Vahap Coşkun, “HDP: Türkiye’nin Batısına konuşmak” başlıklı yazısında, bu partinin yüzde 10 barajını geçebilmek için izlediği stratejiyi aktarıyor. Bu bağlamda, HDP’nin birkaç hedef kitlesi olduğunu ve bunların başında “nefret düzeyinde AKP’ye ve Erdoğan’a karşıt olanlar, CHP’ye oy veren Aleviler ve Beyaz Türkler geliyor” diyor ve ekliyor: “HDP bunları memnun edecek bir dil kullanıyor.”Coşkun’un bu saptamasına katılmamak elde değil.
Ne var ki bu dil, Çözüm Süreci’ne yaşamsal önem veren ve oyunu bu sürecin devamına göre belirleyecek seçmeni rahatsız ediyor. Başta Eş Başkan Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP sözcülerinin bir süredir ortaya koydukları söylemlere bakılırsa, partinin başlıca hedefi, sanki çözüm değil de, Çözüm Süreci’nin mimarı AK Parti’yi iktidardan düşürmek. O zaman bu seçmen haklı olarak şu soruyu soruyor: AK Parti salt çoğunluğa ulaşamazsa çözüm nasıl olacak?
HDP cephesinden bu soruya karşılık, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müdahalesiyle AK Parti’nin zaten Dolmabahçe Mutabakatı ve İzleme Komitesi gibi hükümetle üzerinde uzlaşma sağlanan hususların rafa kaldırıldığını anımsatanlar olacak olasılıkla. Çözüme yaşamsal önem veren seçmen sürecin dondurulmuş olmasından ve yeni anayasanın sorunun çözümü açısından çok daha önemli olan temel hak ve özgürlüklerle ilgili boyutunun başkanlık sisteminin gölgesinde kalmasından rahatsızlık duyabilir. Çözüm Süreci öngörüldüğü ve arzu edildiği ilerlemediği gibi seçim ertesine kadar da askıya alınmış görünüyor.
Ne var ki AK Parti’nin genel seçimler öncesi benimsediği bu tutumdan rahatsızlık duymak başka, Çözüm Süreci’ni “İhanet Süreci” ilan etmiş ve iktidara gelirse bu sürece son vereceğini 3 Mayısta netlikle açıklamış olan MHP ve çözüm isteyip istemediği belli olmayan CHP ile aynı cephede yer almak bambaşka bir şey. Koalisyon senaryolarının ortalıkta uçuştuğu şu sıralarda HDP barajı geçer ve koalisyon durumu ortaya çıkarsa MHP’nin (ayrıca CHP’nin de) içinde olacağı bir koalisyonda yer almayacağını net biçimde açıklamaz ve AK Parti’yi iktidardan uzaklaştırmayı önceleyen ikircikli söylemlerini sürdürürse, çözüme yaşamsal önem veren seçmenin desteğini nasıl alacak?
Dünya örneklerine bakıldığında çözüm veya barış süreçlerinin baş aktörlerinin iktidar partileri olduğu görülür. Etnik/kültürel kökenli bir silahlı çatışma yaşadığı ve 40 yıl kadar önce çözüm yolunda adım atmaya başladığında demokratik bir anayasaya ihtiyaç duyduğu için Türkiye ile benzer durumda olan İspanya’da HDP’nin örnek aldığı 78 Anayasası yapılırken iktidarın yanı sıra ana muhalefet partisi de anayasal çözümden yana tutum almıştı.
1981-82 yılları arasında ETA’lardan askerî-siyasi (PM) olanının kan dökmemiş yönetici ve militanlarının siyaset hakkı karşılığı silah bırakmasına yine iktidar partisi Demokratik Merkez Partisi (UCD/ Unión del Centro Democrático) ön ayak olmuştu. O zaman ana muhalefet olan Sosyalist İşçi Partisi (PSOE/ Partido Socialista Obrero Español) iktidar döneminde ETA’nın 20 Ekim 2011’e kadar terörü sürdüren kanadına aynı ilke doğrultusunda silah bıraktırmak üzere Cezayir görüşmeleri olarak bilinen süreci başlatmıştı. 1988 yılında kan dökmemiş örgüt militanlarına silah bırakma karşılığı siyaset hakkı tanınmasını öngören Ajuria Enea Paktı’na sadece ana muhalefet değil, ayrıca diğer siyasi partiler (Batasuna dışında) de destek olmuştu.
Türkiye’de ise çözümün gerekli ve öncelikli olduğunu siyasi partilerin tümü paylaşmıyor. Kolombiya’da olduğu gibi, askeri çözümü savunan (MHP) ya da bu konuyu öncelemeyen (CHP) siyasi partiler var. Onların önceliği -ne ilginçtir ki- Çözüm Süreci’nin başladığı 2013’den bu yana Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı. Peki, ama Erdoğan ve AK Parti iktidardan uzaklaştırıldıktan sonra çözümü kim, nasıl gerçekleştirecek?
Baraj sorunu olan HDP’nin çözümü var ama bu sorunun yanıtını verebilecek kimse yok. MHP’nin çözümünün gerçek anlamda çözüm olmadığı açık. CHP Çözüm Süreci’ne destek vermiyor ve HDP ile bir şekilde anlaşabileceği algısı yaratıyor. CHP’nin kamuoyuna henüz açıklamadığı bir formülü varsa dahi bu üç partinin, senaryolardaki gibi koalisyon hükümeti kurmaları halinde bu ortak hükümet çözümü önceleyemeyecek kuşkusuz.
Dolayısıyla, arzu edilen şekilde ve süratte yapmıyorsa bile Çözüm Süreci’ni sürdüreceğini beyan eden tek parti AK Parti. O bakımdan HDP’nin AK Parti’ye yönelttiği eleştirilerde haklılık payı olsa bile, Çözüm Süreci karşıtlarıyla flört etmesi doğal değil. Buna Coşkun’un yazdığı gibi “Türkiye’nin Batısına konuşmak” mı denir; yoksa Kürt sorununun çözümüne yıllardır destek verenlerle dalga geçmek mi?
Bilmem ama insan bir an için seçimlerin ertesinde çözüm karşıtlarının umutla beklediği şu üçlü koalisyonun kurulduğunu gözünün önünde canlandırınca, gerçek olabileceğine inanmak istemediği korkunç komplo teorilerinin vücut bulduğunu görebiliyor. Eğer bu teoriler bir gün doğrulanacaksa, bunun HDP’nin bir araya gelmesinin mümkün görünmediği partilerle doğaya aykırı ortaklığı gerçekleşmeden ortaya çıkması, Türkiye’nin geleceği bakımından çok daha isabetli olur kuşkusuz.