Çay zamanıydı. Apiçalılar, çay toplamaktan fırsat bulup kırılan su borusunu onaramadıkları için köy günlerdir susuzdu. Bir sabah camide sela okunmaya başladı. Ahalinin bildiği kadarıyla bir ölen yoktu. Sela bitince herkes minaredeki anonsa dikkat kesildi. Cami imamı hüzünlü bir ses tonuyla konuşmaya başladı: “Değerli Apiçalilar! Malumunuz birkaç gündür sular kesuk. Bori patladı, onarmaya gelen yok. Bugün öğlen ezanina mütaakip cenaze nemazini kilacağuk. Köy halkini bekliyorum.” Bu anonstan sonra boru onarıldı ve sular çeşmelerden yeniden aktı. Bir hocanın hocadan çok daha fazlası olduğunu işte o gün anlamıştım.Namaz kıl idman olurBu olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra geçen yazı Rize’de, köyümde geçirdim. Camimizin şimdiki imamı bizum köydendi ve benle yaşıt sayılırdı. O da eski imam gibi bir hocadan çok daha fazlasıydı. Herkesin yardımına koşar, genç yaşlı demeden herkesi dinler ve yapabileceği ne varsa yapar. Köydeki gençler spor yapsın diye Rize’de halı saha ayarlamış, haftada iki gün gençlerle maç yapıyordu. Bir gün bana “Sen de top oynamaya gel” dedi. Ayıptır söylemesi, çok eskiden toplara iyi tepik attığımız rivayet edilse de yıllardır oynamışlığımız yoktu. Kıramadık bizum hocayi gittik maça. İlk 10 dakikadan sonra teklemeye başladım tabii. Hoca derinlemesine bir pas attı: Kale karşımda, vursam gol olacak. Doksana takayım dedim vurdum. O da ne? Top utanç verici bir şekilde tıngır mıngır gitmesin mi… Beyinle ayaklar ayrı telden çalıyordu. Durumu gören Tuncay Hoca yapıştırdı lafı “Çameye teravih nemazi kılmaya gelsen böyle olmazdın. 20 rekat bütün hamlığını alırdı.’’Köyler arası yapılan turnuva maçlarında Apiça’nın antrenörü de yine Tuncay Hoca’ydı. Derken bizum köy çıktı maça. Tribünler tıklım tıklım ama takım kötü. Hoca ise kötü giden maça en ufak bir müdahalede bulunmadı. Aksayan bir iki eleman vardı, çıkarmadı. İlk maçta fark yedik tabii. Öfkeli bir halde yanımıza gelen hocaya çattım. “Hoca senin hocalığını beğenirim ama sadece cami hocalığını.” Hocanın bana o bakışını unutamam, “Çok biliyorsan gel sen yap…” demekten çok fazlasıydı bakışları. Yine de bir şey demedi yürüdü gitti.Bizum Hoca vizyona girdiBütün bunları bana düşündüren bugün vizyona giren “Bizum Hoca” filmi oldu. Yılmaz Okumuş’un senaryosunu yazdığı ve Serkan Acar ile birlikte yönettiği filmde bir hocadan çok daha fazlası var. Karadeniz’e özgü zekâ kokan fırlamalıkların dışında, son yıllarda bütün ahaliyi öfkelendiren HES’ler işleniyor filmde. Köyün deresine nereden geldiği belli olmayan ve musallat olan HES’çilere karşı hocanın köylüyü örgütlemesi ve direnmesi anlatılıyor. Köylülerin direnişini kırmak için HES’çilerin köylülere iş rüşveti vermesi de işlenmiş. Ki böyle oldu zaten. Köylüler bölündü. İş rüşvet olarak verilerek dereler çelik borulara konuldu. Para pul hepsi bir yana bir daha asla geri gelmeyecek şekilde ağaçlar kesildi, dereler talan edildi. Filmde “Bizim Hoca” ile birlikte hareket eden köylüler zafer kazansa da gerçekte çok azı bu zaferi kazanıp, HES’leri derelerinden kovabildi.Çocukluğumda babamın kamyonundan çaldığım şamrelle yaz aylarında Salarha deresinde rafting yapardık arkadaşlarla. Salarha’dan başlayıp denize kadar inerdik şamrelle. Geçen yaz boyunca çamur aktı dere. Mahkemelerin durdurma kararları da fayda etmedi HES’çilere. Şimdi çelik borulara sokulacak yüzyıllardır özgür akan dere. Herkesin olan dere birilerinin cebini dolduracak doldurmasına da, olan o çevrede yaşayan yaşamayan herkese olacak.Son günlerdeki siyasi tartışmaların, iktidar mücadelelerinin bir yerde manasız olduğunu da hatırlattı bana “Bizum Hoca” filmi. Bu siyasi kavgalar geçip gider fakat yaşadığı yer kalır insana. Dereler, ağaçlar kalır. Asıl sahip çıkmamız gereken de budur. Film demiş diyeceğini. Bize tavsiye etmek, size de izlemek düşer. Bırakalım dereler özgür aksın, dereler tutsak olursa bunun vebali hepumuzundur…
- Advertisment -