Her ideoloji hayatın karmaşıklığı karşısında gerçekliğin ve doğru yolun ne olduğunu bildiğini varsayar. Kimisi gerçekliğin kişinin kanında olduğunu, kimisi de Tanrı’dan bize yansıdığını iddia eder. Kimisi insanın kendisinin ölçüt olduğunu düşünür, kimisi bizatihî gerçekliğin var olmadığından emindir. Dolayısıyla bu kimseler kendileri gibi olanlarla birlikte yaşadıklarında belki çok mutlu olacaklardır ama hayat buna izin vermez. Her türlü fikre sahip bambaşka kültür, din, ideoloji ve zihniyete sahip insanlar bir arada yaşamak zorunda kalırlar. Belki “herkesin doğrusu kendine” veya “insan her şeyin ölçüsüdür” gibi mottolar bir arada yaşamanın yöntemlerini bize sunar gibi olur, ama kimse de kalkıp “bana göre insan öldürmek meşrudur” gibi bir cümle de kuramaz. Evet, herkesin doğrusu kendinedir ama insanoğlu bir noktada “o kadar değil” demiştir. “Tüm dünyada herkesin kabul etmek zorunda olduğu ortak bazı kurallar vardır.” Örneğin kafamıza estiği için gidip sebepsiz yere birilerini öldüremeyiz, birilerine tecavüz edemeyiz, hırsızlık yapamayız, özel hayata müdahale edemeyiz vb.
Fakat garip bir şekilde bu temel kurallarda bile sorun çıkar. İnsanoğlu din / mezhep / ırk / cinsiyet / etnisite gibi hâlâ güncelliğini yitirmeyen nedenlerden dolayı birbiriyle anlaşamazken, tüm dünyanın belki de koşulsuzca anlaştığı tek konu olan “insan öldürülemez” maddesi bile her geçen gün delik deşik edilir. Birisi kalkıp sinirlenip komşusunu öldürür, birileri de gider insanların üzerine bomba boca eder ve yeryüzü insanlarının ortaklaşa temel kabul ettikleri bu kırmızı çizgi sürekli ihlal edilir. Bir ateistle bir dindar, bir Marksistle bir kapitalist, bir Hıristiyanla bir Müslüman belki onlarca konuda anlaşamayacak, ama insanın öldürülmemesi konusunda hızla ortak bir fikre varabileceklerdir. O halde soru şudur: hiçbir tartışma gerektirmeyecek bir konuda bile kural ihlali yapıyorsak; her gün adam öldürme, hırsızlık ve tecavüz gırla gidiyorsa; bir de anlaşmakta zorlandığımız konularda ortak bir paydaya ulaşmak ne kadar güçtür, ne kadar emek ister, hiç düşündünüz mü?
Oturup bir anket yapsak, her ideolojinin taşıyıcısı normatif doğrunun ne olduğunu bize tereddütsüz söyler herhalde. Zaten bütün sosyolojinin, psikolojinin, eğitim bilimlerinin amacı tam da bu “neden uymuyor?” sorusunun peşinden koşmaktır. Bir insan doğrunun ne olduğunu biliyor olmasına rağmen neden ona uymaz?
Bülent Arınç “kadın iffetli olmalı, herkes içinde kahkahayla gülmemeli, bir ‘kadın’ olarak susmalı” dediğinde kendi doğrusunun peşinden gidiyor. Fakat böyle bir konunun “kendi doğrusu” olur mu? Doğrunun herkese göre değişmesi, “onların kültüründe kızları sünnet ediyorlarmış, onlara göre bu doğruysa bırakalım yapsınlar” demeyi gerektirir mi? İşte kadınların herkesin içinde “hanım hanımcık” olması da evrensel bir doğru değil muhakkak; bu bir kültürün tezahürü. Odada boynunu büküp oturan, son derece edilgen ve sessiz bir kadın profili, belli bir kültür içinde anlamlı ve “doğru”… Kadınlar, yeknesak bir Kadın çatısı altında buluşamayacakları için, bu söyleme itiraz eden yığınla kadın bulabileceğimiz gibi, Arınç’ın söylemine katılan bir o kadar da kadın bulabiliriz. Onlar bu söyleme itiraz eden kadınlara “evet, kadın dediğin iffetli olmalı” diye cevap verebilirler. Böyle bir cevaba nasıl karşılık verebiliriz acaba: “kocalarının kölesi olmuş, zavallı kuklalar” mı deriz bu kadınlara?
Kısacası, insanlığın en temel kanunlarına bile uyamazken, böylesine, doğruluğun kültürle, ideolojiyle, dünya görüşü ve zihniyetle “kirlendiği” durumlarda ihtiyatlı davranıp kendi doğrumuzu savunmada daha ılıman davranabiliriz. Çünkü kadının özgür bir birey olarak istediği gibi gülebileceğini savunmak bile bir duruşu, bir zihniyeti yansıtıyor demektir ve insanlar –yukarıda da değindiğim gibi — doğruları öğrendikleri anda bir çırpıda değişmezler. Sanki Arınç bu fikri savunan dünyada tek kalmış bir gönüllüymüş gibi davranılması tuhaftır, çünkü bu, geçmişi yüzyıllara dayanan ve Türk erkeğinin çok büyük bir çoğunluğunun katıldığı, derin ve köklü bir kültürün ve zihniyetin yorumudur. Yemek yediğiniz lokantanın garsonlarının, alışveriş yaptığınız marketin çalışanlarının, gittiğiniz berberlerin, otobüs şoförlerinin, yanından geçtiğiniz esnafların ve kısacası Anadolu’nun büyük çoğunluğunun görüşlerinin bir yansıması bu… Ülkenin hamurundaki bu ataerkil damar en küçük bir noktada göründüğünde hemen twitter’da örgütlenip, birden avına odaklanmış avcı gibi bu söyleme saldırmak, bir özgürlük savunusundan çok sahiplenilen kimliğe daha bir yapışmayı ifade ediyor. İşin aslı, normatif doğrunun söylenmesinin bünyelere yaşattığı huzurlu bir afyon hali söz konusu; ama bir şeylerin değişmesi anlamındaki işlevsellik sıfır… Gerçekten bir şeylerin değişmesi isteniyorsa tabii…