Ana SayfaYazarlarFransız demokrasisi çöküyor mu?

Fransız demokrasisi çöküyor mu?

Fransa’da meydana gelen ve sokaktaki insanı rasgele hedef almış olan hepimizin lanetlediği kör terör eylemleri ülkenin sosyal ve siyasi dengelerini alt-üst etmiş durumda. Halkın seçtiği sosyalist bir Cumhurbaşkanı’nın önerisiyle 1955 yılından kalma Acil Durum (Etat d’urgence) Yasası’nın, Sağ’ın, hatta aşırı Sağ’ın bazı önerilerini de içerecek şekilde güncellenerek ve geçerlilik süresi 12 günden 3 aya kadar uzatılarak Meclis ve Senato’dan büyük bir çoğunlukla geçirilmesi bu alt-üst olma halini açıkça ortaya koyuyor. Senato’daki oylamada 8’i “evet” oyu kullanan, 11’i çekimser kalan Komünist grubun Başkanı Eliane Assassi’nin açıkladığı gibi, asıl alt-üst olan, meşru güvenlik ihtiyacı ile özgürlükleri kısıtlayan önlemler arasındaki nazik denge.

 

Kabul etmek gerekir ki bu yasa hükümete ve idareye çok geniş yetkiler veriyor. Güvenlik güçleri “kamu düzeni için tehdit oluşturdukları değerlendirilen” dernekleri feshedebiliyor; toplantı ve gösterileri yasaklayabiliyor, kişileri gözetim altında tutabiliyor. 1955 Yasası’nda yer alan “görsel ve yazılı basının kontrol altına alınması” hükmü metinden çıkarılmış ama buna karşılık, terörizme ve terör eylemlerine övgüde bulunan İnternet siteleri ve sosyal medya hesaplarının bloke edilmesi mümkün olabilecek.

 

Altının çizilmesi gereken bir başka nokta, terörle mücadele amacıyla öngörüldüğü belirtilen Acil Durum Yasası’nda “terörist” ya da “terörizm” kavramlarına yer verilmemiş olması. Yasa tanımını yaptığı teröristleri değil,  “kamu güvenliği ve düzeni için tehdit oluşturan kişileri” hedef alıyor. Kimlerin kamu güvenliği ve düzeni için tehdit oluşturduğuna ilişkin değerlendirme güvenlik güçlerince yapılacağına göre, sadece teröristler ve onlara yardım ve yataklık edenler değil, mutlaka terörle bağlantısı olmayan çok daha geniş bir insan grubunun da kontrol altına alınması söz konusu. Çünkü güvenlik güçlerinin bu yasa sayesinde her hangi bir nedenle şüphe duyulan kişileri tutuklamak için mükemmel bir gerekçeye sahip olduklarına kuşku yok.

 

Aslında AB’ye aday ülkelerin karşılamakla yükümlü oldukları Kopenhag siyasi ölçütleriyle bile örtüşmeyen Acil Durum Yasası, sömürgeci Fransız yönetimine karşı savaşan (1954-62) Cezayirli bağımsızlıkçıları baskı altına almak amacıyla çıkarılmıştı. Terörizmle mücadele yasaları varken, demokratik özgürlükleri kısıtlayan ve Fransa için ayrıca kirli bir sömürgeci geçmişi hatırlatan bir yasanın raftan indirilmesi normal bir ruh halini yansıtmıyor.

 

Milli Meclis’teki oylamada “hayır” oyu veren 6 kişiden biri olan sosyalist Doubs milletvekili Barbara Romagnan’ın belirttiği gibi, ilki 1986’da çıkmış ve 11 Eylül New-York ve 11 Mart Madrid saldırıları ertesinde revize edilmiş terörle mücadele yasaları güvenlik güçlerine zaten önemli imkânlar veriyor. Terör eylemlerine karışanlar için gözaltı süresinin 4 güne kadar uzatılması, gözaltındaki kişilerin avukatlarının 72 saatlik gözaltı süresinden sonra devreye sokulması, kişinin rızası alınmadan ev araması yapılması gibi. Ayrıca 30 Kasım 2014 tarihli yasa, cihatçı olduğundan şüphelenilen yabancıların, tek başına bile hareket ediyor olsa sınır dışı edilmesine imkân veriyor. Bu yetkilerin terörle etkin bir mücadele için neden yetersiz olduğunun izah edilemediğini belirten Barbara Romagnon, kararların bir yargıç değil de hükümet tarafından alınmasına izin veren hükümlerde mutlak bir sorun gördüğünün altını çiziyor.

 

Yasaya “hayır” oyu kullananlardan eski gazeteci, şarkıcı ekolojist milletvekili Noël Mamère, bu terör eylemleriyle Fransa’ya “biz korkmuyoruz, bizi yok ettiğinizi sandınız” mesajının verildiğini vurguluyor ve terörle mücadelenin olağanüstü önlemlerle sürdürülemeyeceğini dile getiriyor. “Daha da kötüsü” diye ekliyor Mamère, “Hukuk Devletimizin zayıf olduğuna ilişkin kanıt arayan İslam Devleti’ne (Daesh) bu yasayla teslimiyet mesajı veriyoruz.”

 

Yasa’ya günler öncesinden karşı çıkan İran asıllı sosyalist milletvekili Pouria Amirshahi ise “demokrasi için soğukkanlılığı kaybetmemek” gerektiğini vurguluyor. Ona göre, kamusal özgürlükleri ciddi şekilde kısıtlayan Acil Durum Yasası, Başbakan Valls’in daha bir yıl önce söylemiş olduğu gibi, “Cumhuriyet’in ruhuyla bağdaşmıyor.” Cumhuriyet’in elbette kendini savunması gerektiğini ama bunun için Fransa’nın yeterli yasal imkânlara sahip bulunduğunu belirten Amirshahi  “özgürlükten önce güvenlik” yaklaşımının ise demokrasinin özünden ödün vermek olduğunun altını kalın çizgilerle çiziyor.

 

Sorunun kökeninin jeopolitik olduğunu belirten Amirshahi, Daesh gibi yapıların oluşum ve büyümesinin bölgedeki devletlerin iflasından, yozlaşma ve çalkantılardan kaynaklandığını, o bakımdan Fransa’nın bölgedeki ittifaklarını ve buna bağlı olarak silah ticaretini gözden geçirerek önlem alması gerektiğini vurguluyor.

 

Amirshahi ayrıca Fransa’nın banliyölere yönelik politikasını da revize etmesi gereğine işaret ediyor. Buralarda yaşayan sadece küçük bir azınlığın radikalize olduğunu vurgulayan İran asıllı politikacı, tribünlere yönelik banliyö söylemlerinden vazgeçilmesi ve burada yaşayan insanları kapsayan sosyal dayanışma ve özel eğitim politikaları yürütecek uzmanlar için de en az polis ve jandarma için olduğu kadar yeni istihdam alanları yaratılmasının öneminin altını çiziyor.

 

Gerçekten de Fransa (ve diğer AB ülkeleri) büyük kentlerin kenar mahallelerinde yaşayan ve toplum tarafından dışlanan vatandaşlarını kapsayan sosyal politikalar üretmek ve bunun için de “Xénophobie” ve “Islamophobie” ile mücadele etmek zorunda. Aksi takdirde, Fransa’nın övündüğü “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” dövizi, atasözleri gibi, kitaplarda ve afişlerde kalmaya mahkûm olur. Fransız vatandaşlarının, bütün farklılıklarıyla sadece yasalar önünde değil aynı zamanda toplum nezdinde de eşitliği sağlanamazsa, eşitlikten, kardeşlikten ve alelacele çıkarılan Acil Durum gibi yasalarla özgürlükten de söz etmek mümkün olmaz ne yazık ki.

 

Acil Durum Yasası’nın Fransız demokrasisine onarılması kolay olmayan bir darbe indirdiğini kabul etmek gerekir. İnternet ve sosyal medya hesaplarının bloke edilmesi ve derneklerin kapatılmasıyla ifade, gösterilerin iptali ile toplantı özgürlüğü zedeleniyor. Hükümete ve emri altındaki güvenlik güçlerine tanınan yetkilerle hukuk devleti “polis devleti” lehine zayıflıyor. Acil Durum’un yürürlükte kalacağı üç aylık süre çok uzun ve Cumhurbaşkanı Hollande’ın konuşmalarından bu süre dolduğunda uzatılma olasılığının da bulunduğu anlaşılıyor. 

 

Fransa’nın demokratik bir ülke olduğu ama terörle mücadelenin özgürlüklerin böylesine askıya alınmasını mecbur kıldığı, dolayısıyla halkın güvenliği için katlanılması gereken bir durum olduğu doğru bir söylem değil. Bir ülkenin demokratik olup olmadığını belirleyen anayasal ve yasal düzenidir; demokratik bir geçmişe sahip olması değil. Üç ay sonra uygulanmadan kaldırılacak olsa bile Acil Durum Yasası gibi özgürlükleri ciddi şekilde kısıtlayan bir yasanın gerek duyulduğu zaman uygulanmak üzere Fransız hukukunda yer alması ülkenin demokrasi düzeyini düşürür elbette.

 

Aslında sosyalistlerin bu Yasa’yı raftan indirerek güncellemesi, oy kaygısıyla Sağ ve aşırı Sağ’ın “daha az demokrasi” ve “daha az Avrupa” temeline dayanan milliyetçi, egemenlikçi yaklaşımını kendi politikalarına uyarlama çabasını yansıtıyor. Nitekim son anketler Paris saldırılarının oylarını yükselttiği Ulusal Cephe’nin (Front National) 6-13 Aralıkta yapılacak bölgesel seçimlerin ilk turunda yüzde 27 ile önde gittiğini, Sosyalist Parti ile ılımlı Sağ’ın listelerinin birer puan farkla aşırı sağcıları izlediğini gösteriyor.

 

Sosyalistlerin birçok konuda başında eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin bulunduğu Cumhuriyetçiler (Les Républicains) cephesinden daha modern ve demokrat görüşlere sahip olduğunu söylemek mümkün. Ne var ki Cumhurbaşkanı Hollande’ın önderliğinde Sağ ve aşırı Sağ’a doğru bir viraj alınması sadece sosyalistlerin değil, Fransa’nın da demokratik geleceğini tartışmalı hale getiriyor.

 

Bu durumda, demokratlar olarak, Fransa’nın bu gidişatından kaygılanmamızı ve başlıktaki soruyu yöneltmemizi doğal karşılamak gerekir kuşkusuz.        

- Advertisment -