Donald Trump, 8 Kasım 2016’da ABD’nin 45. başkanı seçildikten 10 gün sonra, 20 Ocak 2017’de işbaşı yapacak yönetiminin ilk halkasında yer almasını istediği üç önemli isme teklif götürdü: Adalet Bakanlığı için Jeff Sessions, CIA Başkanlığı için Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanlığı için emekli korgeneral Michael Flynn.
Konuya dair haberlerin devamında, üçünün de görevleri kabul ettiği belirtiliyordu.
BBC Türkçe, haberi, bu üçlüden Michael Flynn’i öne çıkartarak vermişti. Haberin başlığı da onun seçim günü (8 Kasım 2016) The Hill’de kaleme aldığı bir makalede dile getirdiği bir düşünceden çıkartılmıştı: 'Gülen iade edilsin' diyen Flynn, Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı…
Salt bir fikir yazısı sanıldı ve…
BBC Türkçe’nin başlık tercihi editoryal açıdan gayet isabetliydi. Çünkü Michael Flynn, bu dizinin ilk yazısında da değindiğim gibi, ABD’nin Fethullah Gülen’i Türkiye’ye iade etmesi gerektiğini savunduğu makaleyi, başkan seçilmesi sürpriz sayılabilecek bir adayın (Donald Trump) kampanya yöneticisi olarak kaleme almıştı. Şimdi ise bu kişi, 20 Ocak 2017’de görevi resmen devralacak Başkan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olmuştu. BBC, başlık tercihiyle işte bu gerçeğe işaret ediyordu.
8 Kasım’daki makaleyi 18 Kasım’daki atama izleyince, yeni yönetimle birlikte Gülen’in iadesinin de yolunun açılacağı beklentisi adeta ete kemiğe büründü. Öyle ya, ülkenin Ulusal Güvenlik Danışmanı böyle düşünüyorsa, onun yönetimi etkilememesi düşünülemezdi. Daha iyimserler ise, Michael Flynn’in o makaleyi Trump’ın bilgisi dahilinde yazdığını, dolayısıyla iadenin neredeyse kesin olduğunu dillendirmekle meşguldüler.
Meğer mesele başkaymış
Ne var ki, bu iyimser beklentileri besleyen varsayımlar ve olgular kısa bir süre sonra çökecek, Flynn üzerinden kurulan ‘Gülen’in iade edileceği’ hayali hızla sönecekti.
Her şeyden önce Flynn, sadece 24 gün görevde kalabildi; 20 Ocak 2017’de göreve resmen başlayan emekli korgeneral, 14 Şubat’ta istifa etmek zorunda kaldı.
Bundan bir süre sonra Flynn’in o makaleyi, Türkiye lehine lobi faaliyetlerinin bir parçası olarak para karşılığı yazdığı, dolayısıyla da yeni yönetimin yaklaşımını yansıtmadığı ortaya çıktı. (Böylece, 15 Temmuz gecesi Türkiye’de darbe olurken yaptığı bir konuşmada sözü darbeye getirip, bunun Erdoğan’ın İslamcılığına karşı alkışlanacak bir hareket olarak olduğunu söyleyen Flynn’in sadece dört ay sonra nasıl ‘Erdoğan hükümetinin yardımına koşmalıyız’ diyen bir makaleyi kaleme aldığı etrafında oluşan sorular da bir karşılık bulmuş oluyordu.)
Devamı da geldi ve Flynn’in ABD’deki Türkiye lehine lobi faaliyetlerinin başka veçhelerinin de olduğu ortaya çıktı. ABD’de başka ülke lehine lobi faaliyeti yürütmek yasaldı ama faaliyet sahipleri durumu ABD Adalet Bakanlığı’na bildirmek zorundaydı.
Flynn, bir aşamada özel savcıyla işbirliğine gidip tıpkı Rusya‘yla ilişkileri gibi Türkiye ile ilişkilerinde de belli bir âna kadar gizlediği bazı bilgileri açıklamaya karar verdi. Açıkladıklarından bir bölümünü biliyoruz, fakat Türkiye’nin imajını ciddi ölçülerde zedeleyebilecek başka bilgileri de savcıyla paylaşmış olabileceği ve bunların da yakında ortaya çıkabileceği öne sürülüyor.
Yapıyor fakat gizliyor…
Flynn’in Türkiye dosyasının neden ‘büyük ve tehlikeli bir cisim’ olduğunu anlayabilmek için, başlangıçtan itibaren bu ilişkinin nasıl tesis edildiğini; nelerin gizlendiğini ve sonradan nelerin kabul edildiğini ayrıntılı olarak ele almamız gerekiyor. İlaveten, bu ilişkinin bir aşamasında Gülen’in ABD’den gizlice kaçırılması iddialarına da yakından bakmak gerekiyor.
Bunlar, bugünkü ve bir sonraki yazının ana başlıklarını oluşturacak zaten. Fakat ondan önce kısaca Flynn’in neden görevden uzaklaştırıldığına kısaca değinmeliyiz. Çünkü işin o yanı, Flynn’in Türkiye dosyasının akıbetini doğrudan olmasa bile etkileyebilecek özellikler taşıyor.
Rusya’nın, Donald Trump’ın seçim kampanyasına çeşitli düzeylerde müdahalede bulunduğu, bu amaçla rakip aday Hillary Clinton aleyhine kullanılabilecek malzemeyi Trump’ın seçim kampanyası ekibiyle paylaştığı yönünde iddialar ortalığı kapladığında, gözler doğal olarak Flynn’e çevrildi. Çünkü o, Trump’ın kampanya ekibinin başındaki kişiydi.
İddialar, bir aşamada Flynn’in Rusya'nın Washington Büyükelçisi Sergey I. Kislyak ile yaptığı telefon konuşmalarının bu açıdan sorunlu olduğu noktasında yoğunlaşmaya başladı. Flynn, iddiaları reddetse de, haftalardır bu konu üzerinden yoğun baskı altında bulunan taze başkan Trump’ın zorlamasıyla istifa etmek zorunda kaldı (14 Şubat 2017).
Sonrasını biliyorsunuz: Flynn bir süre sonra özel savcı Mueller’a, Rus büyükelçi ile konuşmalarının gerçek içeriği konusunda yalan söylediğini itiraf edip savcıyla işbirliğine gitme kararı aldı. Şimdi Trump yönetimi, onun savcıya neler anlattığını öğrenmek için Mueller’in dosyayı tamamlamasını bekliyor. ABD basınında, o dosyanın Trump’ın azil sürecini başlatacak belge ve bilgiler içerdiğini öne süren çok sayıda haber ve yorum yer alıyor.
Flynn’in Türkiye ilişkileri
Michael Flynn, geçtiğimiz ay tıpkı Rusya ile ilişkilerinde olduğu gibi Türkiye ile ilişkilerinde de gizlediği gerçekler olduğunu söyleyip savcı Mueller’le işbirliği yapmaya karar verdi. ABD basınında yer alan ifadeleri kullanırsak, Flynn, Rusya ile ilişkilerini itiraf ederken “Aynı dönemde (yani Trump’ın kampanyasını yürüttüğü dönemde) Türkiye hükümeti ile de doğrudan ilişki kurduğunu, hükümetin talimat ve yönlendirmeleriyle çalışmalar yürüttüğünü ilk kez doğruladı.”
Şimdi artık bu noktaya nasıl gelindiği üzerine bir hafıza tazelemesine girişebiliriz…
Michael Flynn – Ekim Alptekin
Korgeneral Michael Flynn’in 2014’te emekli olduktan sonra oğluyla birlikte kurduğu Flynn Intel Group adlı danışmanlık şirketi, Ağustos 2016’da Hollanda merkezli Inovo BV adlı danışmanlık şirketi ile üç aylık bir lobi anlaşması imzaladı. Inovo BV’nin sahibi, aynı zamanda Türk-Amerikan İş Konseyi Başkanı olan Ekim Alptekin adlı bir işadamıydı.
Lobi anlaşmasının süresi üç aylıktı. Anlaşmaya göre, Ekim Alptekin’in Inovo’su, Flynn’in Intel’ini Türkiye’de yatırım yapmak isteyen fakat adı açıklanmayan uluslararası büyük bir petrol ve doğal gaz şirketinin kullanımına sunulmak üzere rapor yazması için tutmuştu.
Fakat gerek Flynn’in bu anlaşmadan bir ay önce yazdığı makale, gerekse Alptekin’in Türkiye’de hükümete çok yakın bir kişi olması, zamanla bazı kuşkuların dile getirilmesi sonucunu doğurdu: Acaba, Flynn gerçekte Türkiye için lobi yapıyordu da bunu Alptekin’in firmasını paravan olarak kullanarak mı yapıyordu? Fakat mademki Adalet Bakanlığı’na bildirilmesi koşuluyla ABD’de başka bir ülke lehine lobi faaliyetinde bulunmak yasaldı, Flynn neden bunu gizli kapaklı yapsındı?
Hem yönetici hem lobici olunabilir ama…
Bu sorunun cevabı, muhtemelen Flynn’in kendisi için çizdiği siyasi kariyerin icaplarında gizliydi. Emekli general, neden benzerleri gibi büyük silah ve enerji şirketlerinde danışmanlık yapmayıp danışmanlık şirketi kurduğu yönündeki sorulara “çünkü bağımsız olmak, onun lezzetin tatmak istiyorum” demişti.
Gerçekten de ‘bağımsız’ danışman olarak kalabilseydi muhtemelen Türkiye ile lobi ilişkilerini gizlemek gereği duymayacaktı. Fakat firmasını kurduktan sonra başka hayallere yelken açmış, siyasi kariyerini ABD yönetici elitinin bir parçası olarak geliştirmeye karar verip Trump’ın yanında görev almıştı.
Aslında görünüşte yine bir sorun yoktu, hem lobici olup hem yönetimde yer alması mümkündü. Fakat Trump, yasal da olsa, ‘yabancı bir ülke için lobi yapan birileriyle birlikte çalışmasının asla mümkün olamayacağını’ ABD’deki başkanlık yarışının en başında ilan etmişti.
Bu durumda Flynn ya kendisine gelen Türkiye için lobi önerisini reddedecekti (ki bu yüz binlerce, belki milyonlarca dolardan vazgeçmek anlamına gelecekti) ya da Trump’ın yönetici elitinde yer alma hayalinden vazgeçecekti. Fakat üçüncü bir yol daha vardı: Türkiye için lobi yapmak ve bunu ilan etmeden yapmak.
Flynn bu yolu seçti ve Türkiye lehine lobi yaptığı iddialarını sürekli olarak inkâr etti, ta ki geçtiğimiz ayki itirafına kadar…
Aradaki uzun inkâr süreci ve yaşananlar, bu dizinin pazartesi günü yayımlanacak üçüncü ve son yazısında…