“Büyük komplo” ya da özgün adıyla “La gran conspiración” Moisés Naím’in El Pais’te yayımlanan son köşe yazısının başlığı. Yazının ilk paragrafı şöyle: “Vladimir Putin, Recep Tayyip Erdoğan, Beşar Esat, Nicolás Maduro ve Robert Mugabe, büyük bir uluslararası komplonun yürütüldüğünü açıkladılar. Onlara göre, Kiev, İstanbul, Halep, Caracas ve Harare sokaklarında protestolar yapanlar, karanlık yabancı çıkarların hizmetindeki vatan haini paralı askerler. Ya da aynı güçler tarafından manipüle edilen kullanışlı aptallar. Bu otokratlara göre bu küresel ölümcül komplonun arkasında kimler mi var? Batı demokrasileri.”Moisés Naím’in “Batı demokrasileri” kavramıyla kastettiği evrensel demokrasi ilkelerine dayalı demokratik devletler değil aslında. Başta ABD’de olmak üzere demokratik ülkelerde yerleşik, kendilerini dünyada demokrasinin geliştirilmesine adamış sivil toplum kuruluşları. Kabul etmek gerekir ki demokrasi giderek temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye doğru bir evrim geçiriyor. Devletlerin egemenlik alanları yurt içinde ve dışında sivil toplum lehine daralıyor. Naím, bu gerçekten hareketle, bir parçası olduğunu saklamadığı Amerikan sivil toplum kuruluşlarının (ve doğal olarak lobilerinin) birçok ülkedeki iktidar karşıtı komplolar ve darbe girişimlerinin arkasında olduğu iddialarıyla dalga geçiyor.Dünyada demokrasiyi geliştirme misyonu olan sivil toplum kuruluşlarıMoisés Naím yazısına şöyle devam ediyor: “Kuşkusuz, Putin, Erdoğan, Mugabe ve diğerleri onları istikrarsızlaştırmak, hatta iktidardan düşürmek için her türlü gizli çabanın harcandığını düşünüyor. Ama tuhaf olan şu ki otoriter liderler, açıkça ve kamuoyu önünde hareket eden uluslararası örgütlerden kaygılanıyorlar. Oysa bunlar insani amaçlı vakıflar ve demokrasiyi geliştiren, insan hakları ihlallerini belgeleyen ya da hile olup olmadığına bakmak için seçimleri izleyen aktivistler. Ama demokrasiyi boğmak, muhalifleri hapsetmek, seçimde hile yapmak isteyen hükümetler için bu örgütlerin asil amaçları istikrar bozmaya yönelik gerçek misyonlarını gizleyen bir maske. Bunun için onları yasaklıyor ya da var olmalarını güçleştiriyorlar.”Moisés Naím, yazısında bu tür örgütlerden ikisinin hiçbir ödeme almadan gönüllü üyesi olduğunu söylüyor. Ulusal Demokrasi Fonu NED’in (National Endowment for Democracy) ve Açık Toplum Vakfı (Open Society Foundation) OSF’nin. Şöyle yazıyor: “Her ikisi de dünyada demokrasi ve insan hakları mücadelesi veren sivil toplum kuruluşlarını destekliyor. Hal böyle olunca her iki örgüt ve onların sempatizanları otoriter hükümetlerin saldırısına uğruyor. Söylemeye gerek yok ki ne bir hükümetin servisindeyiz, ne de hükümetlerden talimat alıyoruz.”Naím, komplo teorilerine inananların bu söylediklerini kabul etmemesinden yakınıyor. Bu şikâyetini de demokrasinin olmadığı ya da yeterince gelişmediği ülkelerde yetkililerin demokrasi için mücadele edenleri susturmak ve sindirmek için yaptıklarına tanık olmasına dayandırıyor. Susturma ve sindirme yollarının çok çeşitli olduğunu vurgulayan Naím, bu yollardan en etkilisinin hükümetlerin yasama ve yargı üzerindeki denetimleri olduğunu yazıyor. Bir hükümetin yasama çoğunluğuna dayanmadan hükümet olması mümkün olmadığı için yukarıdaki cümlenin neden yazıldığına akıl, sır erdirmek kolay değil ama devamından Naím’in bazı hükümetlerin ülkedeki hükümet-dışı kuruluşların (NGO) yabancı kuruluşlardan fon almalarını yasaklayan kanunlar çıkarmasından rahatsız olduğu anlaşılıyor.Naím, yazısında devamla birçok ülkenin (12) STK’lara dış yardımı tümüyle yasakladığını, birçoğunun da (39) kısıtladığını ortaya koyan bir araştırmadan söz ediyor. Demokrasi için mücadele eden STK’lara fon girişini kısıtlayan ülkelerden birçoğunda hükümete yakın siyasilerin ise karanlık kartellerden finanse edildiklerini öne sürüyor. Bu ülkeler arasında kendi ülkesi Venezuela’nın yanı sıra Rusya ve Türkiye’yi de sayıyor.Naím otoriter rejimlerin demokrasi için mücadele eden STK’ların dışarıdan finansmanını yasalarla olmazsa yargı yoluyla engellediklerini vurguluyor. Bu konuda biri Mısır, diğeri Ekvador’dan iki mahkeme kararını örnek veriyor. Neyse ki Türkiye bu grupta bulunmuyor.Naím’in yakındığı bir başka konu, demokrasiyi geliştirme misyonunu üstlenmiş üyesi bulunduğu NED ve OSF’nin seçimleri izlemek ya da insan hakları ihlalleri ve yolsuzlukları araştırmak için gönderdiği uzmanlara gittikleri ülkelerde “milliyetçi yaklaşımlarla” çalışma imkânı tanınmaması. Bu konuda güçlük çıkaran ülkeler arasında kendi ülkesi Venezuela’nın yanı sıra, Rusya, Malezya ve Bengladeş’i sayıyor.Moisés Naím’in yazısı özetle bu hususları içeriyor. Demokrasi sorunları yok sayılamayacak Türkiye’nin gerçek sorunları (Kürt sorunu, çözüm süreci, yargı reformu, yeni anayasa) ana hatlarıyla es geçilirken, siyasi partiler kanunundan çok iktidara yakın partilerin finansmanı üzerinde duruluyor. Ama asıl en büyük sorun olarak Erdoğan’ın nasıl oluyorsa artık yan yana gelmesinin mümkün olmadığı liderle eş değerde otoriterliğinin altı kalın çizgilerle çiziliyor.Anımsanacağı gibi, “Batı medyasından siyaset arenamızdaki anomaliye desteğe devam” başlıklı bir önceki yazımda özetini aktardığım 27 Şubat tarihli The Guardian’da Simon Tisdall imzasını taşıyan yazıda da Başbakan Erdoğan, Ukrayna’nın devrik Devlet Başkanı Yanukoviç ve şimdi Naím’in de yaptığı gibi Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro ile aynı kefeye konulmuştu. Moisés Naím yazısında, benzetmeyi çok daha ileri götürerek Erdoğan’ın ismini Suriye diktatörü ve Zimbabwe’nin yolsuzluktan insan hakları ihlallerine, hatta beyaz azınlığa karşı ırkçılığa kadar uzanan iddialarla suçlanan lideri ile birlikte anıyor.Yazarların dünya kamuoyundaki ağırlıkları Bu köşe yazarlarının kendi gazetelerinin ötesinde dünya kamuoyunda ağırlıkları olmadığını düşünebilirsiniz. The Guardian’da 1979’dan beri yazan deneyimli gazeteci Simon Tisdall için bu düşüncenizde haklı da olabilirsiniz. Ama 1952 Caracas doğumlu Moisés Naím sadece bir dönem Ticaret ve Sanayi Bakanlığını üstlendiği ülkesi Venezuela’da değil, başta yaşadığı ABD ve Latin Amerika olmak üzere dünyada tanınan ve etkisi tahminlerin ötesinde büyük olan bir isim. Geçmişte Caracas Yüksek İdari Etütler Enstitüsü’nde (IESA) profesörlük ve dekanlık yapmış olan Moisés Naím Bolivar Devrimi’ne ve bugünkü rejime muhalif bir isim. Bir dönem Dünya Bankası’nda çalışan Naím 1996’dan 2009’a kadar Samuel Huntington’un kurduğu Amerikan Foreign Policy dergisinin genel yayın yönetmenliğini de yaptı. Dergiyi satılana kadar çıkaran ünlü “think thank” Carnegie Uluslararası Barış Fonu’nun (Carnegie Endowment for International Peace ) uzun süredir üyesi olan Naím’in İngilizce kaleme aldığı birçok kitabı var. 2005’te Washington Post’tan özel ödül alan İllicit (Yasak) ile geçen yıl çıkan “The End of the Power” (İktidarın sonu) bunların en önemlileri.Moisés Naím sadece İspanyol El Pais’te değil aynı zamanda İtalyan La Repubblica’da da düzenli olarak yazıyor ve The Financial Times’a katkıda bulunuyor. Zaman, zaman kaleme aldığı makaleleri The New York Times, Le Monde, Berliner Zeitung ve saygın Latin Amerika gazetelerinde yayımlanıyor. Ayrıca 2011’den beri her cumartesi NTN 24 kanalından Latin Amerika’ya dönük İspanyolca “Efecto Naím” isimli siyasi ve ekonomik gelişmeleri ele alan bir televizyon programı yapıyor.Kabul etmek gerekir ki Moisés Naím, ABD, Avrupa ve İspanyolca konuşan Latin Amerika ülkeleri kamuoylarını etkileyecek ağırlığa sahip yazarlardan biri. Onun gibi daha birçok yazar olduğu düşünülürse, demokratik ülke kamuoylarında Başbakan Erdoğan’ın birçok diktatörle birlikte anıldığı, kuşkusuz hoşlanmayacağı, kötü bir imajı oluşuyor. Moisés Naím’in yukarıda özetle aktardığım yazısı, bu imajın iyileştirilmesinde komplo teorilerinin, gerçeklik payı olsa bile, pek yararlı olmayacağını ortaya koyuyor.AK Parti’nin yerel seçimlerden birinci parti olarak, hatta anketlerde görüldüğü gibi 2009’a oranla oylarını büyük oranda arttırarak çıkmasının ülke içinde güven tazelemek anlamına geleceğine kuşku yok. Bu, belki siyaset arenasında belirli bir normalleşmeyi beraberinde getirecek. Ama dünya kamuoyunda oluşmakta olan otoriter lider imajının iyileştirilmesi için pek yeterli olmayacak. Bunun için başta hızlı bir demokratikleşme olmak üzere uluslararası kamuoyunun nabzını tutmak olarak özetleyebileceğim daha başka adımların atılması da gerekiyor kuşkusuz.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik