Muhalefet heyetlerinin oluşumuyla ilgili görüş ayrılıkları nedeniyle dört gün ertelenen ve bugün Cenevre’de başlaması öngörülen Suriye barış görüşmelerine başlıca muhalif grupları bir araya getiren Yüksek Konsey’in katılımı, yazıyı gönderdiğim Perşembe akşamüstü daha teyit edilmemişti. Üç gündür Riyad’da toplantı halinde olan ve ateşkes ve insani yardımla ilgili güvenceler bekleyen grubun katılımla ilgili kararı henüz açıklanmamıştı.
Aslında yüzbinlerce insanın ölümüne, milyonlarcasının başka ülkelere göç etmesine yol açan iç savaşın sona ermesi, barış görüşmelerinin öncelikli hedefi. Ama bunun, gerçekleştirilmesi söylendiği kadar kolay olmayan bir hedef olduğuna kuşku yok.
Bugüne, birçok Arap ülkesinde olduğu gibi, Suriye’de totaliter Baas rejimine karşı 2011’de demokrasi talebiyle başlayan barışçıl gösterilerin kanlı biçimde bastırılmasının ardından patlak veren iç savaşa, önce bölgede, ardından dünyada yayılma emelleri bulunan yabancı ülkelerin esas itibariyle rejim güçleri lehine müdahalesiyle gelindi. Bu karışık denkleme, bir de, Irak’la birlikte Suriye’nin bir bölümünü kapsayan topraklara sahip olduğu için kendini devlet (İslam Devleti) ilan eden Daesh terör örgütü ve bu örgütle mücadele gerekçesiyle bölgeye gelen büyük uluslararası aktörlerin de eklendiği dikkate alınırsa, ilan edilen hedefe ulaşmanın kolay olmayacağını herkes kabul ediyor.
İç savaşa başından beri kendisine yakın gruplar ve askerleriyle rejim lehine müdahale eden İran ile son 6 ay içinde tüm askeri gücünü yığdığı Suriye’de sivil muhalifleri vurarak arazide rejimi güçlendiren Rusya görüşme masasına da ortak müttefikleri Esat’ı güçlendirmek için oturuyor. Bu hedefe varılmasını kolaylaştıracağı düşüncesiyle daha görüşmeler başlamadan Rusya muhalefet cephesini sulandırma yönünde adım atarak kendisine ve dolayısıyla rejime yakın duran PKK’nın Suriye uzantısı YPG’nin siyasi kolu PYD’nin de masaya oturması için baskıda bulundu. ABD de, YPG’yi Daesh’e karşı mücadelesinde kara gücü olarak kullandığı için PYD’nin katılımına sıcak bakıyor olmalı ki bu konu sadece Türkiye’de değil, muhalefet cephesinde de bir hayli tartışıldı.
ABD’nin Riyad’da toplanan Suriye muhalefetine Cenevre görüşmelerinden önce baskıda bulunduğuna ilişkin iddialar var. El Hayat’a göre, Riyad’da Riyad Hicab başkanlığındaki muhalefet heyetiyle görüşen Dışişleri Bakanı John Kerry, onlardan ulusal birlik hükümeti kurulması için Esat’ın da katılacağı bir seçime “hayır” dememelerini istedi. Bu konuda Rusya ile anlaştıklarını belirten Kerry ayrıca PYD’den başta Salim Müslim olmak üzere üç ismin heyete eklenmesini talep etti. Gazete, Kerry’nin muhalefetin bu koşulları kabul etmemesi halinde ABD’nin desteğini kaybedeceği uyarısında da bulunduğunu ileri sürüyor.
Geçen Aralıkta muhalefetin uluslararası platformda tanınan temsilcisi Riyad grubunun genel koordinatörlüğüne getirilmiş olan Esat’ın eski Başbakanı Riyad Hicab, 11 Ocakta Paris’te Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ve Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’la görüşmüş ve Esat’ın müttefikleri Rusya ve İran’ın sivillerin oturduğu bölgelerde askeri operasyonlara devam etmelerinden duyulan rahatsızlığı dile getirmişti. BMGK’nin 2254 sayılı kararını hatırlatan Hicab, rejim ve müttefiklerinin ılımlı muhalefetin yerleşik olduğu kentleri kuşatıp bombalayarak askeri çözüme ağırlık verdiği ve uluslararası toplum insani çözüme öncelik tanınması için iradesini ortaya koyamadığı sürece Cenevre barış görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanacağının altını çizmişti.
Paris ziyareti ertesinde Le Monde’a mülakat veren Riyad Hicab, geçiş döneminin “Esat ’sız” olması gerektiği hususunda Yüksek Konsey’in kararlı olduğunu vurgulamıştı. Müzakere döneminin bitiminde sadece Esat’ın değil, Baas rejiminin eli kana bulaşmış yöneticilerinin de yönetimde bulunmaması gerektiğini, Esat’ın başta kalması halinde, bunun daha çok çatışma, daha çok yıkım ve daha çok kan anlamına geleceğini belirtmişti.
Kabul etmek gerekir ki Suriye’de kalıcı barışın sağlanmasında, Hicab’ın yukarıda aktardığım görüşleri, uluslararası ve bölgesel aktörlerin mevcut farklı görüşlerinden daha önemli. Çünkü esas olan, Suriye’nin uluslararası ya da bölgesel aktörlerin çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn edilmesinden çok, zorla göç ettirilmiş milyonlarca insanın geri dönüp ülkelerinde güven içinde yaşamalarının koşullarının yaratılması. Bu, son tahlilde,18 aylık sürecin sonunda yapılması öngörülen seçimlerin demokratik nitelik taşımasının da temel koşulu.
Cenevre’de arazide askeri yönden güçlü olan ülkeler, Orta Doğu’ya fazla bulaşmak istemeyen ABD başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerini en büyük tehlikenin Daesh, ilacının da Esat’lı çözüm formülleri olduğu hususunda ikna edebilirler. Aralarında uzlaşarak Suriye’yi (ardından Irak’ı) çıkarlarına uygun olarak, çeşitli senaryolarda dile getirildiği gibi yeniden dizayn da edebilirler. Nihayetinde Suriye krizinden bazı ülkeler etkinlik alanlarını genişleterek kârlı da çıkabilir elbette.
Ne var ki krizin neden olduğu insani sorunları öncelemeden, zorla göç ettirilen milyonlarca insanın geri dönüşünü sağlayacak demokratik bir ülke yaratılmadan Suriye sorununa çözüm bulmak mümkün değil. Dolayısıyla Cenevre görüşmelerinin -başlayabiliyorsa- başarısının temel koşulunu insani çözümün oluşturacağına kuşku yok.
Unutmayalım ki insanların yerlerinden edilerek mülteci konumuna düşürülmesi, XXI. Yüzyıl dünyasında, uluslararası hukuka (Roma Statüsü) göre, tereddütsüz “insanlığa karşı suç” kapsamına giriyor. Cenevre görüşmelerinden Suriye için arazideki askeri konumu önceleyen herhangi bir sonuç çıkması, sadece Türkiye ve AB üyeleri başta olmak üzere gelişmiş ülkelere mülteci sorunlarına ivedilikle kalıcı çözüm bulma zorunluluğu getirmeyecek. Ardından Esat ve müttefiklerinin insan hakları ihlallerindeki siyasi sorumlulukları da ayrıca tartışılacak elbette.