Okuldayken ilk kez karşılaştığımda, “Türk kafası” olarak Türkçeye çevirdiğim “Tête de Turc” teriminin Fransızcada “günah keçisi” anlamına geldiğini öğrendiğim zaman çok şaşırmıştım. Daha sonra fark ettim ki bu terim, diğer Latin dillerinde, İspanyolca (cabeza de turco) Portekizce (cabeça de turco) ve İtalyancada (essere una testa di turco) da aynı anlamda kullanılıyor.
Terimin kökeni Avrupa’da Türklerin düşman kabul edildiği XIX. yüzyılda açık havada kurulan eğlence parklarında Türk’ü simgeleyen sarıklı bir kafanın oluşturduğu hedef tahtasına çekiç benzeri bir sopaya kol gücüyle yüklenip mümkün olduğu kadar sert vurmayı amaçlayan bir oyuna dayanıyor. Bu oyundan hareketle, “Tête de Turc” giderek acımasızca yüklenilen ve çoğu kez haksız yere suçlanan anlamında kullanılmaya başlanmış.
Latin medyasının Rusya ve müttefiklerinin Halep’e yönelik operasyonu ve yol açtığı mülteci dramıyla ilgili haberlerine baktığımda, “günah keçisi” teriminin içinde “Türk” kelimesinin yer alması artık şaşırtıcı gelmiyor bana. Önceki gün bu ülkelerin gazetelerinin çoğu konuyla ilgili haberlerini “Türkiye mültecilere kapılarını açmıyor” başlığı altında veriyordu. İspanyol medyasında biraz insaflı başlık kullanan (Türkiye Kuzey Suriye’den kaçan binlerce mülteci için kamp hazırlıyor) PP yanlısı ABC de haberinin içeriğinde Türkiye’nin 50 bin mülteciyi sınırları dışında kabul etme stratejisine eleştirel yaklaşıyordu.
ABC’nin İstanbul muhabiri J. P. de la Cruz, ayrıca Suriye İnsan Hakları Observatuarı’nın ailesiyle birlikte Türkiye’ye girmek isterken Türk Jandarmasının açtığı ateşle yaşamını kaybettiğini öne sürdüğü bir çocukla ilgili olarak Türk yetkililerden bilgi alamamış olmaktan yakınıyordu. 50 bin mültecinin sınıra dayanmakta olduğunu yazmıştı haberinde ama binlerce çocuğun ölümüne yol açan saldırılarından ötürü Rusya’yı değil, bir çocuğun ölüp ölmediğinin peşine düşerek Türkiye’yi eleştiriyordu.
İspanyol ve Fransız gazeteleri Rusya destekli Esat güçlerinin Halep operasyonuyla başlayan mülteci akınıyla ilgili olarak verdikleri haberlerde, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Bayan Federica Mogherini’nin, Türkiye’nin uluslararası sözleşmeler çerçevesindeki yükümlülükleri uyarınca mültecilere sınırlarını açması gerektiğine ilişkin sözlerini ön plana çıkarıyordu. Bugüne kadar 2,5 milyonun üzerinde mülteciyi açık kapı politikasıyla üstlenmiş olan Türkiye bu defa mültecileri sınırın öteki tarafındaki kamplarda ağırladığı için “günah keçisi” olmuştu anlaşılan.
Mültecilerin sınırın Türkiye değil de Suriye tarafında ağırlanmasının tek riski onlara yönelik operasyona girişilmesi olasılığı kuşkusuz. Ama “böyle bir operasyon yapılırsa, insanlığa karşı suç işleyenler operasyonu düzenleyen ülkeler değil de, Türkiye midir” sorusu akla takılıyor. Kamplardaki masum insanların üzerine XXI. yüzyılda bomba yağdırılabilir, böyle bir insanlık suçu işlenebilir mi? Mümkünse bunu yapanlara karşı yaptırım uygulanamaz mı? Mümkün değilse, o zaman mültecilerin sınırın ne tarafında olursa olsun ağırlanması değil mi önemli olan?
Bayan Mogherini’nin bu açıklamayı yapmasından daha bir gün önce Alman Pegida hareketi 14 üye ülkede AB sınırlarının Müslüman mültecilere kapanması için gösteriler düzenlemişti. Birçok ülkede, aşırı Sağ’ın “Avrupa’nın İslamlaştırılmasına karşı” dövizi altında bir araya gelen göstericiler ile polis ve karşı görüştekiler arasında çatışmalar çıkmıştı. Bu gösterilerde doğrudan hedef alınan ve dün mülteci sorunundan kaynaklanan insani konuları görüşmek üzere Ankara’ya gelen Alman Şansölyer (chancelière) Angela Merkel’in altını çizdiği gibi, mültecilerin yüzüne kapıları kapatmak AB değerleriyle bağdaşmıyor kuşkusuz.
Aslında AB değerleriyle bağdaşmayan bir şey daha var. O da Mogherini’nin bundan sonra ne yapılması gerektiği hususunda bu değerleri çiğneyen üye ülke yöneticilerini uyarmak yerine Türkiye’yi, 3 milyon avro tutarındaki sembolik AB katkısını ima etmek suretiyle eleştirmesi. Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn’un isabetle belirttiği gibi, “üyesi olmadığı için Türkiye’ye ne yapması gerektiğini söyleme yetkisi de bulunmayan” AB’nin öncelikle üyelerini Avrupa değerlerine uyumlu davranmaya çağırmasında yarar var.
Aslında Türkiye, sadece yeni mülteci akımıyla ilgili son tutumundan ötürü değil, daha birçok konuda uzun bir süredir uluslararası arenada “günah keçisi” ilan edilmiş durumda. Le Monde’un her konuda muhalefetin görüşlerini öne çıkaran İstanbul temsilcisi Marie Jégo, son olarak “Ruslar Türkiye’yi Suriye topraklarından söküp attılar” (Les Russes évincent la Turquie du terrain syrien) başlıklı haber-analizinde, Erdoğan’ın Suriye’de Esat’ın kısa sürede gideceği öngörüsünün çökmesinden adeta memnuniyet duyuyor. İnsanlık dışı saldırılarından ötürü Rusya’yı eleştireceğine, “Suriye’de eylem kaldıraçlarından yoksun kalan Türkiye artık savunduğu muhalifleri sadece seyredecek” değerlendirmesinde bulunuyor. Sanki temel amaç buymuş gibi…
Aslında her şey içeride, dışarıda “yanlış” olduğu vurgulanan Suriye politikasıyla başlamıştı. Halkını öldüren ve zorla göç ettiren Esat ve rejimi değil, “otoriter” ve “diktatör” Erdoğan temaları üzerinden Türkiye hedef alınmıştı. Esat yerine Erdoğan’a diktatör denilmesinin tuhaf olduğunu yabancı medya mensuplarına söylediğimde, “Suriye zaten demokratik ülke değil, biz Suriye ile Türkiye’yi karşılaştırmıyor, Türkiye’yi eleştiriyoruz” yanıtını alıyordum.
Bir süre sonra Türkiye’ye bu kez “Daesh’e yardım eden ülke” etiketi yapıştırıldı, bu suçlama muhalefetten de destek görsün diye Erdoğan karşıtlığı üzerinden yürütüldü. Ardından çözüm sürecini bozan PKK’nın saldırıları başladı ve 1 Kasıma kadar içeriden de desteklenmesi için terör örgütünün “Erdoğan’ın polis ve askeri ile haklı mücadelesi” teması işlendi. Bu söylem seçmen nezdinde tutmadı ama bu defa ABD’nin Suriye konusunda anlaştığını söylediği Rusya ile sorunlar çıktı karşımıza.
Komplo teorilerine itibar etmek istemiyorum. Kendimi öncelikle milliyetçi değil demokrat olarak tanımlıyorum. Ama Suriye’de Beşar Esat gibi eli kana bulaşmış bir diktatörün, ona yardımlarını esirgemeyen teokratik İran’ın ve BM Yasası’nı saldırganlığıyla çiğneyip duran ve dünya barışı için büyük bir tehlike oluşturan Rusya’nın durdurulamamasını anlayabilmiş değilim. Barındırdığı mülteci sayısı yakında 3-4 milyonu bulacak olan Türkiye’nin hâlâ “günah keçisi” olarak görülmesi ise bana hiç ama hiç doğal gelmiyor doğrusu.