Ortadoğu’da uzun yıllardan beri âdetâ kesintisiz bir savaş hali yaşanmakta. Thomas Hobbes’in deyimini adapte edecek olursak, neredeyse “herkesin herkes ile savaş halinde olduğu” bu coğrafyada, kim haklı kim haksız hesabı yapılmaz. Herkes kendine göre haklıdır. Herkesin uğrunda savaşacağı ve öleceği bir dâvâsı vardır. Bugün, kim haklı kim haksız konusunu bir tarafa bırakarak, haklı ve haksız savaş kavramları üzerinde durmak istedim.
Aziz Augustinus ve haklı savaş
Bir savaşın haklı veya haksız olduğu konusu, Batı’da ilk defa Hıristiyan düşünürler tarafından ele alınıp irdelenmiştir. Bu anlamıyla haklı veya haksız savaş kavramını Hıristiyanlık geleneğinden gelen felsefecilere borçluyuz diyebiliriz. Hıristiyan kilisesinin önde gelen düşünürlerinden (ve Kilise Babaları’ndan) Aziz Augustinus (354-430), Tanrı Devleti adlı eserinde, haklı ve haksız savaş kavramlarının temellerini kendince açıklığa kavuşturmuştu. Ona göre, savaş ilan etmek öncelikle doğru niyetle alakalı bir durumdur. Eğer savaş doğru bir niyete, iyi bir amaca hizmet ediyorsa, o durumda haklı savaş olgusundan söz edilebilir. Yok, eğer sırf intikam almak amacıyla çıkartılmışsa, hele bir de kişisel çıkara dayanıyor ve yöneticinin adını bencilce yükseltme gayesi taşıyorsa, o zaman haksız bir savaştır. Aziz Augustinus’a göre, eğer savaş doğru bir amaca hizmet ediyorsa ve “savaşa girme sebebimiz barışı tesis etmek” ise, o zaman haklı savaştan söz edebiliriz.
İlk defa Aziz Augustinus tarafından tartışılmaya başlanmış olan haklı savaş kavramı, Ortaçağda Akinalı Toma (Thomas Aquinas, 1225-1274) tarafından enine boyuna ele alındı. Summa Theologica (Teoloji Özetlemeleri) adlı eserinde Thomas Aquinas, bir savaşın hangi durumlarda haklı ve meşru olduğunu dört soru üzerinden cevaplamaya çalıştı. Soru sorarak bir senteze ulaşmak Thomas’ın eserlerinde sıkça başvurduğu bir tarzdır. Sorar, sorularla ilgili fikir yürütür, karşı görüşleri ele alır ve sonunda bir sentez ulaşır. Thomas’ın sorduğu sorular şunlardı: Savaşmak günah mıdır? Din adamlarının savaşması caiz midir? Savaş sırasında pusu kurmak caiz midir? Ve son olarak: Kutsal günlerde savaşmay cevaz var mıdır?
Thomas Aquinas ve haklı savaş
Akinalı Toma, bu sorulara Kutsal Kitabı, diğer bir deyimle Tevrat ve İncili esas alarak cevaplar bulmaya çalıştı. Thomas, “Savaşmak günah mıdır?” sorusuna doğrudan doğruya cevap vermeye kalkmadan önce, Aziz Augustinus’un ele aldığı haklı ve haksız savaş kavramlarını kendince aydınlığa kavuşturmakla işe başladı. Thomas’a göre, bir savaşın haklı sayılması için üç temel şartın yerine getirilmesi esastır. Birincisi, savaş açma yetkisi herhangi bir bireye değil, ancak hükümdara aittir; yani savaş ilan eden, buna meşru olarak yetkili olmalıdır. Sıradan bir insan savaş açamaz ve insanları seferberliğe çağıramaz; Akinalı Toma bunu, Ortaçağ feodalitesinin büyük derebeyleri arasında sürekli patlak veren yerel savaşlara karşı söylüyor; yani onlara karşı kralın ve krallığın yanında yer alıyordu. Ancak hükümdar da otoritesini keyfi bir şekilde değil, doğru kullanmalıdır. Eğer halkın mal ve can güvenliği tehdit altında ise, hükümdar o zaman kılıç kuşanabilir. İkincisi, savaş haklı bir nedene dayanmalı, geçmişte kendine zarar vermiş olandan intikam alma amacı taşımamalıdır. Bu da tipik derebeylik karşıtı, senyörler arasındaki bitmez tükenmez kan dâvâlarına karşı bir argümandır; kendilerine karşı savaş ilan edilecek olanlar, bu savaş ilanını hak etmiş kötülükler yapmış olmalıdır. Üçüncüsü, savaş ilan edeceklerin hakkaniyete dayalı bir gerekçesi olmalı; savaş iyiyi yüceltmeli ve kötüyü/kötülüğü geriletmeli; Hıristiyan barışı ve düzenine yardımcı olmalı; Şeytanı cezalandırmaya yönelik bir amaç taşımalıdır. Eğer savaş kötü bir niyet taşıyorsa, haklı ve meşru sayılamaz.
Thomas aileyi, ülkeyi ve müttefikleri (bir ülkenin dostlarını) korumayı amaçlayan, bu anlamda haklı ve meşru bir savaşın günah sayılmayacağı kanısındadır. Aziz Augustinus, sıradan bir insanın başkasının kanını dökmek amacıyla kılıcı eline almasını isyan ve günah kabul ederken, Thomas’a göre eğer bu birey, kılıcını hak sahibi yöneticinin emriyle kuşanmışsa günahkâr sayılamaz. Tabii burada yöneticinin niyeti, savaşın haklı ve meşru bir gerekçeye dayanması önem kazanmaktadır.
Thomas, “din adamlarının savaşması caiz midir?” sorusunu kendince bir akıl yürütme ile cevaplandırır. Ona göre, bir insanın bir eylemi onaylaması ile o eylemde bulunması arasında bir fark yoktur; her ikisi de aynı şeydir. Eğer bir din adamı savaşılmasını onaylıyor ve destekliyorsa, o din adamının bizzat kılıç kuşanıp savaşmasının önünde de herhangi bir engel bulunmamaktadır.
Savaşta pusu kurmak caiz mi?
Savaşta pusu kurmakla (ya da düşmanı aldatacak yöntemlere başvurmakla) ilgili soruya Thomas, günümüz savaş taktikleri ve stratejileriyle bağdaşmayan bir cevap verir. Thomas’a göre savaş sırasında pusu kurmak bir tür aldatmacadır; düşmanınız bile olsa bunu insanlara yapmamalısınız. Ona göre insan savaşta bile mertlikten, doğruluk ve dürüstlükten ayrılmamalıdır. Bu noktada Thomas, hem Hıristiyanlık öğretisinin, hem şövalyelik töresinin ikili ve yoğun etkisi altındadır. Thomas’a göre, savaşmak durumunda kaldığımız düşmanlarımız bile sonuçta bizim komşularımızdır. İncil’de “komşularına sana davranmalarını istediğin gibi davran” dendiğine göre, savaşta pusu kurmak erdemli bir davranış olamaz.
Thomas, “kutsal günlerde savaşmak caiz midir?” sorusuna yine İncil’den yola çıkarak cevap arar; Hz. İsa’nın Sebt Gününde (Cumartesi) hastaları iyileştirmesi örneğini esas alıp, Sebt (Sabbath veya Şabat) ile diğer kutsal günlerde savaşmanın caiz olduğunu kabul eder. Kutsal Kitaba göre Tanrı dünyayı altı günde yaratmış ve yedinci gün dinlenmiştir. Dolayısıyla Sebt Günü bir istirahat günüdür; kutsal günlerde huzur içinde olunması için dünyevi işlerden el ayak çekilmesi gerekir. Oysa Thomas’a göre, savaşlar çok büyük kargaşa ve huzursuzluklara yol açtıkları için, savaş durumunda huzurlu bir şekilde dinlenmenin de ortamı kalmaz. Savaş ortamında toplumun huzur ve güvenliği tehdit altına girdiği için, böyle durumlarda savaşmaya da cevaz vardır. Kısacası, eğer toplum güvenliği tehdit altında ise, kutsal günlerde bile savaşmak caizdir.
Örneğin Arap ülkelerinin 6 Ekim 1973’te Mısır ve Suriye öncülüğünde İsrail’e saldırması, Müslümanların kutsal ayı olan Ramazan’a ve Yahudilerin Kutsal Günü olan Yom Kippur’a denk gelmişti. Hattâ kimi kaynaklara göre Araplar bu savaşı başlatırken, Kutsal Kitaba göre Yahudilerin Yom Kippur’da savaşmalarının caiz olmadığını düşünerek saldırıya geçmişlerdi. Ancak Şeriata göre yönetilmeyip Batılı anlamda seküler bir yönetime sahip olan İsrail, hiç tereddüt etmeden karşılık vermişti.
1095 yılında başlayıp neredeyse iki yüz yıl devam Haçlı Seferlerinin ilki, haklı savaş kavramının Müslümanlara tevcih edilmesi üzerine kuruluydu. Dördüncüsü (1204), Akinalı Toma’nın doğumundan az önce meydana gelmiş ve Bizans’ın yağmalanmasına, ardından Konstantinopolis’te 57 yıl sürecek Latin İmparatorluğu’nun (1204-1261) kurulmasına yol açmıştı. Bu dönemde yaşayan Thomas ise, haklı savaş doktrinin Müslümanlara uygulanmasından yana değildi.
Haklı savaş doktrini Thomas’tan sonra da Hıristiyan Kilisesi tarafından işlenmeye devam etti ve Kilise, bellum justum doktrinini aynı halka ve aynı dine mensup insanlar için uygun bulmamaya vardı. “İnsanların küçük sebeplerle, hattâ herhangi bir sebep yokken silahlandığını gözlemledim” diyen Hugo Grotius’a (1583-1645) göre haklı savaş, “ya nefsi müdafaa (self defence) için veya zarar vermiş olan bir devlete karşı yapılan savaş”tı. Francis Bacon (1561-1626), çok fazla güçlenmiş bir hükümdarı güçsüzleştirmek amacıyla yapılan bir savaşı haklı savaş kategorisine alırken, Samuel von Pufendorf (1632- 1694), ödenmeyen borçları tahsil etmek amacıyla yapılan savaşların bile haklı savaş olduğunu ileri sürecekti.
Akinalı Toma ve adalet
Savaş üstüne önemli belirlemelerde bulunan Thomas’ın, adalet üzerine de bir şeyler yazması kaçınılmazdı. Ona göre adalet, insanın iradesi ve mantığına dayalı bir erdemdi. Diğer erdemlerin çoğu duyulara dayalı iken, adalet mantığa dayanıyordu. Dolayısıyla hem şefkat göstermek hem de adaletli davranmak insan iradesine bağlıydı.
Thomas, dönemin Napoli Krallığına bağlı Rosacerra bölgesinde, soylu ve toprak sahibi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve ailesinin tepkisine rağmen, henüz 19 yaşında dilenciler tarikatı olarak bilinen Dominiken mezhebinin Vaizler sınıfına katılmıştı. 31 yaşında Sorbonne Üniversitesinde öğretim üyeliğine kabul edilmiş olmasına rağmen, dört yıl sonra bu görevi bırakıp İtalya’ya dönmüş, Roma ve Napoli’de ders vermeye başlamıştı. Ölümünden sonra Oxford ve Sorbonne’daki kimi kilise önderleri tarafından kınanmış olmasına karşın, 1323 yılında, yani daha ölümü üzerinden elli yıl geçmeden azizlik mertebesine yükseltildi.
Thomas’ın aktif bir yaşamdan ziyade tamamen düşünmeye adanmış bir yaşamı tercih ettiği, ders verdiği dönemler dışında fiziki hareketi çok önemsemediği anlaşılıyor. Öldüğünde henüz 50 yaşını tamamlamamıştı. Ancak erken yaştan ölmesine karşın, arkasında toplam 8 milyon kelime içeren eserler bıraktı. Dile kolay, matbaanın, daktilonun, bilgisayarın olmadığı bir dönemde 8 milyon kelime yazmak. Kısacası o, hayatını yazmaya adamış bir fikir ustasıydı.