"…Cinayeti kör bir kayıkçı gördü/ ben gördüm, kulaklarım gördü/ vapur kudurdu, kuduz gibi böğürdü/ hiç biriniz orada yoktunuz.” Atilla İlhan
Hepimizin gözleri önünde işleniyor bütün dünyanın kör, sağır ve dilsiz kaldığı cinayetler. Hepimiz oradayız ama hiçbirimiz yokmuşuz gibi davranıyoruz. Arada iki yaşındaki Aylan bebeğin cansız bedeni kumsala vurunca, vicdanımızda hafif bir kıpırdanma oluyor. Belki “Ben senden daha vicdanlıyım” demek istiyoruz karşımızdakine, kumsalda yatan cansız beden üzerinden…
Dört gün önce 14 mülteciye mezar oldu Ege’nin serin suları. Bunlardan yedisi Aylan bebek gibi çocuktu. Ama nedense kimsede bir infial yaratmadı. Dünyanın modern ülkeleri bir araya gelmedi, sıradandı her şey, duyduk ve geçtik. Avrupa Birliği zaten “Mülteci sorununu siz çözün, ilerleme raporunu hallederiz…” diyerek, yaptıkları ‘ahlaksız teklifle’ ne kadar vicdanlı olduklarını çoktan kanıtladı. O AB’nin üyesi Polonyalı bir öğretmen öğrencilerine “Bir botun batmaması için kaç mülteci suya atılmalı” diye fizik sorusu sordu sınavda! Derdim onların müreffeh vicdanlarını tartmak değil, daha çok kendimizle, ikiyüzlü yaşamlarımızla.
Ekim ayının son haftası üç tarafı denizlerle kaplı ülkemizin en sevdiğim koylarından biri olan Asos’un Kadırga Koyu’nda bir gece geçirdim. Koya giderken iki araç beşer metre uzaklıkta duruyordu. Otomobillerin içinde ikişer kişi vardı ve telefonla konuşuyorlardı. Nedense bir gariplik sezdim. Biraz ilerledikten sonra çoluk çocuk bir gurup mülteci gördüm yolda yürüyen. Kaldığım yerde müşteri olarak kimse yoktu. Konaklama yerinde ikram edilen çayı içerken, bir adam geldi. Çevredeki esnafa masa örtüsü, tabak çanak satıyormuş. Kadırga Koyu’nda 30 yıldır işletmecilik yapan yaşlı adamla sohbete daldılar. Siyaset, işlerin kesatlığı derken iş insan kaçakçılığına geldi. Kaldığımız yerin sahibi birden, “Buradaki esnafın turizmden para kazanmak gibi bir derdi yok, alayı insan kaçakçısı peze…” Diye gürledi. İnsan kaçakçılığı üzerine yaptıkları konuşmaya kulak kabarttım. Yaşlı adamın anlattığı şeyler korkunçtu ve herkesin gözleri önünde yaşanıyordu anlattıkları.
O gece sabaha kadar minibüs sesi dinledim. Minibüslerin gelip gidişi hiç durmadı. Koca sahilde tatile gelen benden başka kimse olmasa da yaz günlerini aratmadı araç sesleri. Ertesi sabah kahvaltı sırasında konuşma fırsatım oldu adamla. Asos sahillerinde birçok esnafın insan kaçırmada aracılık ettiğini açık açık anlattı. ‘Polis, jandarma?’ diye sordum. “Arada uğrar, kontrol ederler, onlar da biliyor neyin ne olduğunu ” diye cevap verdi.
Ertesi sabah eski yol üzerinden Ezine’ye giderken yine yollarda çoluk çocuk çok sayıda mülteci gördüm. Bazılarına mezar olacak umut yolculuğuna çıkıyorlardı, Asos sahillerinden. İnsan tacirleri mültecilerden kişi başı 1200 dolar civarında para alıyor. Onun karşılığında bindirdikleri lastik bot piyasada 200-300 liraya satılıyor. Tek kullanımlık botlar bunlar ve en küçük dalgada alabora oluyorlar. İnsan kaçakçılığının olduğu yerlerde can yelekleri satışı patladı. Onun da sahtesini yapıyorlar artık daha çok kar etmek için. Mültecilerden birine birkaç dakika verilen ‘Motoru çalıştırma ve dümen tutma’ eğitimiyle normalde 10 kişinin binmesinin bile sakıncalı olduğu botlara 50-60 kişi bindirilip gönderiliyor karşı kıyıya. Bunun adı cinayet değilse ne?
İnsanların ‘Daha iyi bir hayat’ için başka ülkelere gitmek istemesine karşı değilim. Paranın sınır tanımadığı bir dünyada insanlara neden sınır konulsun? Hele ki bu insanlar, yerlerinden yurtlarından edildiyse. Kalabilecekleri bir memleket kalmadıysa ve bunu yapan bir açgözlü modern dünyaysa. Ama mültecileri insan tacirlerinin eline ve insafına bırakıp bile bile ölüme göndermek işte bu kabul edilebilir değil. “Sahillerimiz çok geniş, engel olamıyoruz” yalanlarını da söylemesin buna engel olacak görevliler. Bir günde benim öğrendiklerimin çok daha fazlasını işi ‘insan kaçakçılığını’ engelleme olanlar bal gibi biliyor.
Gitmelerine engel olamıyorsanız, bari karşı kıyıya sağ salim varmalarını sağlayın. Sağlayın ki vurmasın kıyılara masum çocukların cansız bedeni…