Sigarayla mücadele konusunda Türkiye’nin önde gelen kuruluşlarından Sağlığa Evet Derneği’nin 2016 verileri, Türkiye’nin Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarının ilk yıllarında sağladığı büyük başarının 2011’den sonra tersine döndüğünü gösteriyor.
Derneğin yönetim kurulu üyesi Doç. Dr. Osman Elbek bu çarpıcı geriye gidişi şu cümlelerle dile getiriyor (Hürriyet, 23 Haziran 2017):
“2005-2008’de çok iyi politikalar uygulandı. 2008-2011’de bu politikaların karşılığını gördük, Türkiye’de tütün üretimini azalttık. Ancak 2011-16 arasında tüketim yüzde 40 arttı. Kazandıklarımızı kaybettik. Nüfus başına tütün kullanımı 2011’de 1.11 kilograma kadar düşmüştü, 2016’da 1.46 kilograma çıktı.”
Rahmetli Attila İlhan gibi söylersem: Tarihlere dikkat isterim! Türkiye’nin sigarayla mücadelesindeki başarı yılları AK Parti’nin toplumsal talepleri karşılama odaklı (ya da mikro eksenli) siyasetleri benimsediği döneme (2005-2011) denk gelirken, başarısızlık yılları “dava” odaklı (ya da makro eksenli) siyasetlere yöneldiği yıllara rastlıyor.
Bu bir tesadüf mü? Olabilir. Fakat mikro eksenli çok sayıda uygulama alanında AK Parti’nin iki dönemiyle ilgili benzer korelasyonlar kurulabiliyorsa, bu ilişkinin tesadüfî olmama ihtimali o kadar artar. Ve ne yazık ki, birçok alanda durum böyle. AK Parti’nin ülkeyi toplumsal taleplere cevap odaklı siyasetlerle yönettiği dönemde elde ettiği başarılar, ülkeyi “dava” siyasetleriyle yönetmeye başladığı 2010-2011’den sonra hızla erimeye başladı.
Biraz sonra sigarayla mücadeledeki duruma benzeyen başka örnekleri hatırlayınca, yukarıda kurduğum ve belki şu anda size afakî gibi görünen korelasyon gözünüze daha ikna edici görünecek.
Fakat ondan önce “dava” siyasetiyle ilgili olarak daha önce ele aldığım birkaç noktayı hatırlatmak isterim.
Bir otoriterlik kaynağı olarak “dava” siyaseti
Dikkatli okurlar fark etmiştir: Bir süredir Türkiye’nin toplumsal talepleri karşılama odaklı (ya da mikro eksenli) siyaset yaklaşımından “dava” odaklı (ya da makro eksenli) siyaset yaklaşımına savrulmasının muhtelif sonuçları üzerinde duran yazılar kaleme alıyorum.
Mesela Serbestiyet’teki 25 Ocak 2017 tarihli yazım, neredeyse kutsallaştırılmış büyük “dava”lara yönelmiş siyasi iktidarların otoriterleşmeleri üzerineydi:
“Tarihteki bütün büyük anlatılar (davalar), ister bir milletin büyük idealleriyle, isterse de bütün bir insanlığın büyük idealleriyle bağlantılı olsun, daima otoriter siyasi sistemleri beslediler, onlara kaynaklık ettiler.
“Çünkü büyük anlatılar büyük (‘aşırı’?) haklılık duygusuyla birlikte yürürler ve bu duygu, büyük anlatının sahiplerine, büyük anlatının hedefleriyle uyumlu olmayanları susturmada esaslı bir meşruiyet kaynağı sağlar.”
Aynı yazıda bir yan motif olarak, iktidarın büyük “dava”sına bağlı bireylerin de aynı “aşırı” haklılık duygusundan kaynaklanan tahammülsüzlük ve şiddet kullanma eğilimlerinin üstünde durmuştum.
İç eleştiriye tahammülsüzlük ve “dava” siyaseti
15 Haziran tarihli yazımda ise “dava” siyasetinin “iç eleştiri”yi yok eden yönüne dikkat çekmeye çalışmıştım:
“Toplumsal taleplere odaklı ‘mikro’ siyasetle, ‘dava’lara odaklı ‘makro, yüksek’ siyaset arasında çoğulculuk ve ifade özgürlüğü açısından dağlar kadar fark vardır. Birincisinde itiraz ve eleştiri ilerletici ifade biçimleri sayılırken, ikincisinde ‘ihanet’ sayılabilir… Çünkü ortada neredeyse kutsal bir büyük ideal ve dava vardır ve her eleştiri o dava etrafında örülen surlarda açılmış bir gedik sayılır.”
Sigarayla, uyuşturucuyla, mafyayla mücadele
Sigarayla mücadelede AK Parti’nin iki dönemi arasındaki başarı farkını uyuşturucuyla ve mafyayla mücadelede de izlemek mümkün.
Medya takip kuruluşu Ajans Press’in BM Uyuşturucu ve Suç İle Mücadele Dairesi (UNODC) verilerini inceleyerek hazırladığı rapora göre (19 Haziran 2017) Türkiye sentetik uyuşturucu kullanımı sonucunda yaşanan ölümlerde Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada yer aldı. 2015 yılı verilerine göre yüksek dozda uyuşturucu kullanımı nedeniyle Türkiye’de 580 kişi yaşamını yitirdi.
AK Parti’nin en başarılı olduğu alanlardan mafyayla mücadele de son yıllarda belirgin bir gerileyiş içinde… 1990’larda gazete sayfalarını işgal eden mafyatik sokak çatışmaları haberlerini unutmuştuk, fakat son 3-4 yılda böyle çok sayıda habere rastlayabiliyoruz.
Eğitimde “orta kalite” tuzağı
AK Parti birinci döneminde eğitimde her alanda olmasa bile fizikî yatırım ve okullaşma alanlarında önemli bir hamle gerçekleştirmişti. Ne var ki bu atılım yine ilginç bir biçimde 2010-2011’den itibaren yerini belirgin bir durgunluğa bıraktı. Çünkü AK Parti, son yıllarda benimsediği “dava” siyaseti uyarınca eğitime ideolojik odaklı olarak bakmaya başladı ve bu alandaki başarının olmazsa olmaz evrensel kriterlerini unuttu.
Geçtiğimiz günlerde Taha Akyol bu kriterlerle Güney Kore ve İran’ı kıyaslayan bir yazı yayımladı ve eğitimin nasıl bir fark yaratabileceğini bu kıyaslama üzerinden gösterdi.
Akyol’a göre Türkiye’nin eğitim hamlesini bir türlü gerçekleştirememesinin nedeni, benim “dava siyaseti” dediğim hamaset siyasetiydi:
“Türkiye’de bu konuları konuşmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Üçüncü Dünya davranışları olan sert siyasi kavga ve ölçüsüz hamaset, 21. yüzyılda Türkiye’nin yarınları için temel taşı olması gereken bu konuları bastırıyor.” (Hürriyet, 24 Haziran).
“Beka” sorunu olan ülke “küçük” meselelere odaklanmaz!
Bir ülke iç ve dış güç odaklarının işbirliğiyle dizlerinin üstüne çökertilmek isteniyorsa, o ülkeyi yönetenlerin neye odaklanacakları bellidir: Böyle bir durumda bırakın sigarayla, uyuşturucuyla, mafyayla mücadeleyi, eğitim gibi bir ülkenin geleceğini nesiller boyunca etkileyecek bir alan bile göze görünmez. Böyle bir ülke elbette bütün enerjisini, bütün odaklanma yeteneğini ülkenin çökertilmesine karşı mücadeleye, o büyük “dava”ya ayırır; onun dışındaki her şey önemsizleşir.
Peki ya “beka” tespiti ve ona bağlı olarak yürütülen “dava” siyaseti gerçek temelleri olmayan abartılı değerlendirmelerse? İşte o zaman o ülke enerjisini boş yere harcıyor, “ikincil” görünen alanlarda elde ettiği başarıların kaybolmasına yok yere katlanıyor demektir.
Türkiye, böyle bir ülkeye fazlasıyla benzemiyor mu?