Geçen Pazar halkoyuna sunulan Kolombiya hükümeti ile Devrimci Silahlı Güçleri FARC arasında imzalanmış olan Havana barış anlaşması 60 bin dolayında oyla reddedildi. Katılımın yüzde 40’ın altında kaldığı referandumda en kalabalık grubu da sandığa gitmeyen seçmenler oluşturdu.
Referandumdan “Hayır” oylarının beklenenin aksine az farkla da olsa önde çıkması, Havana müzakerelerine başından beri karşı çıkan eski Cumhurbaşkanı Senatör “Álvaro Uribe’nin zaferi “ olarak değerlendiriliyor. El País’ten Jacobo García, konuyla ilgili haber analizinde “Uribe’nin ve sessiz ‘Hayır’ın zaferi” (El triunfo de Uribe y del ‘no’ silencioso), Miguel Ángel Bastenier “Uribe her şeyi başarabilir” (Uribe puede con todo) başlığını kullanıyor. Barışın söz konusu olduğu bir halk oylamasında Hayır’ı savunmak ve başarılı olmak kolay değildi elbette.
Uluslararası medya, konuyla ilgili ilk haberlerinde Le Monde’un linkini aşağıda verdiğim analizinde olduğu gibi referandum sonucunun ülkede yol açtığı siyasi belirsizliği ön plana çıkarmıştı. (http://www.lemonde.fr/ameriques/article/2016/10/03/la-colombie-est-plongee-dans-l-incertitude-par-la-victoire-du-non-au-referendum_5007190_3222.html). Ama Uribe’nin sonucun belli olmasından sonra yaptığı “hepimiz barış istiyoruz. Bir de bizim nedenlerimizi dinleyin” açıklaması, Pazar günü “Hayır” diyen seçmenlerin aslında barışa değil, Havana’da imzalanan anlaşmanın bazı maddelerine, özellikle FARC üyeleri için hak ettikleri gibi ve ölçüde ceza öngörmeyen hükümlerine karşı olduklarını ortaya koyması yeni müzakerelerin kapısının da aralanmasına vesile olmuş durumda.
Devlet Başkanı Juan Manuel Santos, Pazartesi yaptığı açıklamada, hükümetin müzakere heyeti Başkanı Humberto de la Calle’yi “bütün Kolombiyalıların FARC’la savaşı bitirecek hayal ettikleri gibi bir anlaşmaya varmak için müzakereleri sürdürmekle görevlendirdiğini “ duyurdu. Santos’un B planı olduğu anlaşılan “barışın koşullarını yeniden müzakere etme” konusuna terör örgütü lideri Timochenko’nun da sıcak bakıyor olması geleceğe yönelik kara bulutları şimdilik dağıtmışa benziyor.
Kolombiyalı ünlü doktor, öğretim üyesi, insan hakları savunucusu ve yazar Héctor Abad Faciolince, 3 Eylülde El País’te yayımlanan “kendimi artık kurban hissetmiyorum” (Ya no me siento víctima) başlıklı yazısında, referandumda “Evet” oyu kullanacağını ama “Hayır” diyecekleri de anlayışla karşılayacağını ailesinin ilginç öyküsüyle anlatmıştı. (http://cultura.elpais.com/cultura/2016/09/01/babelia/1472748478_962352.html). Daha sonra Libération gazetesinde Fransızca çevirisi “barış adaleti sağlamaya değil, acıyı dindirmeye yarar” (http://www.liberation.fr/debats/2016/09/27/colombie-la-paix-ne-sert-pas-a-la-justice-mais-a-apaiser-la-douleur_1512156) başlığıyla yayımlayan Héctor’un öyküsünü, referandum sonucunun daha iyi anlaşılması bakımından aşağıda özetliyorum.
Héctor’un aile öyküsü
“Santos hükümeti ile FARC gerillası arasındaki anlaşmayı neden kutladığımı (…) anlatmak için sizlerle birlikte bir aile öyküsü üzerinden düşünmeyi deneyeceğim.
FARC’a hiçbir zaman sempati duymadım. Kız kardeşlerimden birinin kocası Federico Uribe, (soyadı aynı ama eski Cumhurbaşkanı ile akraba değil) iki kez gerilla tarafından kaçırıldı. İlki (…) 18 yıl önce 35 yaşındayken. 11 yıl sonra (FARC’ın) başka bir grubu onu yeniden kaçırdı. Dağda onun başında bekleyen çocuklar o kadar gençlermiş ki 46 yaşındaki adama “dede” diye hitap ediyorlarmış. Federico yoksul değildi ama zengin de değildi. Kim bilir belki de yanlış bir soyadına sahipti.
Kayınbiraderimin (eski diyeceğim bütün ailelerde boşanmalar olabiliyor) Antioquia’nın doğusunda 2600 metre yükseklikteki bir köyde 120 süt ineği vardı. Bir ay süren tutukluluktan ve serbest kalmak için belirlenen fidyenin peşin kısmını ödedikten sonra, geri kalanını 36 aylık taksitler halinde ödemek üzere anlaşmıştı. (…) Şimdi belki neden polise, orduya ve köyün yetkililerine başvurmadığını soracaksınız. O size “izin verirseniz güleyim” diye cevap verecektir.
Kolombiya’nın kırsal kesimlerinde devlet yoktu. Bugün de devletin olmadığı bazı bölgeler var. Büyük şehirlerden ne kadar uzaktaysanız, devlet o kadar yok. Federico taksitlerini ödemese, ineklerinden süt sağamaz, satamazdı, geçimini bundan sağlıyordu. Federico ödeme yapmasa onu oracıkta öldürebilirlerdi. Taksitini ödemese, oğullarından birini, benim yeğenlerimi kaçırabilirlerdi. Sonuç olarak, topraklarını kontrol edebilen, vatandaşlarını koruyabilen bir devlet yoksa ödemekten ya da diğer çiftlik sahiplerinin yaptıklarını yapmaktan başka çare yoktu. Yani silahlı bir çeteyle benzer bir aylık ücret üzerinden anlaşmak dışında. (…) Ayrıca bu gruplar kayınpederini, yani benim babamı öldürmüşlerdi ve başka katillerle anlaşmak da anlamsızdı.
Telefonla sordum, Federico barış plebisitinde “Hayır” oyu kullanacak. “Ben barışa karşı değilim” dedi ve ekledi “ama bu tipler en azından iki yıl hapiste kalsınlar istiyorum. Beni kaçırdıklarında iki kişiyi öldürdüklerini gördüm” Onu anlıyorum, fikrine değer veriyorum ve barış düşmanı bir kişi olduğunu düşünmüyorum, aynı fikirde olmasak da. Onu yargılama yetkisine sahip değilim ve “Hayır” oyu verme hakkı olduğunu düşünüyorum. Ama onu anlıyor olsam da, onun da şimdi “Evet” oyu kullanacağımı yazdığımda, beni anlamasını umuyorum. Cezasızlık hakkındaki tutumunu anlıyorum. Ama benim de FARC militanlarına hapis cezası verilmemesini umursamadığımı söyleme hakkım var. Zira Uribe Başkan iken silahlı çetelerle (paramiliterler) barış yaptığında, babamın katillerinin bir gün bile tutuklu kalmamalarını hiç umursamadığımı yazmıştım. (…) İnanmıyorsanız 2004’teki o makalemi okuyun.
Uribe hükümeti döneminde silah bırakmayı kabul eden 28 bin silahlı çete mensubundan sadece bir avuç kişi cezaevine girmişti. Başkan istediği için değil, Anayasa Mahkemesi buna hükmettiği için. Başkan Uribe’nin özgün projesi onlar için tam cezasızlık öngörmüştü. Rallito Antlaşması’nın metnini bizlere hiç göstermediler. Onların sivil hayata kazandırılmasına “hoş geldin” denilirken, ailemin arzusu hilafına kurbanlarının yakınlarına (…) verdikleri acıyla yüzleşmeleri söz konusu edilmedi. Anlaşma plebisite de sunulmadı. Bu aslında bir talep değil, sadece karşılaştırma. Santos, Havana Anlaşması’nın uzun metnini yayımladı, kurban aileleri ile yapılan görüşmelerde onlara gösterdi. (Beni de görüşmelere davet ettiler ama gitmedim, çünkü artık kendimi kurban hissetmiyordum) Sonra da metni halkoyuna sundular.
Babamın katilleri ile cezasızlık anlaşması yapılmasına, gerçekleri anlatmaları ve öldürmeyi bırakmaları şartıyla onay verdiysem, kayınbiraderimi kaçırmış olan FARC’la yapılan antlaşmayı onaylamaya da ahlaken hakkım olduğunu düşünüyorum. FARC olayında da, gerçeklerin karşılığı olarak yüksek dozda cezasızlığı kabul ediyorum. Ayrıca adam kaçırma dâhil ağır suçlarda bu anlaşmanın tam bir cezasızlık öngördüğü söylenemez. Davalara bakılmaya başlanmadan itirafçı olmaları halinde sorumluların 8 yıla kadar özgürlükleri kısıtlanacak, bir cezaevinde değil belki ama Özel Barış Mahkemesi’nin belirleyeceği koşullarda. Eğer itiraflar duruşma sırasında yapılırsa, cezalarını tutukevinde çekecekler. Suçlarını itiraf etmezler ve mahkeme sabit bulursa 20 yıla kadar devletin cezaevlerinde kalacaklar.
İşte bu nedenlerle eski kayınbiraderimle hemfikir değilim. Onu anlıyorum, takdir ediyorum, eskisi gibi seviyorum. Kuşkusuz FARC’la çok cömert bir anlaşma oldu. Keşke gerilla Federico’nun istediği gibi en azından iki yılı hapiste geçirmeyi kabul etseydi. Ama hükümetin, askeri olarak tümüyle yenilgiye uğratılamamış bir gerilla ile dört yıllık sert müzakereler sonucu elde edebildiği en iyi anlaşma buydu.
(…) İki eski Başkanın (Pastrana ve Uribe) isteyip de ulaşamadıkları bir şeyi Santos’un başarmasını kıskanmaları bana anlaşılır, insani bir duygu gibi geliyor. Kıskançlıklarını daha asil bir maskenin, cezasızlık maskesinin arkasına gizlemeleri de anlaşılır aslında. Eminim ki iktidarda olsalardı, (FARC’a) eşit düzeyde ve hatta daha büyük bir cezasızlık sunarlardı.
(…) Gerçek bir roman gibi olan aile öyküleri beni acıyı hissetmeye zorladı; bana ıstırap, adalet ve çaresizlik, alçak gönüllük ve öfke, intikam ve özür üzerinde düşünmeyi öğretti. Babama yapılan haksızlığı, iyi bir insanın katledilmesini yazmak, adaletin fiilen temsil edildiğini, yani katillerin hapishanede olduğunu görme isteğimi tedavi etti. Sanıyorum ki adaleti öyküyü olduğu gibi anlatarak sağlayabildim. Eminim ki kayınbiraderim kaçırılmasının öyküsünü Ingrid Betancourt ya da Clara Rojas (FARC’ın kaçırıp rehin aldığı kişiler) gibi anlatabilseydi şimdi daha sakin ve onlarla birlikte Evet’i destekleyenlerin grubunda olurdu.
Bir İspanyol gazetesine Federico’nun öyküsünü anlattıktan ve kendi tutumumu izah ettikten sonra, eski kayınbiraderime şu soruyu yöneltmek isterim: seni kaçıranların siyaset yapmak için serbest olduğu bir ülke, bu tiplerin çiftliğinin çevresinde dolaşmasından ve çocuklarını, yeğenlerini, torunlarını tehdit etmesinden daha iyi değil midir?
Barış, tam ve eksiksiz bir adalet olsun diye yapılmaz. Barış, geçmişteki acıyı unutmak, şimdiki acıyı dindirmek ve gelecekteki acıyı önlemek için yapılır.”
Öyle sanıyorum ki Héctor’un öyküsü, Kolombiya’da Pazar günü sandığa giden insanların farklı duygu ve düşüncelerle oy kullandığını bütün saflığıyla ortaya koyuyor. Bu farklılıklar oyların rengini değiştirebiliyor belki ama barışın istenmediği anlamına da gelmiyor kuşkusuz.