Başlıktaki “çoğulcu sağduyu” terimi bana değil, Başbakan Başdanışmanı Etyen Mahçupyan’a ait. Mahçupyan, “Kutuplaşma ve sağduyu” başlıklı yazısında, “bütün kutuplaşma eğilimlerine ve kutuplaştırma çabalarına karşın” Türk toplumunun “kutuplaşmama basiretini sergilemeye devam eden” yarısını “çoğulcu sağduyu platformu” olarak adlandırıyor. Ülkenin demokratik çizgide kalmasının sosyolojik zeminini oluşturduğunu belirttiği bu geniş kesimi ne hükümet veya muhalefetin, ne de ülkeyi demokratik rayından çıkarmaya hevesli odakların” göz ardı edemeyeceğinin altını çiziyor.Mahçupyan’ın yazısı, “AKP destekçiliği/karşıtlığı ikilemi” bağlamında yolsuzluk ve darbe üzerinde yoğunlaşıyor ve bu kutuplaşmanın tarafların “ gerçekliğin bir yönüne kör kalmasına neden olduğuna ve olmaya da devam edeceğine” işaret ediyor. Ancak çoğulcu sağduyuya sahip kesimin bu kutuplaşmadan etkilenmediğini, gerçeğin her iki yönünü de görerek “hem yolsuzluklara müsamaha, hem de darbe arayışı” olasılıklarını ortadan kaldırdığını vurguluyor.Mahçupyan’ın bu tespitlerine katılıyor ve kendimi demokrat olarak sözünü ettiği çoğulcu sağduyuya sahip kesimin bir parçası olarak düşünüyorum. Kabul etmek gerekir ki “AKP destekçiliği/karşıtlığı ikilemi “ temeline dayanan kutuplaşma sadece yolsuzluk ve darbe olasılığı üzerinde gelişmiyor. Dört eski Bakanın Yüce Divan’a sevk edilip edilmemesiyle ilgili olarak gündeme gelen bu konuya ilave olarak, tarafların uzun süredir öne çıkardıkları ve duruma göre suçlama ya da savunma pozisyonu aldıkları daha birçok konu var.Bu yazımda, benim gibi çoğulcu sağduyu sahibi kesimin içinde yer alan liberal ya da sosyal demokratların iktidar ve muhalefetin ağırlık verdiği ve medyalarıyla kamuoyuna pompaladığı önemli konularda tarafların klişeleşmiş görüş ve tutumlarıyla birebir örtüşmeyen önceliklerini ortaya koymaya çalışacağım.1) Liberal ya da sosyal demokrat olsun tüm demokratlar için ilk öncelik ülkeyi yöneten siyasetçilerin serbest seçimlerle belirlenmesidir. Siyasetçilerin, hangi gerekçe ile olursa olsun, asker, sivil seçilmemiş bürokratlar tarafından darbe, muhtıra ya da başka türlü anti-demokratik müdahalelerle iktidardan uzaklaştırılmaları demokratik sistemin özüyle hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. Esas olan, sandıkla iktidara gelenlerin yine sandıkla iktidardan gitmeleridir.2) Mahçupyan’ın yazısında belirttiği gibi, seçmen için iktidarda olanların yolsuzluklara bulaşmamaları önemlidir ama yolsuzluk iddialarının onları iktidardan uzaklaştırmak için kullanılması da kabul edilebilir değildir. Demokrasilerde, siyasetçilerle ilgili yolsuzluk iddiaları halinde izlenecek yol bellidir. Sonucun hemen alınamaması halinde bile siyasetçilerin seçmenin gözünde itibar yitirecekleri ve bir dahaki seçimde bireysel olarak ya da partileri ile birlikte bunun bedelini ödeyecekleri açıktır.3) Ancak, seçimle gelmiş AK Parti iktidarına karşı bugüne kadar asker baskısı (muhtıra), telefon dinlemeleri gibi casusluk faaliyetleri ve yargı yoluyla (367 kararı, kapatma davası) demokrasi dışı birçok müdahale olmuştur. Son dönemde ayrıca hükümetin IŞİD ile işbirliği yaptığı gibi muhalif basında ve Batı medyasında asılsız iddialar öne sürülmüş, birçok yalan haber yapılmıştır. Türkiye’nin uluslararası alandaki imajını bozmaya ve seçilmiş iktidarı zor durumda bırakmaya yönelik bu girişimler, yolsuzluk iddialarına da gölge düşürmüştür.4) Sandık ülkeyi yönetecek siyasetçileri belirlemek açısından önemli olmakla birlikte, demokrasi sandıktan ibaret değildir elbette. Demokrasinin evrensel ilkelere ve temel hak ve özgürlüklere dayanması şarttır. Türkiye gibi demokrasi eksiklikleri olan bir ülkede bu eksikliklerin giderilmesi için demokratikleşme ve evrensel ilkelere dayalı yeni bir anayasa yapılması gerekmektedir.5) Yeni anayasa, aynı zamanda, demokrasi eksikliklerinin yol açtığı Kürt sorununun çözümü bakımından da hayati önem taşımaktadır. Türkiye’de ayrıca Kürt sorununun bir de şiddet boyutu bulunuyor. Bu sorunun dünyadaki demokratik örnekler göz önüne alınarak çözülmesi, bu bağlamda kan dökmemiş terör örgütü yönetici ve militanlarının siyaset hakkı karşılığı silah bırakmaları sağlanarak topluma yeniden kazandırılmaları gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında, demokratlar için Kürt sorununun yeni anayasa ile çözüme kavuşturulması ve Çözüm Süreci’nin başarıya ulaştırılması da önem atfedilen konuların başında geliyor.Bu öncelikler bağlamında, Meclis’teki muhalefet partilerinin -HDP dışında- olumlu bir tutum almadıkları, örneğin siyasete demokrasi dışı müdahalelere destek verdikleri, yeni anayasaya kırmızıçizgiler çektikleri ve Çözüm Süreci’ne karşı çıktıkları görülüyor. Hal böyle olunca gerçek demokratlar, AK Parti ile dayanışma içindeymiş izlenimi veriyor. Ancak bu cümleyi tersten okumak ve demokrasi dışı müdahalelerden mağdur olan AK Parti’nin yeni anayasa ve Çözüm Süreci gibi demokratların öncelikli konularında diğer partilere oranla daha olumlu bir tutum izlediğini söylemek gerekiyor.Bununla birlikte, AK Parti’nin gerçek demokratların öncelik verdiği başka konularda olumsuz tavırları olduğu da sır değil. Örneğin Charlie Hebdo saldırısı ardından benimsediği Batı’yı ve medyasını suçlayan kampanya. Demokratların, “Batı” ifadesiyle genelleştirilen ve belirgin bir düşmanlık üzerinden yönetilen bu kampanyaya destek vermesi söz konusu değil. Özellikle göç alan bazı Avrupa ülkelerinde yükselen bir ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi var elbette. Ancak aynı ülkelerde bu akımlara karşı seslerini yükselten kitleler, siyasi partiler ve hükümetler de var. İslamofobi’yi Batı’nın bir bütün olarak desteklediği doğru olmadığı gibi, eleştirilerimizi, Avrupa’nın geliştirdiği evrensel değerler değil de İslami değerler üzerinden dile getirmenin “Christianophobie” olarak algılanma riski de var.Oysa Türkiye, defalarca altını çizdiğim gibi Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi, AİHS’e taraf ve AİHM’in zorunlu yetkisini tanıyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin hukuken Batı’nın dışında olduğunu söylemek mümkün değil. AB üyesi değiliz diye konunun bu veçhesini es geçenler, AK Parti’nin AB sürecini geri götürdüğünü, üyelik sürecinin dondurulması gerektiğini yazıp çizen muhaliflerinin ekmeğine yağ sürdüğünün farkında mı?Bir başka tuhaf durum, Charlie Hebdo’ya yönelik terör saldırısını, “Je suis Charlie” diyerek kınayan insanlara sanki derginin tüm karikatürlerini destekliyorlarmış gibi cephe alınması. Türkiye’de bu dövizi kullanan AK Parti karşıtları da, benim gibi muhalefeti hiçbir şekilde desteklemeyenler de var. Militan ateist çizgideki bu derginin, örneğin Ulusal Cephe (FN) seçmeni gibi, özellikle İslam’ı hedef almadığını defalarca vurguladım. Hangisi olursa olsun, dinsel değerlerle dalga geçilmesini benimsemek başka bir şey, ellerinde kalemlerinden başka bir şey tutmayanların yaşamlarına kastedildiğinde, mağdurlarla dayanışmak bambaşka bir şey. Bunu son 40 yıl içinde toplam 12 yılımı geçirdiğim Fransa’yı, öğrencisinden aristokratına, sokaktaki adamdan Türk olduğunuzu duyduğunda “Ermenileri neden kestiniz” diye sorabilen elektrik tamircisine kadar Fransızları biraz tanıdığım için söylüyorum. Hem belirli bir davranışta neden bulunduğunu bireyin kendisi değil de, Fransızca bile bilmeden ekranlarda “aşağılık dergi” diye bağırıp çağıranlar mı biliyor anlamıyorum ki. Yoksa farklı düşünenler bizden değil mi denilmek isteniyor? Gerçek demokrasi şiddet, hakaret ve nefret içermediği sürece farklı düşüncelerin serbestçe dile getirildiği, insanların farklı inanç ve kültürleriyle temel hak ve özgürlüklerden hiçbir ayırım yapılmaksızın eşit biçimde yararlandıkları bir rejim. Liberal ve sosyal demokratlar Türkiye’de yaşayan herkes için bu idealin gerçekleşmesini arzu ediyor. Ve Mahçupyan’ın deyişiyle çoğulcu sağduyuya sahip kesim içinde yer alıyor.
Çoğulcu sağduyuya sahip kesimin öncelikleri
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik