak dediklerine yarın kara diyebilirler ve doğrusu sırf böyle yaptıkları için destekçilerinin itimadından genellikle mahrum da kalmazlar… Hele hele Türkiye gibi aşırı ölçülerde kutuplaşmış bir toplumdan söz ediyorsak, iktidarı destekleyen kişiler karşı kutbun eline koz vermemek için iktidarın söyleminin oradan oraya savrulmasına aldırış bile etmezler.
Fakat kendisinden gerçeğin izleyicisi olması beklenen basın, iktidarın imaj ve algı yönetimi uğruna bir oraya bir buraya savrulmasına eşlik edip körü körüne bir iktidar destekçiliğine soyunursa, onun ciddiye alınacak bir yanı kalmaz.
Muhalif olmayabilirsin, fakat…
Gazetecilerin ve onların yönettiği gazete ve televizyonların ille de ‘muhalif’ olması gerektiğini düşünenlerden değilim. Bir yayın organı pekâlâ iktidarın temel politikalarının doğru olduğunu düşünebilir ve yayın politikasını ona göre düzenleyebilir. Fakat böyle bir durumda dahi ‘eleştirel’ olma ölçüsüne sadık kalmalıdır. Yani iktidarın imaj ve algı yönetimi uğruna gerçekleri manipüle etmeye çalışması durumunda iktidardan değil gerçeklerden yana tavır alabilmelidir.
Ne var ki böyle bir şey Türkiye’de düşünülemez bile; Türkiye’de iktidar basını neredeyse iktidarın organik bir parçası haline gelmiş durumda ve bu her gün bir yenisine şahit olduğumuz ağır gazetecilik zilletlerine neden olmakta…
Böyle bir gazetecilikte, iktidarın bir öyle bir böyle tutumuna uyum sağlamak üzere Almanya önce Türkiye’deki kargaşanın baş aktörü (üçüncü hava limanı kıskançlıkları, vb), sonra ABD’ye karşı Türkiye’yi savunan dost olabilir… İngiltere önce ‘Kraliçe’nin adamı’ Abdullah Gül üzerinden Erdoğan’ı devirmeye çalışan bir ülkeyken, Avrupa Birliği’ne karşı ortak sorunlar nedeniyle Türkiye’nin kader ortağı haline gelebilir… Aynı döngüler ABD ile de Rusya ile de yaşanır; bir dost bir düşman…
Yargı süreçlerindeki zilletler bahsi
İktidarın belli bir andaki ihtiyaçları doğrultusunda geliştirdiği bir pozisyona, bunun bir süre sonra değişebileceğini hesaba katmadan hemen angaje olan ve kraldan fazla kralcı kesilen iktidar basınının bu nedenle yaşadığı zilletler bahsini ele alırken bazı yargı süreçlerini anmadan geçmek olmaz. İktidar basını şimdi bu fasıldan yeni bir başlık nedeniyle zor durumda: Yarın (12 Ekim) ‘Casus Brunson’ın duruşması var. Tahliye edildiği takdirde, iktidar basını şimdiye kadar yazdıklarını ne yapacak?
Hiç değilse dilinizi ayarlayın
Böyle naif sorular sorduğuma bakmayın; ne yapacaklarını önceki örneklere bakarak tahmin etmek hiç zor değil…
Belki beni yine ‘naif’ bulacaksınız ama şunu hakikaten anlayamıyorum: Brunson hadisesine tıpatıp benzeyen örnekler o kadar tazeyken, o süreçlerde yaşanan basın zilletleri hâlâ konuşuluyorken, neden hiç değilse zevahiri kurtarmak için en azından siyasetçilerin dilinden farklı bir dil tutturulamıyor?
Çok basit bir şeyden söz ediyorum: Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan, hiçbir adalet standartına uymayacak biçimde, henüz hüküm kurulmamış bir yargı sürecinde savcının iddialarını sıfat haline getirip (casus, vb.) sanık adlarıyla birlikte telaffuz ettiğinde, iktidar basını neden hiç değilse ‘casuslukla suçlanan’ gibi kendisini kurtaracak bir tercih yapamıyor da iktidarın dilini olduğu gibi benimsiyor?
Cevabını bulamadığım başka bir soru: Cumhurbaşkanı Erdoğan, devam eden benzer davalarla ilgili olarak -“yargı bizde bağımsızdır” sözlerini tekzip etmek istercesine- “casusların hak ettikleri cezaya mutlaka çarpıtırılacaklarını” söylemiş, fakat o ‘casuslar’ mahkemelerce tahliye edilip ülkelerinin yolunu tutmuşlardı. Bu tahliyelerin, Erdoğan’ın ‘casusların’ vatandaşı olduğu ülke liderleriyle görüşmelerini izlemesi de neyin ne olduğunu apaçık bir biçimde göstermişti.
Anlayamadığım şey şu: Hadi diyelim birincide ‘Reis öyle dediyse casusturlar ve asla bırakılmazlar’ dendi, ikincide de öyle dendi, üçüncüde de… İyi de bu kadar tecrübeden sonra nasıl oluyor da dördüncüde de (yani Brunson örneğinde de) “Reis casus dediyse casustur”a inanıp Brunson’un ev hapsinin süreceğine kani oluyorlar. Böyle diyorum ama biri hakkında onun casus olduğunu ilan ettikten sonra elde başka bir imkân kalmıyor: Casuslukla yargılanan birinin, karardan önce, adına casusluk yaptığı ülkeye dönmesine izin verilmesi düşünülebilir mi?
Düşünülemez, fakat bu, bizim bildiğimiz yargılama usullerine göre böyle… İşin içine iktidarlar girince bu usullerin fazla bir önemi kalmıyor.
Yarın Rahip Brunson’la ilgili kısıt kaldırılır da elini kolunu sallaya sallaya ülkesine dönerse, iktidar bundan sıyrılmanın yolunu mutlaka bulur. Basın ise yaşadığı zilletlere bir yenisini daha eklemiş olur.
Ne yaparlar? Ne derler?
İktidar gazetecilerinin Rahip Brunson için verilecek muhtemel bir yurtdışı serbestliği kararından sonra nasıl bir tavır takınacaklarını, önceki ‘serbest bırakılan casuslar’ hikâyelerimizden birinden kopyayla tahmin etmeye çalışayım…
Hatırlayacaksınız, 2017 Temmuz’unda Büyükada’da bir otelde toplantı yapan insan hakları savunucuları, Türkiye’yi kaosa sürüklemek isteyen bir grup ajan-casus olarak suçlanıp gözaltına alınmışlardı. Bu kişiler daha iddianame bile hazırlanmamışken Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “Gezi benzeri bir olay hazırlamakla” suçlanmışlar, iktidar basını da el artırıp onlar için “Büyükada casusları” sıfatını uygun görmüştü. (Bir ay boyunca süren gözaltı ve tutukluluk dönemindeki gazeteciliğin nasıl bir şey olduğunu anlamak için: https://www.serbestiyet.com/yazarlar/alper-gormus/buyukada-ajanlari-gazeteciligi-ayrintili-dokum-827727).
Sonrasında şu oldu: ‘Casuslar’ ilk duruşmada tahliye oldu ve evlerinin yolunu tuttu.
İktidar basını, bir aylık bombardımandan sonra gelen tahliyeler karşısında derin bir sessizliğe büründü. Bu sessizliği ben o zaman şöyle yorumlamıştım:
“Hakikaten çok tuhaf: Ülkenin altını üstüne getirmeye ant içmiş, kaos planları bütün belgeleriyle ortalığa saçılmış ajanlar ve casuslar serbest bırakılacak ve bu gazeteler ‘yargıya saygı’ diyerek susacaklar, olacak şey mi?
“Herhalde bunun başka bir nedeni olmalı. Bilmiyorum, belki de ortalıkta dolaşan ‘Eski Almanya Başbakanı Schröder’in ricasıyla oldu bu iş’ söylentileri doğrudur; gazetelerimiz bu işin arkasındaki gerçek iradenin yargı olmadığı bilgisine sahiptir ve dolayısıyla faza kurcalamamanın daha doğru olacağını düşünmüşlerdir.”
Bence yine öyle olacak: Bu işin yukarıdan halledildiğini anlayacaklar ve yine sessizce geçiştirecekler.
Hiç değilse sıradaki ‘casus davası’nda bütün bunlardan ders çıkarıp daha temkinli davransalar, siyasetçilerin anlık ihtiyaçlarından doğan söylemlerini aynen tekrar etmeseler ve sonunda mahçup olmasalar diyeceğim ama, bu sanırım boş bir temenni olur.