Ana SayfaYazarlarErdoğan nefreti nereye kadar?

Erdoğan nefreti nereye kadar?

Şenol Kaluç*

 

Bundan yüz küsur yıl önce ülkenin kurtuluşunu “II. Abdülhamit’in düşmesi”ne bağlayan zihniyetin bir benzeri bugün Erdoğan için geçerli ve ilginç bir şekilde, iki zihniyetin mantığı da aynı.

 

Yüz yıl önceki İttihatçılar ülkenin kurtuluşunu nasıl II. Abdülhamit’in gidişine bağlamışsa, bugünküler de aynı şekilde kurtuluşu Erdoğan’ın gidişine bağlamış görünüyorlar.

 

Ve seleflerinin nasıl “II. Abdülhamit sonrası” için bir plan ve programları yoksa bugünkülerin de bir plan ve programları yok. Fantastik film veya animasyon karakterlerini andırırcasına, Erdoğan giderse sanki büyülü bir sopa devreye girecek ve her sorun çözülecekmiş gibi davranıyorlar.

 

Yakından tanıyan dostlarım ve yazılarımı takip edenler bilir; sayın cumhurbaşkanını geçmişten bugüne yaptıkları ve yapmadıkları ile pek çok konuda acımasızca eleştirmiş biriyim. 12 yıllık süreçte yasal düzenlemeleri hep geri planda bırakmasını, Alevi sorununa karşı eğreti tutumunu, Berkin Elvan konusundaki kırıcı ötesi tavrını, kendine has İslamcılığı ve Sünniliğini, Kürt sorunundaki gelgitlerini, Suriye politikasındaki acemiliğin, ülkeyi pek çok konuda tüccar ve müteahhit mantığıyla yönetmesini, her boş araziyi bir şantiye gibi görmesini, kendini “her şeyin teminatı” saymasını, dilinin ayarsızlığını ve kendinden olmayanlara karşı duyarsızlığını hep şiddetle eleştirdim.

 

Ama bu eleştirilerim, hiçbir zaman pür bir “Erdoğan düşmanlığı”na sürüklemedi ve her şeyi onun üzerinden açıklama tuzağına düşürmedi beni. Tüm sert eleştirilerim ve yukarıda yazamadığım pek çok kızgınlığıma rağmen, yiğidi öldür hakkını yeme düsturu çerçevesinde, yaptığı olumlu işleri de değerlendirmeye çalıştım.

 

7 Haziran seçimlerine giden süreçte — bana göre — yaptığı hataların bedelini sayın Erdoğan fazlasıyla ödedi. Ancak bugün geldiğimiz noktada yaşananların Erdoğan üzerinden açıklanmaya çalışılmasını, tek suçlu Erdoğan’mış tavrının bizi götüreceği yerin ne olduğunu iyi düşünmek gerekiyor.

 

Bugünlerde basın ve sosyal medya üzerinden karşılıklı olarak “Erdoğan nefreti” ve Erdoğan aşkı” üzerinden yalan yarışına giriliyor ve acılar kaşınarak adetâ toplum temellerinden dinamitleniyor. “İçimiz yanıyor” derken bile içten içe mutlu olan insanlar, yaşanan ölümleri ellerini ovuşturarak seyredenler var. Sanki her ölüm bizi “Erdoğan’dan kurtaracak bir adım” gibi düşünenler olduğu gibi “başkanlığa gidiyoruz” diye içten içe sevinenler de var.

 

“Savaş istemiyoruz” diyen bazı köşe yazarlarının, biraz dikkatli baktığınızda aslında “Erdoğan’a ölüm” çığlıkları attıkları duyuluyor. Her ölüm Erdoğan üzerinden tartışılıyor. Şehitler Erdoğan yüzünden ölüyor; PKK’lılar Erdoğan yüzünden ölüyor; Kürtler Erdoğan yüzünden ölüyor… Neredeyse evinde ölen bile Erdoğan yüzünden ölüyor! Yaşanan ne kadar olumsuzluk varsa Erdoğan yüzünden oluyor.

 

Peki siz ne istiyorsunuz?

 

Sanki Erdoğan herkesi toplamış, birbirinizi öldürün diye emir vermiş. Vuranın hiç suçu yok! PKK-HDP-KCK ve MHP-CHP ve tüm diğer muhalifler diyor ki “Erdoğan savaş istiyor.”

 

Ben de soruyorum: Peki, siz ne istiyorsunuz?

 

Barış mı?

 

Velev Erdoğan savaş istiyor; PKK-HDP-KCK çizgisinde olup akıl sağlığını kaybetmişlere soruyorum: Siz niye koşa koşa bu savaşın içine giriyorsunuz?

Madem isteyen o, niye onun isteğine boyun eğiyorsunuz?

2015 Türkiye’sinde, “sivil itaatsizlik” çağında niye roketatarlarla şehir merkezlerinde dolaşıp her yere doçka mevzii kuruyorsunuz? Hangi çağda yaşıyorsunuz da otuz yıl öncenin mantığıyla yol kesip, araç yakıp, memur kaçırıyorsunuz? Çarşıda pazarda, yatağında, sırf devlet görevlisi olduğu için insanları öldürüyorsunuz?

 

Gerçekten Kürtleri düşünüyor olsaydınız, Erdoğan gerçekten savaş istese bile bu savaştan kaçar, silahları gömer ve onu hem içte, hem dışta yalnızlaştırır; Türkiye’nin HDP’ye verdiği primi demokratikleşme adına çok sevdiğiniz — ama içini boşalttığınız — “halkların kardeşliği” için kullanırdınız.

 

Müzmin muhalefet partilerine gelince; sizler de madem savaş istemiyorsunuz, Kürt-Türk kavgası çıksın diye niye ortalığı velveleye verenlere, sabah akşam ülkemiz insanlarını aşağılayanlara karşı sessiz kalıyor, hattâ o koroya siz de katılıyorsunuz? Hani nerede, büyük Türkiye için bu yarayı saracak, ölümleri durduracak, halkı kaynaştıracak çözüm önerileriniz? Kürdün Türkün bugüne kadar yenen, gasp edilen haklarını tekrar yedirtmeyecek hangi vaadiniz vardı da biz duymadık?

 

Geçmişte bu ülkede yaşanan vahşetlerden hiç ders almayacaksınız, değil mi? Dün işlediğiniz hiçbir günaha — Dersim’den 6-7 Eylül’e,  Maraş’tan Çorum’a, Kırıkhan’dan Sivas’a — hiç utanmadan sahip çıkmadığınız gibi, bugün de çıkmayacak ve hep birilerini suçlayacaksınız. Daha dün 90’lı yıllarda kontrgerilla vesilesiyle işlenen cinayetlerde olduğu gibi, “Amerika istedi” diye kırk yıllık komşusunu doğrayan, karısına kızına tecavüz eden, yetmedi hamile kadınların karnını yarıp daha doğmamış bebeğini parçalayan insan kılıklı yaratıkları sanki Amerika üretmiş gibi tertemiz kenara mı çekileceksiniz?

 

Bir zamanlar sevdiğim ve saygı duyduğum büyük bir şair ve fikir insanının Maraş katliamından söz ederken ölümleri meşrulaştırma şekli beni şok etmişti. Meğer Maraş’ta “öldürülen erkeklerin hepsi sünnetsizmiş; morgda çalışan akrabası görmüş.” Her şeyin suçlusu Erdoğan” der ve cinayeti meşrulaştırırsanız, faili silikleştirip siyasi rakibinizi veya önyargılarınızı mercek altına alırsanız, ölen öldüğüyle kalmaz mı?

 

Erdoğan düşmanlığı nasıl bir ruh halidir ki hunharca, haince insan öldürmeyi bile size mazur gösterebiliyor, faili gözden kaybettirip faturayı “Saray”a çıkarttırabiliyor?

 

Neden bu ülkeyi Erdoğan’ı yakmak uğruna ateşe vermeye bu kadar heveslisiniz?

 

* Tarihçi. Liberal Düşünce Topluluğu Alevi Bektaşi Araştırmaları Merkezi Direktörü.

 

 

- Advertisment -