Serbestiyet’teki son yazımda (21 Ekim), iktidarın Suriye siyasetini yıllar boyunca “ne işimiz var bizim Suriye’de” diye eleştiren CHP’nin, “Suriye’deki en büyük işimiz”i onaylamasındaki ağır çelişkiyi göz önüne sermeye çalışmıştım.
Yazının sonlarına doğru, CHP’nin, tabanındaki anti-Kürt, ulusalcı eğilimden dolayı başka türlü davranamayacağı yönündeki bana yöneltilebilecek muhtemel bir eleştiriyle ilgili olarak şöyle yazmıştım:
“Bana şu soruyu sorabilirsiniz: ‘Tamam, Kılıçdaroğlu’nun bâriz bir çelişki içinde olduğu doğru da, bir siyasetçinin mevcut boğucu atmosfer içinde başka türlü konuşması mümkün müdür?
“Ya da benim, temsil ettikleri kitlelerin ‘hezeyanlarına’ hiç dokunmadan yapılan siyasetçi eleştirilerindeki ahlaki problemle ilgili yazılarımı tanık göstererek sorabilirsiniz: ‘CHP’nin tabanındaki milliyetçi kabarma ortadayken, partinin liderinin o dalgaya karşı çıkması mümkün olabilir mi?’
“Doğru, ben bir dönem CHP’nin tabanındaki sert laik eğilimi gözardı ederek salt parti liderliğini eleştirmenin âdil bir tutum olmadığı üzerine çok yazı yazdım. Fakat bu defaki ‘taban direnci’nin başörtüsü vb. üzerinden yürüyen sert laik taban direnci kadar güçlü olmadığı kanaatindeyim ve CHP liderliğinin biraz cesaretle iktidarın şiddet politikalarına karşı çıkması durumunda tabandan ‘hop, ne oluyoruz’ seslerinin gelmeyeceğini düşünüyorum.”
Bugünkü yazıda, CHP tabanından neden o seslerin gelmeyeceği üzerinde duracağımı söylemiştim. İşte şimdi sıra ona geldi.
Dünde kalmış bir ezber…
Böyle düşünüyorum, çünkü CHP tabanındaki “milliyetçi kabarma” ya da “anti-Kürt” eğilimlerin dünde kalmış bir ezberden başka bir şey olmadığı kanaatindeyim.
Artık Kürt partilerinin konvoylarının taşlandığı “İzmir dellenmesi” günlerinde değiliz. Çünkü zaman içinde CHP tabanı Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) sadece kendi ideolojisinin gücüne dayanarak yenemeyeceğini anladı, yani siyasi davranmayı öğrendi (belki değişen CHP yönetiminin tabanını bu yolda “eğittiğini” söylemek daha doğru olur).
CHP tabanının bu eğitimine, AK Parti’nin pervasız baskıcı politikalarının ve buna duyulan sınırsız öfkenin de katkıda bulunduğu muhakkak.
Yani öyle veya böyle zaman içinde laik kesimde ve CHP tabanında Kürtler ve “şeriatçılar” algısında önemli farklılaşmalar meydana geldi. Şu sözlere bakın:
"O bölgede radikal İslami örgütler olacağına iyi ilişkilerimizi geliştireceğimiz güçlü merkezi otoritenin egemen olduğu federatif bir yapı içerisinde Kürtler olsun daha iyi. Laik yapısını da zaten biliyoruz PYD'nin."
Oda TV yazarı, emekli tuğamiral Türker Ertürk’ün bir televizyon programında sarf ettiği bu sözler, iktidar yanlısı sosyal medya hesapları tarafından, içinde CHP’nin de yer aldığı laik kesim için genelleştirilerek yerden yere vuruldu.
Kanaatimce, Türker Ertürk’ün yaklaşımı, gerçekten de laik kesimin kahir ekseriyetinin duygusunu önemli ölçüde yansıtıyor.
Bu duyguyu şöyle tanımlayabilirim: Laik kesim, öfkesini bir zamanlar eşit olarak bölüştürdüğü Kürtler ve “şeriatçılar” arasında artık bâriz bir ayrım yapıyor. Zaman içinde “Kürt düşmanlığı” seyrelirken “şeriatçı düşmanlığı” koyulaştı; bunun siyasetteki yansımasını da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile Kürt siyaseti arasında son seçimlerde gerçekleştirilen işbirliğinde gördük.
Bu tespiti şu rezervle savunuyorum: Laik kesimdeki “Kürt düşmanlığı”nın seyrelmesi bir hakikat, fakat bu, önemli ölçüde “baş düşman”a karşı ikincil düşmanlarla işbirliği zorunluluğundan kaynaklanıyor, dolayısıyla da konjonktürel olma ihtimali gözardı edilmemelidir.
CHP, sertlik ve savaş karşıtı bir pozisyon alabilir miydi?
Türker Ertürk’ün sözleri, benim pazartesi günü Serbestiyet’te yayımlanan ve devamını bugün getireceğimi söylediğim yazıda savunduğum görüşü doğrular nitelikte.
Fakat ortada bir de şu soru var: İşaret ettiğim bu değişim nedeniyle CHP tabanı, oy verdiği partinin, iktidarın içte ve dışta Kürtlerle ilgili sorunları sertlikle çözme alternatifine karşı çıkmasına sinirlenmeyecek olsa dahi CHP serâzâd savaş karşıtı bir dil kullanabilir mi?
Muhalif kesimden bazı yorumcular CHP’nin böyle yaparak akıllı bir siyaset ortaya koyduğunu savundular. Onlara göre, CHP böyle yapmasaydı iktidar tarafından Türkiye’nin bekasını önemsememekle, hatta düpedüz vatan hainliğiyle suçlanacak ve elindeki büyük medya gücüyle bunun üzerine kahredici bir propaganda faaliyeti yürütecekti. Bu da toplumsal kutuplaşmayı daha da artıran, iktidarın baskıcılığını “meşru” kılan bir rol oynayacaktı.
Bu yorumcular, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) yayımladığı savaş karşıtı bildirilerde savaşa karşı durmaya çağrılan güçler arasında CHP’nin sayılmamasının da anlamlı olduğunu söylüyorlar. Onlara göre bunun nedeni, CHP’yi takınamayacağı bir pozisyona davet edip güç durumda bırakmama kaygısıydı.
Şu mevcut durumda bile iktidar medyasının CHP’yle ilgili yayınlarına bakıp da bu görüşü bir kalemde reddetmek o kadar kolay görülmüyor.
Doğrusu bu konuda ben de emin olamıyorum. Fakat CHP bu aşamada iktidarın sertlik ve savaş siyasetine açıkça karşı çıkmamakla doğru bir taktiksel hamle yapmış olsa bile, bu, partinin ağır bir çelişki içinde olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
CHP, Kürtlerden yine “anlayış” bekliyor
Serhat Mintaş adlı okurum, bana gönderdiği e-postada CHP’nin mevcut tavrına ilişkin şöyle bir değerlendirmede bulunmuş:
“Bugün yazdığınız yazının son iki paragrafında CHP'nin Suriye harekâtı ile ilgili söyleminin aksi yönde olması halinde tabandan pek bir dirençle karşılaşmayacağını yazmışsınız (ben de bu kanaatteyim). Kafama şu husus takıldı: daha önce Yıldıray Oğur ve siz yazılarınızda, yeni yönetim sistemi ve onun ortaya çıkardığı % 50+ oy alma ihtiyacıyla CHP'nin taban genişletmeye yönelik hamleler yaptığını, bunların kendi sadık tabanının kabul edebileceği hamleler olmamasına rağmen, verili sistem dolayısıyla aksi yönde bir reaksiyon görmediğini yazmıştınız. Bu yazdıklarınız ışığında, CHP'nin harekât ile ilgili söyleminin de kendi tabanından ziyade, 'kararsız seçmen-küskün seçmen' denen seçmenlere ve %50+ ya oynamak üzerine kurduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla burada kendi tabanının çok da ön planda olmadığı kanaatindeyim.”
Bence de CHP yönetimi, aksi yönde davransaydı tabanının kendisini protesto etmeyeceğini biliyordu. iktidarın sertlik ve savaş politikalarını destekleyerek kimden ilave oy kopartabilir ki? Böyle bir oy alanı yok, fakat Kürtlerin ödünç oylarını şimdi ne yapacağı belirsiz.
CHP galiba yine “çaresizliğinin” anlaşılmasını istiyor ve yine Kürtlerden “anlayış” bekliyor.
İyi de, nereye kadar?