Fransa’nın çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 4.5 yaşında çıktığı Taht ‘ta 72 yılı aşkın bir süre kalan Kral Louis Dieudonné (Hüdaverdi), namı diğer Büyük Louis ya da Güneş Kral’a (Roi Soleil) büyük hayranlık duyuyor olmalı ki Versailles Sarayı’nı ikinci defa resmi amaçla kullanıyor. Bir ay önce Şato ’da öğle yemeğine aldığı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e hem Çar Büyük Petro’nun 1717’deki Versailles ziyaretini hatırlatarak jest yapmak, hem de Fransa’nın görkemli geçmişini ortaya koymak istemişti. Bu kez senatör ve milletvekillerini 3 Temmuz’da bir araya getirerek “parlamentoya rota vermeyi” amaçlıyor.
Söz Güneş Kral’dan, IV. Louis’den açılınca ve parlamenterlere yapılacak bir konuşma bahis konusu olunca akla 13 Nisan 1655’te sarf ettiği öne sürülen “Devlet benim” (L’Etat, c’est moi) sözcüğü geliyor. Geçen yazılarımda altını çizdiğim gibi, Fransız yarı başkanlık sistemi aslında demokrasinin temeli kabul edilen erklerin ayrılığına değil birleşmesine, özellikle yasama ile yürütme yetkilerinin özünde doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı’nın elinde toplanmasına dayanıyor. Bunun için de 2000 anayasa değişikliğinden sonra görüldüğü gibi, Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluklarının birbiriyle uyumlu olması yeterli oluyor.
Bu itibarla, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, Versailles Sarayı’nın sembolik anlamı bir tarafa bırakılacak olursa, Parlamentoyla İlişkiler Devlet Sekreteri Christophe Castaner’in dile getirdiği gibi, “rotasını ortaya koymak” üzere parlamenterleri bir araya getirmesi son derece doğal. Ne var ki bu toplantı tam da Başbakan Edouard Philippe’in hükümetin izleyeceği genel politika hakkında Milli Meclis’e bilgi vermeyi öngördüğü tarihin tam bir gün öncesine denk geliyor. Ana muhalefetteki Cumhuriyetçiler (LR/ Les Républicains) Macron’un bu girişimle devletin asıl patronunun, sistem gereği kendisine olduğu kadar Meclis’e karşı da sorumluluğu bulunan Başbakan Philippe değil bizzat kendisi olduğunu vurgulamayı amaçladığı görüşünde.
LR Meclis Grup Başkanı Christian Jacob, Macron’un yaptığının bugüne kadar görülmemiş olduğuna işaret ederek bu girişimin “Başbakanı’nın altındaki halıyı çeken bir Güneş Kral yönü var” diyor ve ekliyor: “Başbakan’ın genel politika açıklaması artık ilgi çekmeyecek. Oysa kurumların bir anlamı var. Milli Meclis önünde sorumlu olan Başbakan’dır.” LR Ain Milletvekili Daniel Abad da benzeri bir çıkış yaparak, Cumhurbaşkanı Macron’un Başbakan Philippe’e karşı nezaket kurallarını çiğnediğini vurguluyor. “Fransa’nın monarşi olmadığını” belirten Abad, bugün “asker (parmak kaldıran milletvekillerinden oluşan) bir Parlamento kaygısı varken erklerin dengesine saygı göstermek gerektiğinin” altını çiziyor.
Sarkozy yanlısı LR Yonne Milletvekili Guillaume Larrivé için ise Macron’un bu girişimi “siyasi bir hata. “Ona göre, Cumhurbaşkanı Kongre’de Başbakan’dan önce konuşursa, bu Başbakan’ın silinmesi anlamına gelir ki V. Cumhuriyet’in parlamenter niteliğine aykırı olur. V. Cumhuriyet kuşkusuz başkanlık ile parlamenter sistem arasında karma bir niteliğe sahip. Larrivé, “Cumhurbaşkanı devlete başkanlık etmeli ama hükümet yönetimini engellememeli” diyor ve eğer böyle olursa “emperyal bir başkanlık gündeme gelir “uyarısında bulunuyor.
Ne var ki Cumhuriyetçiler içinde başını Thierry Solère’in çektiği, hükümetle iş birliğine açık bir grup da var. Solère’e göre, Cumhurbaşkanı’nın yasama döneminin başında Kongre’yi toplaması son derece tutarlı. Cumhurbaşkanı’nı parlamentonun dışında tutmak isteyenler iki yüzlü davranıyorlar çünkü yürürlükteki sistemde Meclis çoğunluğunu Cumhurbaşkanı seçimi belirliyor. Geçen yazılarımda altını çizdiğim gibi, 2002’den beri Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimleri ardı ardına yapılıyor ve seçmen seçtiği Cumhurbaşkanı’na salt çoğunluk veriyor. Dolayısıyla başkanlık sisteminden farklı olarak yasama ve yürütmenin Cumhurbaşkanı’nın elinde birleştiği bir sistem söz konusu olan. Başka bir deyişle beş yıl için seçilmiş tek adamın yönetimi.
Macron’un Versailles Sarayı’nda Kongre’yi toplama girişimini Sol muhalefet de eleştiriyor. Sosyalist Partisi’ne yakın Libération’a göre, bu girişim sistemin Amerikanlaşmasının bir sonucu. Macron’un ABD Başkanlarının her yıl Kongre’de ülkenin durumuyla ilgili olarak yaptığı konuşmalara öykündüğünü öne sürüyor. Sosyalistlerin Meclis Grubu Başkanı Olivier Faure’a göre, Macron V. Cumhuriyet’i yanlış okuyor. Sarkozy’nin “collaborateur” düzeyine indirgemiş olduğu Başbakan’ı Macron’un kendisini tekrar eden bir kuklaya dönüştürdüğü görüşünde. Sosyalist Parti (PS) eski Genel Sekreteri Jean-Christophe Cambadélis ise Meclis ile hükümeti etkisizleştiren bu siyasi bakışı “tecno-bonapartisme” olarak niteliyor.
Fransa’da Macron’u azizleştiren adeta bir Saint Macron yaratmış olan medyayı eleştirenler de var. Anne Fulda’nın Emmanuel Macron hakkında yayımladığı “Ne kadar mükemmel bir genç adam” (Un jeune Homme si parfait) başlıklı biyografik kitabı su şıralarda çok revaçta. Her zaman başarılı bir öğrenci olmuş bu mükemmel genç adamın Fransa’nın tüm sorunlarını bir çırpıda çözecek kapasitede olduğu her geçen gün Fransızların bilinçaltına adeta ilmek, ilmek işleniyor. Öyle ki Macron bir gün IV. Louis gibi “L’Etat c’est moi” dese neredeyse medyanın önemli bir kesimi tarafından alkışlanacak.
Fransa’da kendisini “Kralcı” (royaliste) olarak tanımlayan küçük bir azınlık bugün hâlâ var. Bunlardan Lyon’da bir Afrika ülkesinin Fahri Konsolosu olan bir iş adamının bu konudaki görüşünü öğrenme fırsatını bulmuştum. Neden böyle düşündüğünü sorduğumda, Krallık ’ta bir tek Kral ve ailesinin devleti yönettiğini, saraylar ve şatolarda oturduğunu, Cumhuriyet’te ise birçok kral ve adayının ortaya çıktığını, her seçim dönemi değişen yakın çevreleriyle birlikte ülkenin zenginliklerine el konulduğunu söylemişti. Şimdi yeni Kral Macron’la ülkede yeni ve güzel şeyler mi olacak, yoksa Kralcıların dediği gibi eski alışkanlıklar yeni isimlerle devam mı edecek?
Yanıtını zamanın vereceği bir soru bu kuşkusuz. Bu soruyu bugünden gündeme getirerek umut vadeden yeni Cumhurbaşkanı’na yüklenenlerin görüşlerine ağırlık vermek haksızlık gibi görülebilir. Ama ana akım Fransız medyasının yıllardır seçilmiş Cumhurbaşkanımız hakkında sadece eleştiri değil, dezenformasyon ağırlıklı haber-analizler yayımlayarak Türkiye aleyhine bir kamuoyu oluşturmakta olduğunu da hesaba katmakta yarar var. O bakımdan Fransa’nın bazı gerçeklerini ortaya koymak, kamuoyumuzun Fransa’nın mükemmel bir demokrasiye sahip olduğu ve yeni seçilen mükemmel bir Cumhurbaşkanıyla sorunsuz bir geleceğe yelken açtığı yanılgısına düşmemesi bakımından önem taşıyor.