Şair Cahit Koytak, ‘gülmek’ diyor, ‘herkesin anadili…
“Gülün, çünkü gülmeyi kimse yasaklayamaz / gülün, çünkü gülmek herkesin anadili/… Dağları yürütür gibi gülün/Yitip giden yıllarınızı dağda bırakmayın, yarıda bırakmayın / Bir göğüs dolusu hıncı, dağıtıverin ellerinizle…”
Gülmek mi? Bu çağda ve bu coğrafyada gülmek, öyle mi?… Güldürmeyin beni.
Kadının her cephedeki ödeşilmez emeklerine, çocuklara, umuda, aşka, yaşama hevesine dönüp söyleyin bakalım, ‘gülün’ diye, size ne derler?
Derin derin bakar mutlak, hem çocuklar kadınlar, iç çekerler… O hep borçlu olduklarımız…
Hayattan yana borçlu, sevgiden, oyundan, huzurdan, emekten, aşktan borçlu kaldıklarımız…
Hoş, ne kadın ne de çocuk bin cephede verdiği kavgayı, sağdıç emeğini, evde, işte, sokakta didindiğini önemsiyor, çalım ediyor, karşılık bekliyor…
Onlar hayatı sürdürme çabaları zerrece eksilmeden didinip duruyor, papatyanın büyük söz etmeden çiçeğe durması gibi.
Bu çabası cezasız kalmıyor elbet.
Zulümcüler boş durmuyor.
Silahlar susmuyor…
Kadın, devletinin ve yanındakilerin onu mutlu ettiğini istiyor, bir başka kadın kesimi, mülteci kadınlar, yalnızca devleti olsun istiyor, ülkesi, devleti ve başının üstündeki çatı uçmasın istiyor.
Bazı kadın tektaş isterken,ev falan isterken kazanmadığı parayı çarçur ederken, bazı kadınlar umuma açık evlerde sermayelik ederken, Fetö cephesinde koşturup hemcinslerine ve memleketine ihanet eden kadını da sorgulamalı değil mi?
Dünyanın bir kısmı, uygarlığın filizlendiği Ortadoğu yanıp tüterken erkek kalıbına dökülmüş siyasetçi kadınlar bitmez tükenmez hırslarıyla politik aptallıkta zirve yaparken, o yanıp tüten tarafa gözucuyla bile bakmayıp, barut kokusuna burun tıkayıp, kan’dan habersiz, çocuk ölümlerini bilip bilmezden gelerek en bembeyaz, en çağdaş, en bilgili insan türünü oynarken, bu en büyük zulümken, akan kandan, sönen ocaklardan, vatansız bırakılanlardan bu siyasetçi kadınlar sorumlu sayılmalı değil mi?
Partisini, seçmenini değil, dağdakileri amiri belleyen, oraya secde eden, bunun için devlete vuracak yalanları söylemekten çekinmeyen kadın vekiller vatana ve ırkdaşına çektirdikleri için ayıp darasına çekilmeli değil mi?
Savaş, şiddet ve cinayet haberlerinden kadınlı erkekli hepimize gına gelmedi mi?… Bugünkü haberlerde (Salı) hediye paketiyle gelen erkek, sevdiği kızın çalıştığı yerdeki öteki kişileri ricayla dışarı çıkarıp, hediye paketinden tabancayı çıkarıyor, hem kızı vuruyor, hem kendini…
Açıklaması zor, ne tıp, ne sanat ne siyaset açıklayabilir bu hastalıklı hali, aşk demeye dilim varmaz.
Sivilleri canlı kalkan yapan soysuzlara, Suriye’yi gayya kuyusuna çevirip hâlâ yerinde duran diktatöre yakışacak nizayı etmeye de dilim yetmez.
Gel de bu dünyaya yeni yıl için güzel dileklerde bulun…
Yeni moda aşkların, tek kişilik bir tangoya dönüştürülmüş aşkın kadınına, aşkı budayıp indiren (o kadarla kalmayıp bi de öldüren) erkeğe rağmen, derman dile…
Sözcükleri ağzında, gülüşü yüzünde donup kalan, korkunun esir aldığı o savaş çocuklarının bebek yüzlerine bakıp, onlara nurtopu yarınlar dile, dileyebilirsen…
Cepheye sürülen gencecik erkekler, özgürlük, barış, yurt güvenliği için savaşıyor olsalar da, um, hayal et, yapmak kolaysa böyle yap, gel de…
Ülken işgal edilmek istenirken, kendi kozasını örüp içine saklanan, o saklanırken, bu işgale canıyla siper olan, işgali durduran gerçek vatanseverleri, kast’la, kinle, beyinsizlikle, yanısıra kendine dönük cinlikle , çirkin sözcüklerle, düpedüz küfürle niteleyenlerden gel de kahrolma.Olanca cehaletleri ve edepsizlikleriyle kullandıkları kelimeleri bile kirlettiklerine, mizahı mizah olamayan, kafada akıl olmadığından olamayan, nitelemeleri, söylemleriyle dibe vuran, akıl vasatlığı değil, ruh çürümüşlüğüyle, beyinsizlikle açıklanabilecek takımdan, gel de sıtkını sıyırma…
Sen ayıbı bilir misin, demiş annesi oğluna.
‘Bilirim ‘demiş çocuk, ‘aaaaa-yıp’
Ayıp ne insanın biçare olması, ne yorgan altı…Ayıp, şu dünya yüzünde, ille şu son yıllarda hainlerin, vatanını satan satılmışların, dünya yalnız benimdir diyenlerin ettiğidir… Ayıbı herkes bi yana çekeleyip durmasın, ayıp, insana ve hayata, dünyamıza kast’tır, vicdansızlıktır, merhametsizliktir…
Öyle işte ey hazirun…Bağımsızlık için, ülkesi için , demokrasi için canı bahasına çarpışan sivil kuvvetler, ordunun sağduyulu ve namuslu kişileri, dermanınız ve şarkınız tükenmesin…
Ve ey vatanını kendi dinamitleyen nesepsizler, silahlı kuvvetlerin satılmış ve koymaca rütbeli bazı işgalcileri ve namussuzlukta onlardan da ileri gidenler… Ülkemize biçtiğiniz kader sizi bulsun e mi! Dermansız, şarkısız, kimsesiz kalın…
Yeni bir yıl geldi ..Kime ne dilemeli?
Belki bütün dünya için vicdan, merhamet, sabır ve direnç dilemeli… Gören göz, duyan kulak, barış diye çarpan kalp en çok da… İnsan diye diye mermere saplanmayalım…
Niyetim herkesin yeni yılını kutlamaktı…Aklımı karman çorman eden memleketimin ‘yalnız ve güzel ülkem’ falan değil, tam tersi yeterince kalabalık, rengarenk haliyle, siyasi kast ve düşmanlık bir yana bırakılırsa, insani hasletler, uygarlık ve insan dokusuna bayıldığım ve hayat sahnesinde kendimizi hiç yalnız saymadığım dünyadan en tılsımlı, mucizevi büyük mavi topun bir köşeciğinde, çilesine sabrı katık edip duran ülkesini bedeniyle, inancıyla koruyan umutvar insanlarımızla, güzel günleri çoktan hakettiğimizi ve huzura az kaldığını düşünerek, ölümsüz, yitimsiz, onura halel gelmeyen güzel günler ve barış diliyorum, herkese… Barışın tırışkasını değil ama, kralını…
Akıl ve siyasete nizamat vermeye teşne, kendinden tayin bekçiler, düzen polisleri ve eski nizam bekçileri, her metne çemkiren yarı biliciler yüzünden yazılarımıza dipnot düşmekten de helak oluyoruz, metinleri aklınızla okuyun ey kimileri ve bize iş çıkarmayın. Siz ve siz gibilerin alayı gidici, kalıcı olan , ben demeden hepimizi koruyan, düşünen, hakkını hukukunu, sevgisini ve vatanını gözetenler… Dili küfre düşmeyen, vicdanı sızlayan merhametliler…
Umut var, yanısıra bir de epeydir hakkedilmedik acı, ölüm, tüten ocaklarla gönlümüze ve ülkemize vurulan hüzün mührü var..
Hem bize, hem kanadımızın altına sığınan mültecilere… Ömürlerinize hüznün mührü vurulmasın.
Hem gülmeye dermanınız olsun, hem umuda fermanınız… Derman sizde ve öbür insanlarda, ülkeyi esaslı akılla yönetenlerde…
Evet, insana tasa insan kimi zaman… Ama dermanı gene insan…
Umuda fermanı siz yazıp siz okuyacaksınız. Basit, sade, dürüst ve dostlu, ahbaplı yıllarınız olsun.
Hepsinden önce dayanacak demokrasiniz ve elbet sığınacak, kök salacak vatanınız…
Gülüp söylemeye, şarkılara ve aşka dermanınız tükenmesin… Defne ağacından ve güvercinden, elbet aslında akıllı siyaset ve doğru dürüst önderden barış gelsin, nar’dan bereket. Ekmek peynir varsa, içecek temiz su ve dışarda yalnız gök gürültüsü ve yıldızlar varsa, sizden mutlusu olabilir mi?
Başınızın üstünde çatı duruyorsa, yıldızlarla bakışıyor, kayan yıldızla dilek tutabiliyorsanız, daha ne? Kapınızın önünde nar kırın yılın ilk günü, berekettir… Piyango çıkmazsa da dert etmeyin, size bahşedilmiş ömür zaten büyük ikramiye…
Ömrünüze hüzün mührü vuran çıkarsa da gücünüz, sesiniz onunla boğuşmaya, o mührü silmeye yetsin. Şu kısacık ömrümüzde, güzelim, kalabalık, rengahenk , hem güzel hem şaşılası ülkemizde bir mühür olacaksa, demokrasi, barış, huzurun mührü olsun, kalplerinize de aşk mührü…İnsanlığa merhamet mührü…Gülmelere dermanınız olsun, ağız dolusu, gönül dolusu gülmek kısmet olsun herkese…Yeni yılda umutlar yenilensin, insana sözüm yok, insanın esaslısı zaten hep yeni…