Ana SayfaYazarlarGizemli flashdisk’te sorular ve muhataplar

Gizemli flashdisk’te sorular ve muhataplar

 

Epeyce gecikmiş doğumunu geçen yazıda anlattığım gizemli flashdisk’le ilgili temel soruyu da yine o yazıda sormuştum:

 

“Gülen Cemaati’nin çanına ot tıkayacak devâsâ bir bilgi paketi, nasıl oluyor da başta Tuncay Özkan ve İlker Başbuğ olmak üzere Cemaat’in çanlarına ot tıkadığı kişiler tarafından 10 yıl boyunca gün yüzüne çıkarılmıyor?”

 

Gizemli flashdisk’in akla getirdiği soruların çoğu bu temel sorunun etrafında şekilleniyor. Çünkü, hikâyenin unsurları belirginleştikçe, bu Cemaat karşıtı bilgi paketinin 10 yıl boyunca gün yüzüne çıkarılmamasında, Özkan’ın dışında başka kişilerin de sorumlu oldukları ortaya çıkıyor.

 

Bu sorumlulardan sadece biri, flashdisk’in neden ancak şimdi, tam 10 yıl sonra kamuoyu bilgisi haline gelebildiğine dair açıklamalarda bulundu: Tuncay Özkan…

 

Başta İlker Başbuğ olmak üzere flashdisk’in varlığından 10 yıldır haberdar olduklarını bildiğimiz öbürleri ise bu konuda herhangi bir izahta bulunmadılar.

 

Tamamı askerlerden oluşan bu birinci kategorinin dışında bir de, gizemli flashdisk’in 10 yıllık macerasından haberdar olup olmadıklarını bilmediğimiz; dolayısıyla da sorumlulukları, onu bilmeleri şartına bağlı kişiler var; bunların tamamı ise siyasetçilerden oluşuyor.

 

İsimlendirirsek…

 

Birinci kategori: Flashdisk’ten haberi olanlar

 

Birinci kategoride, 2007’de görev başında olan üç komutan yer alıyor: Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ve Hava Kuvvetleri Komutanı Faruk Cömert ya da Aydoğan Babaoğlu. (Flashdisk, Özkan’a 2007’nin nisan ya da mayısında verilmişti. Aynı yılın ağustos ayında hava kuvvetleri komutanlığı el değiştirdi. Şayet disk Hava Kuvvetleri’ne ağustos sonrasında iletildiyse, Faruk Cömert’in herhangi bir sorumluluğundan söz edilemez. Disk ağustostan önce iletildiyse, her iki komutanın da sorumluluğu var demektir.)

 

İkinci kategori: Flashdisk’ten haberdar olup olmadıklarını henüz bilmediklerimiz

 

İkinci kategoride ise, normal bir demokraside böyle bir gelişmeden haberlerinin olmaması düşünülemeyecek, fakat hepimizin bildiği nedenlerle o tarihte (2007) bu bilginin kendilerinden esirgenmiş olması muhtemel üst düzey siyasetçiler yer alıyor. Onların listesini de flashdisk’i parti grubundaki konuşmasında (25 Temmuz 2017) kamuoyuna ilk duyuran kişi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu açıklamıştı:

 

“Soru şu: Bu flaş diskteki bilgileri incelemek üzere kurulan Güneş Çalışma Grubu iktidarın bilgisi dahilinde kurulmuş mudur? Kurulmuşsa bu dosya kapatılırken Başbakan kimdi, Adalet Bakanı kimdir, Milli Savunma Bakanı kimdi, onların tamamının açığa çıkması lazımdı. Bu flaş disktekiler yok sayılmasaydı bugün ne 250 şehidimiz ne de 2193 gazimiz olmayacaktı.”

 

Kılıçdaroğlu’nun sorumluluğu?

 

Aslında, bizzat Kılıçdaroğlu’nun kendisi de bu gizemli flashdisk’in hiç değilse son iki yılda gün yüzüne çıkarılmamış olmasının sorumluları listesine eklenebilirdi… Çünkü Tuncay Özkan iki yıldır partisinin milletvekili ve bir milletvekilinin böyle bir bilgiden genel başkanını haberdar etmiş olması, etmemiş olmasından çok daha güçlü bir ihtimal… Fakat Kılıçdaroğlu, bu soruyu soran gazeteci Melih Altınok’u bizzat arayarak, adının bu listeye girmesinin önüne kalın bir çizgi çekti:

 

"Ben de sizler gibi sonrasında haberdar oldum. Savcılık Tuncay Bey'i çağırdığında, söz konusu diskin varlığından haberdar oldum." (Sabah, 31 Temmuz)

 

 “FETÖ’cü savcılar” argümanı ikna edici mi?

 

2007’de Tuncay Özkan’ın siyasetçi kimliği yoktu, aktivist bir gazeteciydi. Dolayısıyla elbette ona sorulacak ilk soru, eline böyle bir haber malzemesi geçen bir gazetecinin, bunu kamuoyuyla değil de devletin silahlı bürokrasisinin zirveleriyle paylaşmasına dair olmalı. Fakat işin bu kısmının üzerinde durmayacağım, söyleyip geçeceğim ve kamuoyunun zihnini asıl meşgul eden sorulara geleceğim. Tuncay Özkan, flashdisk kendisine ilk ulaştırıldığında onu neden yargıya değil de askerlere teslim ettiğini soran Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi’ye, “kediye ciğer teslim edilir mi, zaten FETÖ’cüler bu flash diski arıyordu” demişti. (Flash diskin sırrı, Abdülkadir Selvi, Hürriyet, 1 Ağustos 2017).

 

2007, doğru, Cemaat’e sadık yargı mensuplarının güçlerini göstermeye başladığı bir yıl. Fakat 2007’de, meşru siyasi iktidarın canını almaya ant içmiş bir yargı kesimi de vardı (bir yıl sonra kapatma davası gelecekti) ve onların hiç değilse görünürdeki gücü Cemaat’inkinden çok daha fazlaydı. Buradan, Tuncay Özkan’ın cevaplaması gereken şu soru çıkıyor: “Ciğer”i ille de “kedi”ye götürmenin şart olmadığı, alternatif yolların da mümkün olduğu bir durumda “ciğer” neden Cemaat’in de hükümetin de çanına ot tıkamak için malzeme peşinde koşan, bu uğurda uyduruk gazete kupürlerinden bile medet uman savcılara değil de askerlere götürülüyor?

 

Ya “kedi”lerin haklanmasından sonrası?

 

Yine de bir an için Tuncay Özkan’a hak verelim ve 2007’de yargının tamamının “kedi”lerden oluştuğunu varsayalım, fakat sonrasını nasıl izah edeceğiz? “Kedi”lerin yargıdan ayıklanmaya başladığı 17-25 Aralık (2013) sonrasında, onu da geçtik, yargıdan tamamen kazındıkları 15 Temmuz (2016) sonrasında neden elindeki flashdisk’i yargıya teslim etmemiş Tuncay Özkan? Yoksa, “kediye ciğer teslim edilir mi” argümanının sadece 2007 için değil arada geçen bütün bir 10 yıl için de geçerli olduğuna inanmamızı mı bekliyor?

 

Özkan’ın bu kadar geç kalmasını sorgulayanları eleştirdiği yazısında Soner Yalçın bu soruya “evet” cevabını veriyor:

 

“Deniyor ki… ‘Niye bugüne kadar ortaya çıkarılmadı?’ Tuncay Özkan FETÖ soruşturmasını yürüten siyasal iktidara, savcılara güvenemedi. Bekledi. Ne zaman… Flash bellek incelemesini sümen altı eden FETÖ'cü ekipten Hava Kurmay Albay Selçuk Başyiğit itirafçı olunca… Soruşturmayı yürüten savcılar Tuncay Özkan'dan flash belleğin kopyasını istedi. Hapse atılan, öldürülmek istenen Tuncay Özkan hakkıyla hâlâ güvenemiyordu, Kılıçdaroğlu'na sordu. Kılıçdaroğlu ‘hemen ver’ dedi.” (Sözcü, 3 Ağustos).

 

Sizce, bu argüman Özkan’ın flashdisk’i 10 yıl boyunca yargıya iletmediğini izah etmede işe yarayacak bir argüman mı?

 

Özkan önemini anlattıkça temel soru daha çok göze batar hale geliyor

 

Tuncay Özkan, gizemli flashdisk’in ne kadar çok ve önemli bilgi ihtiva ettiğini anlattıkça, onun bu kadar uzun bir süre neden uykuda tutulduğuna dair temel soru daha göze batar hale geliyor.

 

Mesela Özkan’ın Fatih Altaylı’nın programında söylediklerini izleyip de bu sorunun akla gelmemesi imkânsız… Hele ki aynı programda anlattığı “flashdisk vasiyeti”ni öğrenince:

 

“Ben hücrede ölseydim bu belgeleri Barış Terkoğlu açıklayacaktı. Ona kime teslim edeceğini, ne yapacağını vasiyet etmiştim."

 

Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu da “vasiyet”i şöyle anlatmıştı:

 

"Tuncay Özkan'la Silivri Cezaevi'nde aynı hücrede kaldık. Yanına gittiğimde ciddi rahatsızlıkları vardı. Cildi sararıyordu. Bir akşam, kendisini cezaevinde zehirlediklerini söyledi. (…)

 

Bugün kamuoyuna anlattığı flash diskin hikayesini anlattı. O gün teslim ettiği flash diskin bir örneği kendisindeydi. Ele geçirmek için sekreterinden şoförüne kadar olası herkesin evini basmışlar, her yeri aramışlardı. Başına gelecekleri tahmin eden Özkan, flash diski güvenilir bir yere bırakmıştı. Hapishanede ölürse flash diske ulaşacak ve süreci duyuracaktım. Özkan'ın vasiyeti buydu. Bundan kısa süre önce bir yemekte buluştuk. Flash diski savcılığa teslim edecekti. Ne mutlu ki, benim üzerime bu sırrını saklamaktan başka bir iş düşmemiş, kendisi cezaevinden çıkıp sağlıklı bir şekilde flash diski teslim etmişti." (Tuncay Özkan’ın vasiyeti neydi, Odatv, 9 Ağustos).

 

Şeytan’ın sor dediği soru bu noktada da şöyle şekilleniyor: Kamusal önemi bu kadar büyük olan bir bilgi, açıklanmak için neden Tuncay Özkan’ın ölümünü bekliyor? Barış Terkoğlu’na vasiyette bulunmak yerine neden dışarıdaki bir gazeteciye “Git o flashdisk’i bul ve açıkla” denmiyor? Böyle yapıldığı takdirde “zehirlenme” sürecinin devam edecek olmasından korkulduğu için mi? Argüman buysa, ikna edici mi? Öyle bir durumda Tuncay Özkan’ı kurtaracak olan şeyin gizlemek değil de fâş etmek olduğu apaçık değil mi?  

 

Gazeteciliği gazeteciliği bıraktıktan sonra hatırlamak!

 

Özkan, Fatih Altaylı’nın zikrettiğim programında çok ilginç bir teklifte bulundu, dedi ki: "Bir gazeteci grubu toplanıp belgeleri isterlerse Türkiye’nin aydınlanması için bu belgeleri teslim ederim.”

 

Çok geç ama, Tuncay Özkan’ın 10 yıl önce kendisine teslim edilen şeyin askerlerden önce gazetecilerin önüne serilmesi gereken bir “malzeme” olduğunun farkına varması yine de önemli.

 

Bu çağrının gazetecilerin kurumsal yapılarında, meslek örgütlerinde hiçbir heyecan uyandırmamış olması, gizemli flashdisk’in, iktidar oyununun çevresindeki bütün aktörlere “dokunan” bir yanının olabileceğini imâ ediyor.

 

Pazartesi günü, bu dizinin son yazısını, gizemli flashdisk’in akla getirdiği başka sorulara ve onların Tuncay Özkan dışındaki muhataplarına ayıracağım. 

- Advertisment -