Ana SayfaYazarlarDezenformasyon boşuna mı?

Dezenformasyon boşuna mı?

 

Tek merkezden güdümlü Batı medyası bir yıldır unutturmaya ve özellikle demokrasiye karşı darbe niteliğini ancak normal koşullarda eleştirilebilecek gözaltı, tutuklama ve işten atmaları ön plana çıkararak perdelemeye çalıştığı 15 Temmuz’un yıldönümünü anma törenlerini gördü görmesine ama dezenformasyondan da bir türlü vazgeçmedi. İlk yanlış bilgilendirme törenlere katılanların sayısını yüzbinlere düşürmek oldu. Bu çok da önemli değildi belki ama örneğin Le Monde’un İstanbul temsilcisi Marie Jégo’nun konuyla ilgili haber analizinde olduğu gibi, aynı metinde CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun tartışmalı 9 Temmuz Maltepe mitingine 2 milyon kişinin katıldığı vurgulanarak törenlere katılım önemsizleştirilmeye çalışıldı.  

 

Bu ufak dezenformasyon, Türkiye toplumunun 15 Temmuz kalkışmasına topyekûn bir tepki göstermediği, en azından yarısının darbecilere ve onlarla aynı casus çetesine mensup kişilerin yargılanmasını ve bürokrasiden temizlenmesini tasvip etmediği imajını yaratmak için gerekli görülmüş olmalı. Nitekim Jégo’nun “Türkiye’de başarısız darbeyi anma törenleri yeni ‘milli hikâyenin’ temel direği” (En Turquie, les commémorations du putsch raté comme socle du nouveau «récit national”) başlıklı yazısının spotu toplumdaki bu bölünmeyi ön plana çıkarma tercihini açıkça ortaya koyuyor: “iktidardaki İslamcı muhafazakârlar için kitleleri Erdoğan’ın kahramanı olduğu kendi deyişleriyle ‘destana’ yönlendirmek büyük önem taşıyor.

 

Fransız gazeteci, Başbakan Binali Yıldırım’ın Ankara’daki konuşmasında “gecelerin en karanlığında yazıldığını” söylediği bu destanın “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin kurtarıcısı olduğu” söylemiyle süslendiğini yazıyor.  Batı bloğu adına bir tür “mea culpa” olabilir mi düşüncesiyle okumaya devam ettiğinizde, meğer anma törenlerinin muhafazakâr İslamcılarda revaçta olan “yeni ideolojinin inşasını azizleştirme” işlevi gördüğünü (!) öğreniyorsunuz. Jégo ’ya göre bu mit, bizler gibi Batı eğitimi almış kişileri değil ama Erdoğan’ın “derin Anadolu’nun kasabalarından gelip büyük kentlerin yoksul mahallelerine yerleşmiş muhafazakârlardan oluşan seçmen kitlesini etkiliyor”. Bu nedenle başarısız darbe girişiminin Erdoğan’ın bu kitle nezdinde popülaritesini daha da arttırdığından yakınıyor.

 

Le Monde’un İstanbul temsilcisi, darbe girişiminin kendisi gibi Erdoğan karşıtlığı yapanların işini zorlaştırdığını mı söyleyecek acaba diye meraklanıyorsunuz belki ama boşuna. Fransız gazeteci, “darbeden sonra olduğu gibi, dindar yoksul ailelerin, toplu ulaşımın bedava olmasını ve hafta sonu boyunca yiyecek ve içecek dağıtılmasını takdir ettiğini” yazabiliyor. Sosyal yardım programlarından yararlandığını öne sürdüğü 11 milyon insanın yemek içmek bedava olduğu için “devlet memurların da bir bakıma zorlandıklarından aileleriyle birlikte” anma törenlerine katıldığı iddiasında bulunabiliyor. Bu insanları küçük düşürerek.  

 

Ardından bütün Türklerin bu bayrama katılmadığını vurgulayan Marie Jégo, “toplumdaki korku ikliminden etkilenen, darbe gecesi gerçekte ne olduğuna ilişkin cevap alamayanların anma törenlerinden uzak durduğunu yazıyor. Bu, kuşkusuz korku ve öfkeyle yaşadığımız o kanlı gece üzerine gölge düşüren darbecilerin iddialarını haklı çıkarma amacı taşıyan bir cümle. Nitekim devamla kocasının Bank Asya’ya para yatırdığı için tutuklanan bir öğretmen olduğunu yazdığı Aysel’in şu sözlerini öne çıkarıyor: “ülkemde artık hiç umudum yok, hiçbir şeye inanmıyorum.”  

 

Le Monde’un İstanbul temsilcisi itirafından da anlaşılacağı gibi sanal bir Aysel öyküsü üzerinden lafı FETÖ ile bağları nedeniyle tutuklananlara getiriyor. “Bir yılda tutuklanan 50 bin kişi” alt başlıklı bölümde, Erdoğan’ın (yargının değil) darbenin baş sorumlusu gördüğü ABD’de sürgünde olduğunu belirttiği Fetullah Gülen’in “sözde yandaşlarını” (ses partisans supposés) takip ettirdiğini, bu dönemde 150 bin devlet memurunun ilişiğinin kesildiğini, 50 bin kişinin tutuklandığını yazıyor. Fransız gazetecinin takdim ettiği devlet öyle bir devlet ki Cumhurbaşkanı ne istiyor, neyi uygun görüyorsa, kurumları da onu yapıyor. Oysa geçmişte izlediği bazı politikaları eleştirmiş olsak da Türkiye’de devletin hiçbir zaman Jégo’nun takdim ettiği kadar ilkel olmadığını kabul etmek durumundayız.  

 

Gazetenin İstanbul temsilcisi hızını alamıyor olsa ki “(bürokrasideki temizlik) birçok Türk tarafından paranoyak bir Başkan’ın orantısız rövanşı olarak algılanıyor” (Perçues par de nombreux Turcs comme la revanche disproportionnée d’un président paranoïaque) diye yazmaktan da çekinmiyor. Bir misafir gazetecinin görevli bulunduğu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı’na “paranoyak” diyenlerin sözlerini aynen aktarması nezaket kurallarına uyar mı? Bu sözler “ifade özgürlüğü” bağlamında değerlendirilebilir mi? Her şey bir yana, Le Monde’un Paris’teki Genel Yayın yönetmeni bu sözleri yayımlanmadan düzeltme nezaketini gösteremez mi?

 

Marie Jégo sürekli dezenformasyon yaptığına, bu yazıları yayımlandığına göre, belki istenen de bu. Aslında Batı medyasının muhabirlerinin çoğu böyle yapıyor. Ama Cumhurbaşkanı’na dolaylı yoldan hakaret edenine rastlamak pek de kolay değil. Batı medyası, Türkiye’de sokağın nabzını tutmayı ve gerçeklerini aktarmayı değil, bu yazıda olduğu gibi, gerçekleri manipüle etmeyi amaçlıyorsa, neden burada temsilci ya da muhabir bulundurur pek anlamış değilim. Maksat dezenformasyon ise bu Paris’te oturularak da pekâlâ yapılabilir.

 

Aslında yazımda asıl cevabını aradığım soru, bu dezenformasyonun neden yapıldığı. Marie Jégo’nun atıfta bulunduğum haber analizine bakıldığında, ortadan ikiye bölünmüş bir Türkiye imajı yaratılmasına ve 15 Temmuz darbe girişimi ardından FETÖ’ye yönelik işten atılmalara ve tutuklamalara desteğin toplumun çoğunluğundan değil, Erdoğan’ın varoşlarda yaşayan kırsal kökenli muhafazakâr seçmeninden geldiğinin öne çıkarılmasına çalışıldığı görülüyor.   

 

Oysa sadece muhafazakârlar değil, kendisini muhafazakâr olarak tanımlamayan milyonlarca kişi de devletin, darbe yapacak olsun, olmasın, “emperyalist bir ülkenin casusu” bir grubun mensuplarından temizlenmesini bekliyor. Jégo bu konuda da dezenformasyon yapıyor ama KHK mağdurlarının başvuracakları bir Komisyon, daha tüketilmesi gereken iç hukuk yolları olduğuna, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de bu yönde bir karar aldığına göre, öncelik bu temizliğin yapılmasında. Kimse, Batılı bir gazeteci, hem de Rusya’da olduğu gibi, yıllarca görev yaptığı ülkenin imajını bozmakla ün salmış (http://www.russieinfo.com/marie-jego-une-plume-acerbe-sur-la-russie) bir gazeteci kendisine “muhafazakâr” veya “İslamcı” etiketi yapıştırmasın diye bu görüşlerini bir tarafa bırakacak değil elbette.

 

Aslında Batı medyasının inatla bu dezenformasyonu sürdürmesi taraftar bulmak bir yana Türkiye’de daha çok tepki yaratıyor. Darbenin arkasında sadece bazı istihbarat örgütlerinin bulunduğuna, bu örgütlerin NATO ile ilişkisi olduğuna, hatta Batı medyasının bu istihbarat örgütleriyle eşgüdüm içinde çalıştığına ilişkin kuşkulara haklılık kazandırıyor. Bütün bunlar, Türkiye’de özelde Amerikan, genelde Batı karşıtlığını bir daha kolaylıkla giderilemeyecek ölçüde körüklüyor.

 

Öyle sanıyorum ki Batı medyası, bu dezenformasyonla Batı ülkelerinde Erdoğan üzerinden yarattığı Türkiye karşıtı kamuoyuna Türkiye’den önemli bir toplumsal destek eklemlemeyi amaçlıyorsa boşuna kürek sallıyor. Ama Türkiye’de inanılırlığını birkaç kuşak için ortadan kaldırma pahasına sürdürülen bu düşmanca yaklaşımın amacı Batı kamuoyunu bilemediğimiz nedenlerle Türkiye ile ilişkilerin kopacak ölçüde gerilmesine alıştırmaksa bunu başarmakta olduğunu kabul etmek gerekiyor ne yazık ki.           

 

  

- Advertisment -