Ana SayfaYazarlarBüyükelçi cinayeti ve Suriye politikası

Büyükelçi cinayeti ve Suriye politikası

 

Rusya’nın Ankara büyükelçisi Andrei Karlov’un bir suikast sonucu hayatını kaybetmesi, Avusturya-Macaristan veliaht prensi Arşidük Franz Ferdinand’ın 1914’te Saraybosna’da öldürülmesini (ve Birinci Dünya Savaşı’nın bu yüzden patlak vermesini) aklıma getirdi.  Eğer her iki ülkenin liderleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Putin, olaya sağduyulu yaklaşmamış olsalardı, işler bölgesel bir felâkete yol açabilirdi.  Neyse ki olayın başından itibaren mesele bir “zirve diplomasisi” bağlamında, farklı istismar alanlarına yol açmayacak şekilde kontrol altına alındı. Şayet bu suikast 24 Kasım 2014’teki uçak olayından hemen sonra meydana gelmiş olsaydı, galiba süreci denetim altına almak hiç mümkün olmayabilirdi.  Türkiye’nin çok gecikmeden Rusya ile ilişkilerini düzeltmiş olması, bu hadisenin aklıselim temelinde ele alınmasına muazzam bir katkı sağladı.

 

Andrei Karlov henüz Sovyetler Birliği döneminde, daha 1976 yılında diplomatik kariyerine başlamış ve Temmuz 2013 yılında Ankara’ya büyükelçi atanmıştı. Putin konsolosluğun web sitesinde kendisinden “Türkiye’deki liderlik ve diğer siyasi güçlerle mükemmel ilişkileri olan bir diplomat” diye söz ediyor. Belli ki Türkiye – Rusya ilişkilerinin hızla normalleşmesinde Andrei Karlov’un büyük katkıları oldu. Hayatına mal olsa da, büyükelçi bölgeyi muazzam bir felaketin eşiğinden döndüren kadroda yer almaktaydı.

 

Güvenlik zaafı yabana atılamaz

Rusya’nın Ankara büyükelçisi deyip geçmemek gerekir.  Şüphesiz bütün elçiler diplomatik korumaya alınır ve her durumda yakın takip altındadırlar. Ancak ABD ve Rusya büyükelçilerinin korunmasında çok daha özenli davranmak gerekir. Katilin polis olması ve üstelik çevik kuvvet bünyesinde bulunmasının, olay yerine gelmesinde kendisine avantaj sağladığını kabul etmek durumundayız. Ancak nasıl oluyor da, en yakın korumaların yaptığı şekilde, büyükelçinin arkasında dakikalarca durabiliyor ve ardından cinayeti işliyor?  Resme dışarıdan bakıldığında, katil baş koruma görüntüsü vermekte. Kuşkusuz burada akla gelen diğer bir soru da şu: Acaba büyükelçiyi korumakla görevli başka bir polis veya polisler yok mu? Nasıl olur da onlar bu durumu fark etmiyor? Tabii güvenlik uzmanı değilim; ancak büyükelçileri korumakla görevli, öyle günden güne değişmeyen bir ekibin bulunması gerekirdi.

 

Cinayet, Halep ve Suriye politikası bağlantılı

Şüphesiz bu cinayet önceden, belki de aylar öncesinden planlanmıştı. Katil FETÖ’cü, Nusra’cı, IŞID’çi veya başka bir örgütten de olsa, olayın Suriye ve Halep ile bağlantılı olduğunu tahmin edebiliyoruz. Zaten katilin de ateş ettikten hemen sonra  “Halep’i unutmayın, Suriye’yi unutmayın” diye bağırması, meselenin Suriye bağlantısını ortaya çıkarmakta.  Ayrıca Rusya devlet başkanı Putin de “Bu cinayet bir provokasyondur ve Türkiye-Rusya ilişkileri ile Suriye’deki barış sürecini bozmayı hedeflemektedir” dedi. 

 

Aslında şu anda Suriye’de bir barış sürecinden söz etmek mümkün değil. Ancak Türkiye ve Rusya’nın anlaşmasıyla, muhalifler için Doğu Halep’ten güvenli çıkış sağlanmaya çalışılıyor. Tabii Suriye rejimine, bu arada Rusya ve İran’a karşı savaşmış güçlerin Doğu Halep’ten sağ salim çıkartılması da Türkiye diplomasisi açısından büyük bir başarıdır. En azından Suriye ve İran, yarın bu güçlerin farklı cephelerde tekrar kendilerine karşı savaşacakları hesabını yapar ve silahlı unsurların çıkmasına rıza göstermeyebilirdi.

 

2011’den beri Halep’te rejime karşı savaşan güçlerin, son birkaç yıldır (2012’den beri) kentin yarısını ellerinde tutmalarında, başta Türkiye olmak üzere dışarıdan sağladıkları desteğin büyük katkısı bulunuyordu. Dolahyısıyla Türkiye’nin Rusya ile anlaşması çerçevesinde buradaki desteğini çekmiş olmasının bazı ciddi sonuçları elbette olacaktı ve oluyor.

 

(1) Artık tek başına Suriye muhalefetinin Rusya, İran ve Suriye blokuyla başa çıkması mümkün görünmemekte.

(2) Rusya,  Türkiye’nin Fırat Kalkanı kapsamında El Bab operasyonuna (Halep için tehdit oluşturmayacağı için ve tehdit oluşturmayacağı sürece) muhalefet etmeyecek.

(3) Bundan böyle, Türkiye ve ÖSO’nun Suriye’deki siyasi hedefleri arasında bir ayrışma meydana gelecek.

 

İlk iki madde farklı bir yazı konusu olabilir. Ancak son madde bağlamında şunu söyleyebilirim: Bundan böyle Türkiye ve ÖSO’nun hâlâ ortak hedefleri olacaksa bunlar daha rasyonel bir zeminde bulunmak durumundaÇünkü Türkiye’nin, daha önce gayri meşru olarak kabul ettiği Esad rejimini iktidardan düşürme hedefi, artık Suriye’de öncelikli bir politika değil. Üstelik Türkiye bu politika değişikliğinde, sahadaki kimi aktörlere nazaran geç bile kaldı. Çünkü Suriye krizi patlak verdiğinde ABD’nin de başlangıçta böyle bir politikası vardı; ancak Suriye devriminin cihatçı örgütler tarafından rehin alınması, bu desteğin sona ermesini getirdi.

 

Türkiye ve Suriye muhalefetinin,  artık Suriye’de ayrı gündemlere sahip olmalarının en tehlikeli boyutu, kendilerini aldatılmış hissedebilecek kimi grupların bu kez Türkiye düşmanlığına girişmeleri riskidir.  Suriye’de Esat rejimine karşı savaşan bu grupların Türkiye dahilinde ciddi bir kamuoyu desteği ve sempatisi bulunmakta. Bu destekçi grupların, cihadî bir anlayışla Türkiye’ye karşı bir husumet içine girmeleri, ülkedeki iç barış açısından ciddi bir tehlike demektir. Ayrıca Suriye’den Türkiye’ye göç etmiş olup, söz konusu gruplarla organik bir dayanışma içinde olan, oldukça hacimli bir mülteci kitlemiz de bulunmaktadır.   

 

Kanımca, Ankara’da vuku bulan Rusya büyükelçisi cinayeti bu bağlamda da ele alınmalıdır. Çünkü hedef hem Rusya, hem Türkiye’dir.

 

- Advertisment -