Laik-sol muhalefetin ‘bizden’ saydığı bazı sanatçıların (Fazıl Say, Ahmet Ümit, Bülent Ortaçgil, Mazhar Alanson, Haluk Levent) peşpeşe verdikleri söyleşilerde mevcut kutuplaşmaya karşı çıkıp ‘toplumsal uzlaşma’ çağrısında bulunmalarının laik-sol muhalefette yarattığı tepkiler üzerine konuşuyorduk… Serbestiyet’teki “Ne oluyor bu sanatçılara böyle” başlıklı son yazım (23 Ağustos) buna dairdi.
O yazıda, önce sanatçıların yoğun tepki çeken sözlerini aktarmış, ardından sanatçılara karşı en sert ve en dışlayıcı yazılardan birini kaleme alan BirGün gazetesi yazarı Fatih Yaşlı’nın yazısından bir bölüm aktarmıştım.
Bugün, bütün tepkileri temsilen Fatih Yaşlı’nın sanatçılara yönelttiği eleştiriyi (belki ‘suçlama’ daha doğru bir tabir olur) ele alacağım.
O nedenle, Fatih Yaşlı’nın ne dediğini bir kez daha hatırlamakta yarar var. Şöyle yazmıştı:
“Bu isimlere ve bundan sonra benzer işlere girişecek olanlara seslenerek bitirelim yazıyı: ‘Alışmıyoruz’ diyenlerin, yani sizi esas olarak okuyanların, dinleyenlerin, takip edenlerin nazarında, belki sanatsal olarak değil ama politik olarak Nihat Doğan’la, Alişan’la, Yavuz Bingöl’le yan yana yazılacak adınız, şimdi ve gelecekte öyle anılacaksınız. Bundan büyük utanç var mı, tamah etmeye değer mi, onca emeğe yazık değil mi? Madem ‘Alışmayacağız’ demiyorsunuz, hiç olmazsa susun. Evet, hiç olmazsa susun.”
İktidar da öyle diyor: Ya benim gibi konuş ya sus!
Fatih Yaşlı’nın ‘ya benim gibi konuşun ya da susun’ tavrı, iktidar ve iktidar medyasının ‘yerli ve millî’ bulmadığı fikirler karşısındaki pozisyonuna ne kadar çok benziyor. Onlar da tıpkı Yaşlı gibi ya tıpatıp kendileri gibi konuşulmasını ya da susulmasını istemiyorlar mı?
Yazarın ‘susun’ diye seslenişini okuyunca aklıma kısa bir süre önce kaleme aldığım şu satırlar geldi:
“Türkiye’de iktidar tarafından belirlenen fikir ve tutumlara itiraz etmenin manevi (bazen de maddi) maliyeti hiçbir zaman bu kadar yüksek olmamıştı. (…) Eleştirinin, itirazın sadece ‘radikal’ olanlarına değil, ‘uyumlu’ olanlarına dahi tahammülün olmadığı bir dönemden geçiyoruz. İktidar bir şeye ne diyorsa sen de lafı hiç dolandırmadan aynısını tekrarlayacaksın; ‘gri’ sözlerin sinirleri bozduğu bir dönemdeyiz… İktidarın bir konuda geliştirdiği fikrin, aldığı tutumun esasına itirazı olmadığını söyleyenler bile şayet bundan sonra ‘ama…’ deyip ürkekçe bir-iki eleştiri sıraladıklarında derhal şuculukla, buculukla itham ediliyorlar.” (“‘Gri’ sözlere kriz tartışmalarında da tahammül yok”, Serbestiyet, 20 Ağustos 2018).
Sanatçıların tepki çeken sözlerini geçen yazıda aktarmıştım, isterseniz açın bir daha okuyun; okuyun ve ‘gri’ bile olmadıklarını görün. Şu tutumlarıyla Fatih Yaşlı ve twitter’daki benzer tepki sahiplerinin iktidardan ve iktidar medyasından bir farkları kalıyor mu?
Üstelik, söyledikleri iktidara yaramaz!
Tartışma konusu sanatçılar iktidarı beğendiklerini, dolayısıyla muhaliflerin seslerini kesip oturmalarını falan söyemiyorlar. İstedikleri sadece toplumsal kutuplaşmanın azalması ve uzlaşma yönünde çaba sarf edilmesi…
Burada sanatçılar yaşanmakta olan (reel) bir kutuplaşmaya işaret ediyorlar ve onu yanlış bulduklarını belirtiyorlar. (Bütün kutuplaşmalara refleks olarak karşı çıkmak siyaseti tamamen inkâr etmek olur, fakat sanatçıların yaptığı bu değil.)
Ben de kutuplaşmaların tümünü yanlış bulanlardan değilim, fakat yaşanmakta olan kutuplaşmayı ben de ‘iyi’ bulmuyorum.
Biraz tehlikeli sulara girdiğimin farkındayım, dolayısıyla ‘iyi kutuplaşma’nın da olabileceğini imâ eden sözlerimi biraz açma gereği duyuyorum…
Şöyle soralım: Siyasetteki ve toplumdaki bütün kutuplaşmalara otomatik bir biçimde karşı olmak mı gerekiyor? Ya da: Bütün kutuplaşmalar kötü müdür?
Hiç şüphesiz hayır. Tam tersine, mevcut sistemi ve onun iktidarını aşma mücadelesi, bir anlamda -ve elbette- siyasi düzlemde oluşmuş bazı kutuplaşmalardan yararlanma becerisini şart koşar. Hatta bir miktar indirgemeyi göze alırsak, bu becerinin siyasetin ta kendisi olduğunu bile söyleyebiliriz.
Ne var ki, nasıl bütün kutuplaşmalar kötü değilse, bütün kutuplaşmalar da iyi değildir. Tanıl Bora yıllar önce ‘sol’un mevcut kutuplaşmalar karşısında nasıl bir tavır alması gerektiğini tartışırken ‘anlamlı kutuplaşma’ diye gayet işlevsel bir kavram önermişti.
Peki, şimdi Fazıl Say, Bülent Ortaçgil, Mazhar Alanson, Haluk Levent gibi sanatçıların şikâyet ettiği kutuplaşma ‘sol’ açısından anlamlı bir kutuplaşma mıdır? Bu kutuplaşmanın varlığı ve giderek derinleşmesi sol muhalefetin mi, yoksa iktidarın mı işine gelmektedir? Bu soruyu, açıkça ifade etmeseler bile tavırlarıyla ‘muhalefetin işine gelmektedir’ diye cevaplayanlarla, ‘Erdoğan ve iktidar toplumu bilerek ayrıştırıyor, kutuplaştırıyor, bunun üzerinden iktidar devşiriyor’ diyenlerin aynı kişiler olması çok tuhaf değil mi?
Potansiyel tabanınla kutuplaşmak…
İktidarla iktidara oy verenler arasında ayrım yapmadan, iktidara oy verenlerin hatırı sayılır bir bölümünün rızasını alabilecek bir siyaset inşa etmenin mümkün olduğuna inanmadan ‘anlamlı’ bir kutuplaşma yaratmak mümkün değildir.
Benim izleyebildiğim kadarıyla, ‘sol’da toplumdaki mevcut laik-muhafazakâr kutuplaşmasını ‘anlamlı’ bulmayan, tam tersine muhafazakâr tabanı kendi doğal-potansiyel tabanı olarak gören (ya da bunu net bir biçimde ifade eden) yegâne hareket Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP)… Partinin internetteki sayfası marksist.org’da geçtiğimiz haftalarda yayımlanan Şenol Karakaş imzalı yazıda şöyle deniyordu:
“Sosyalist İşçi (DSİP’in yayın organı A. G.) AKP iktidara geldiğinden beri, bu partinin zenginlerin ekonomik ve siyasi programına yoksulların desteğini alma becerisine sahip olduğunu ve işçi sınıfının bu partiye oy veren kesimleri kazanılmadan ne Erdoğan’ın yenilebileceğini ne de siyasal demokrasinin alanının dilediğimiz ölçüde genişleyebileceğini anlatıyor. AKP’ye oy veren yoksulların kadim zamanlardan beri bu partiye oy vermediğini ve gerçekte solun kitlesel zeminini oluşturduğunu bir türlü kavrayamayanlar, AKP liderliğini bu toplumun, kuralları bilinen siyaset geleneğinin dışında şekillenen bir yaratık gibi algılarken bu liderliği destekleyen geniş emekçi kitleleri de kazanılmasa da olur bir ‘gericiler güruhu’ olarak damgaladı.
Bu kavrayış zaman zaman AKP’ye karşı askeri darbe girişimlerine sessiz kalmaya, hayırhah yaklaşmaya ve hatta ‘olacaksa olsun şu iş’ denilerek destek olmaya kadar gitti.”
Mevcut kutuplaşma kime yarıyor?
Fatih Yaşlı’ya ve benzer tepki sahiplerine bakanlar sanır ki mevcut kutuplaşma iktidarın değil de muhalefetin işine yarıyor… Oysa hepimiz biliyoruz ki, iktidar önemli ölçüde bu kutuplaşma sayesinde halk desteğini konsolide ediyor ve zaten de o nedenle kutuplaşmayı kışkırtıyor.
Kutuplaşma, bugün AK Parti’ye ‘ideolojik oy’ veren seçmenlerdeki ‘eski günlere dönme’ korkusunu canlı tutarak, onların AK Parti’ye mesafe koyma ihtimallerini ortadan kaldırıyor.
Araştırma Şirketi IPSOS’un seçmen kararlarını anlamlandırmak amacıyla seçim sonrasında yaptığı bir araştırma, AK Parti’ye ve Erdoğan’a en büyük desteğin ev kadınlarından geldiğini ortaya koymuştu. (Araştırmaya göre ev kadınlarının yüzde 60’ı AK Parti’ye oy veriyor).
T24 ekonomi yazarı Barış Soydan’ın bu sonucu yorumlamasını istediği Altınbaş Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadın Çalışmaları Merkezi Müdürü Zeynep Banu Dalaman'a göre bunun sebebi, ‘Endişeli muhafazakârlık…’ Şöyle diyordu Zeynep Banu Dalaman:
“AK Partili kadınlara ‘Durumunuzdan memnun musunuz?’ diye sorduğunuzda, aslında çok da memnun olmadıklarını anlıyorsunuz. Geçim sıkıntım var, çocuklarım iyi eğitim alamıyor’ diye şikâyet ediyorlar.
“Peki öyleyse neden Erdoğan’ı desteklemeye devam ediyorlar? Çünkü Erdoğan kaybederse, kızlarının başörtüsüyle liseye, üniversiteye alınmayacağından, öğretmen, polis olmalarının geçmişte olduğu gibi engelleneceğinden endişeliler. Bu endişe, patatesin fiyatındaki artışın yarattığı rahatsızlığı bastırıyor. Kısacası ev kadınlarının oy verme davranışını ekonomik tercihler değil, yaşam tarzıyla ilgili endişeler belirliyor.”
İşte sanatçıların karşı çıktığı kutuplaşma, bu kutuplaşma.
Fatih Yaşlı ve onun gibi düşünenler hiç kuşku duymasın: İktidar medyası o sanatçıların o sözlerini kullanmaktan ve yaymaktan bir kısa vade hazzı alsalar da, uzun vadede o çağrılar iktidar aleyhine işler.