Önceki akşam (15 Temmuz) Türkiye kanlı bir darbe girişimine sahne oldu. Ancak bu kez darbeciler emellerine ulaşamadı, çünkü hem zamanlama hem müdahale tarzları yanlıştı. Eskiden sabaha karşı tüm önemli devlet kurumları denetim altına alındıktan sonra, TRT’de bir bildiri okunur ve tabiri caiz ise, tüm memleket darbecilerin önünde selam dururdu. Ancak bu kez öyle olmadı. Siyasi irade bir avuç darbeciye pabuç bırakmadığı gibi, halk da en doğru şekilde olaya müdahil oldu. Peki, darbe bitti mi? Artık daha rahat uyuyabilir miyiz? Hayır. Darbelerin bitmesi, darbe ortamlarını yaratan koşulların ortadan kalkmasıyla mümkündür.
Darbe sadece püskürtüldü
Darbe püskürtülmüş olabilir, ancak bu darbeyi planlayanları küçük görmemek gerekir. Oldukça planlı, örgütlü ve pek çok üst düzeyde komutanın içinde yer aldığı bir girişimdi. Genelkurmay Başkanını bile saatlerce rehin alabilecek, ülkenin hava kuvvetlerini neredeyse tamamıyla denetim altında tutabilen bir girişimin, çok ciddi bir örgütlenmeye sahip olduğu aşikâr. Ancak kimi teknik hatalar, bu belanın şimdilik atlatılmış olmasından büyük bir rol oynadı. Araç ve insan trafiğinin oldukça yoğun olduğu bir saatte, İstanbul Boğazı’ndaki köprüleri birkaç tankla tutmaya kalkmak, havalimanını bir iki tankla kontrol etmeye çalışmak, darbecilerin iyi düşünemediği durumlar olsa gerek. Ya darbeciler bunu hesaba katmadı, veya eski darbelerde olduğu gibi halkın onları alkışlayarak kucaklayacağını düşündüler. Oysa sabaha karşı, herkesin uykuda olduğu bir zamanda sokakları ve tüm önemli stratejik noktaları ele geçirmeleri daha kolaydı.
Darbenin püskürtülmesinde siyasi partiler ve siyasi iradenin kararlılığı belirleyici oldu. Öte yandan, özgür basın ve sosyal medya üzerinde örgütlenen kitlelerin sokağa müdahil olması, halkın tankların önüne geçmesi de, darbecileri engelleyen ve psikolojik olarak çökerten bir durum yarattı. Arap Baharı’nda, özellikle Tunus ve Mısır’da, sosyal medya üzerinden örgütlenen gençler gelişmelerin seyrini belirlemişti. Arap Baharı bu örgütleme temelinde ivme kazanmıştı. Türkiye’deki darbe girişiminizde de sosyal medya benzer bir rol üstlenmiş oldu. Şüphesiz bu rol, darbeyi önleme ve engelleme göreviydi. Kısacası, Türkiye’deki darbenin püskürtülmesinde özgür basın ve sosyal medyanın büyük bir rolü oldu. Bu durum, özgür medyanın bir ülkedeki demokratik hak ve kazanımların korunması için ne kadar gerekli olduğunu bir kere daha ortaya koymaktadır. Eğer özgür basın üzerinden yapılan çağrılar etkili olmasaydı, belki de darbeciler amaçlarına ulaşacaktı. Demek ki mesele, sadece TRT’yi kontrol altına almakla olmuyor. Tek merkezden yönetilmeyen özgür basın, işte tam da bu durumlar için hayati. Önceki gece, bütün bu hengâmede ben Turgut Özal’ı andım. Çünkü özel sektör televizyonculuğunun önünü o açmıştı.
Darbe bitmedi
Gelelim canalıcı soruya: Darbeler bitti mi? Hayır bitmedi. Bu ülkede darbelerin ve bütün anti-demokratik uygulamaların yegâne panzehiri, Kürt meselesinin meşru ve demokratik bir zeminden çözülmesi. Kürt meselesi sürüncemede kaldıkça, darbeci zihniyet her zaman ve her durumda zemin bulacaktır. Öte yandan, Kürt meselesi devam ettiği sürece darbecilerin de hakkıyla yargılanmasını beklemek, boş hayallerden başka bir şey ifade etmez. Geçmişte hangi darbeci hakkıyla yargılandı ki, darbeci darbe yapmaktan geri dursun? Eğer halen bu ülkede, Kürt meselesinin askeri yöntemlerle çözüleceğine inanan düşünce hayat buluyor ve destek alıyorsa, darbeler de her zaman olağan olacaktır; şimdiden kendimizi yeni darbeler için hazırlayalım.
Toplumun büyük bir kesimi, gayet basiretli bir şekilde darbe karşısında dururken, kimilerinin darbe sevdalısı bir tavır sergilemesi de gözden kaçmamalı. Maalesef darbeyi meşru gören ve sıcak bakanların tek argümanı şudur: Darbe hükümetin anti-demokratik yapılanmasına, otoriterleşme ve AK Parti’ye karşıdır. Oysa bu bakış açısı çok sakat. Seçimle iş başına gelmiş meşru bir hükümet, yeri geldiğinde bütün yaptıklarından sorumlu tutulur. Ancak darbecilerin bağlı bulundukları bir hukuk yoktur. Onlar darbe yapmakla ilk önce hukuku aylar altına alırlar. Yine bu darbe meselesinde kimi Kürtlerin de kafasının net olmadığını görmekteyiz. Sanki darbeyi yapanlar Kürtler ve toplumun diğer kesimleri için daha vicdanlı hareket edecekler gibi. Ben bu noktada tam tersini düşünmekteyim. Geçmişte olduğu gibi, bu darbenin de ilk hedefi Kürtler ve ülkenin demokratik kazanımları olacaktı.
Darbe karşıtı duruş, barış için yeni bir şans yaratabilirdi
Darbe meselesinde, başta HDP olmak üzere Kürt hareketi çok daha aktif bir rol üstlenebilir, anti-darbeci yaklaşım kuvvetli bir şekilde sergilenebilirdi. Başta Diyarbakır olmak üzere, tüm Kürdistan kentleri anti-darbeci duruşlarını güçlü bir şekilde dile getirmeli ve darbenin çok daha kararlı bir şekilde karşısında durmalıydılar. Böyle bir tutum, barış masasının yeniden kurulması için de ekstra bir şans sunmaktaydı. Ama ne yazık ki HDP bunu bile net olarak göremedi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile, daha ilk saatten itibaren anti-darbeci bir tutumu benimsedi. PAK, HAKPAR ve KDP gibi Kürt partileri darbe karşısında ikirciksiz bir tutum sergilerken, maalesef HDP çok ağır hareket etti. Oysa çok daha cesur davranabilirdi.
Bu bağlamda, kanımca darbecilerin bildiride kullandıkları dil de dikkat çekiciydi. Ama nedense darbe metninin “Kemalist” söylemi üzerinde durulmadı.
Darbe girişiminden almamız gereken en elzem ders, Türkiye toplumunun darbe ve darbecilere asla prim vermeyecek şekilde demokrasiye bağlı olduğunu kanıtlamasıdır. Bu ders Kürt hareketi açısından da önemli bir mesaj içermekte: Türkiye toplumunun bütün sorunlarını demokratik düzlemde çözebilme olgunluğuna ulaştığını gösteriyor. Gelinen aşamada, PKK derhal ve kayıtsız şartsız Türkiye’de silahlı mücadeleye son vermeli, Kürt meselesinin demokratik zeminde çözümüne olanak tanımalıdır.
Bir not: Daha Mart ayında, bir fizik profesörü ağabeyimiz yakında Türkiye’de bir darbe olacak dediğinde, söylediklerine gülmüş ve konuyu geçiştirmek istemiştim. Ancak nedense o çok sevdiğim ağabeyim, her konuşmamızda bu konuyu dile getirmiş ve darbe olasılığı üzerinde durmuştu. Bugün tarih kendisini haklı çıkarttı. Farklı üniversitelerde, üç dilde lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiş bir uluslararası ilişkiler profesörü olarak, bir fizikçi deha karşısında, amiyane deyimle madara oldum. Anladım ki biz sosyal bilimcilerin, bu fizikçi ve mühendislere biraz daha ciddi bir şekilde kulak vermesinde fayda var.