Ana SayfaYazarlarHDP çözümün vektörü mü, yoksa Batasuna mı?

HDP çözümün vektörü mü, yoksa Batasuna mı?

Kabul etmek gerekir ki Halkların Demokratik Partisi, Türkiyelileşme iddiasında bulunsa da, kendisinden önce kurulmuş aynı çizgideki siyasi partiler gibi, PKK ile ilişkisi nedeniyle Bask Ülkesi’nde ETA ile bağlantılı olarak 1978’den bu yana faaliyet gösteren Herri Batasuna ve türevlerine (Euskal Herritarrok, Batasuna, Amaiur, Bildu, Sortu) benziyor. Dayandıkları toplumsal tabanlar açısından da bir benzerlik var. Batasuna ve türevi partiler Bask milliyetçi ailesi içinde azınlıkta bulunan Sol yurtsever (abertzale) kesimi temsil ediyor; HDP için de benzeri bir toplumsal kesimden söz etmek mümkün. Her ne kadar 7 Haziran seçimlerinde bu dünya görüşüne sahip olmayan AK Parti karşıtlarıyla muhafazakâr Kürtlerden de oy almış olsa da.

 

Bununla birlikte, HDP ile Batasuna’nın türevi partiler arasında önemli ve olumlu bir fark var. Batasuna, şimdiki adıyla Sortu, İspanya’da 1978 Anayasası ile benimsenmiş olan özerklik sistemine karşı çıkıyor. Bağımsızlığa giden yolu açacağı için kendi geleceğini belirleme (otodeterminasyon) hakkının anayasaya dâhil edilmesini savunuyor. HDP ise, kendisinden önceki partiler gibi, Batasuna’nın reddettiği İspanyol anayasasının altına imza atmaya hazır görünüyor. Kendi savunduğu özerklik sistemi zaten tümüyle “simetrik” nitelik taşıyor. 

 

Bu noktada bir parantez açarak İspanyol anayasasıyla ilgili “simetri-asimetri” tartışmasını hatırlatmakta yarar var. 78 anayasasını yapan merkezi irade, birbirine eşit ucu açık özerk bölgeler oluşturmak suretiyle özerklik sistemini “idarileştirmek” amacındaydı ve sistemi “Herkese kahve” (Café para todos) sloganıyla savunuyordu. Ama Bask ve Katalanlar, ayrı dil ve kültürlere sahip oldukları, bu nedenle İspanya’nın diğer bölgelerinden farklı oldukları gerekçesiyle özerklik hakkıyla ilgili 2. maddeye “bölge” ve “millet” ayırımının getirilmesi hususunda ısrarlıydılar. Ancak milletlerin kendi kaderlerini belirleme hakkına sahip olması dikkate alındığında, bu ayırım ilerde “bölünmeye” yol açabilecek nitelikteydi. Nihayet orta yol olarak millet yerine  “milliyet” kavramı bulundu ve 2. maddeye yazıldı. Böylelikle kendi kaderini belirleme hakkını kullanma girişimlerinin anayasal olarak önü kesilmiş ama başta öngörülen simetri de bir ölçüde bozulmuş oldu. Buna rağmen Basklar 2008’de, Katalanlar da 2014’de referandum düzenlemeye kalkıştılar.  

 

Bu verilerin ışığında değerlendirildiğinde, HDP ve kendisinden önceki partilerin İspanyol sisteminden esinlenen özerklik talebi, “bölge” kavramıyla, dolayısıyla simetrik sistemle sınırlı kalıyor. Eğer Batasuna dâhil Bask ve Katalan milliyetçi partiler konuya HDP gibi baksaydı İspanya’nın Bask ve Katalan sorunları çoktan çözülmüş olurdu.   

 

“Bölge” (region) sözcüğü aslında milliyetçi çevrelerin iddia ettiği gibi bütünün parçalara ayrılmasını değil, bütüne bağlı idari parçaları ifade ediyor. Türkiye’nin idari olarak 81 ilden oluşmasıyla 25 bölge ve 100 ilden oluşması arasında ülkenin bütünlüğü bakımından herhangi bir fark bulunmuyor. Tartışılması gereken, merkezden hangi yetkilerin devrediliyor olması elbette ama bölgelere ayrılma hakkını içeren hak ve yetkilerin devri söz konusu değil.  

Bunları anlatmamın nedeni çözümün birinci ayağını oluşturan Yeni Anayasa’nın özerklik modeline dayanmasını savunmak değil. Buna karar verecek olan anayasayı yapacak olan siyasi iradedir. Ama sadece bu modeli savunuyor diye bir siyasi partiye “bölücü” damgası da yapıştırılamaz. HDP’nin kendi uygun gördüğü devlet modelini savunmaya hakkı var. Yeni anayasa çalışmalarında bu görüşünü savunur ve çoğunluğu ikna etmeye çalışır. Ama bunun, içinde bulunduğumuz siyasi ortamda neredeyse imkânsız olduğunu da kabul etmek gerekir.    

 

1978’de kurulan Batasuna İspanya’daki anayasa çalışmalarına doğrudan katılamamıştı. Ama 1977 seçimlerinde toplumsal tabanının seçtiği Bask Solu (Euskadiko Ezkerra) üyesi Francisco Letamendia’nın anayasa komisyonlarında bu partinin görüşlerini savunduğu söylenebilir. Nitekim Letamendia daha sonra Herri Batasuna’ya geçmiş ve milletvekili seçilmişti. Ama HB, siyasi uzantısı olduğu ETA gibi, anayasaya karşı çıkmış ve referanduma gidilirken  “hayır” kampanyası yapmıştı.

 

Batasuna ayrıca 2000’li yılların sonlarına kadar silahlı örgütle arasına mesafe koyamamıştı. Bu nedenle 2003’de Anayasa Mahkemesince faaliyetleri askıya alınmış ve bu karara karşı AİHM’e yaptığı başvuru da “ETA terör örgütü ile organik bağı” gerekçesiyle reddedilmişti. Venedik ölçütlerine göre, demokrasilerde siyasi partiler ancak silahlı örgütle organik bağı bulunması halinde kapatılabiliyor.

 

Batasuna, ETA ile organik bağı nedeniyle 1988’de çözümün ikinci ayağı olan Topluma Yeniden Kazandırmayı (reinserción) düzenleyen Ajuria Enea Paktı’na katılmayan tek siyasi parti olmuştu. Dolayısıyla ETA’nın siyasi kollarının İspanya’da çözümün vektörü olduğunu söylemek mümkün değil. 2000’li yılların sonlarına doğru, Batasuna’nın cezaevindeki tarihi lideri Arnaldo Otegi, ETA’ya silah bıraktırmak için çok çaba harcamış ve sonuç itibariyle başarılı olmuşsa da. 

İspanya örneğinin ortaya koyduğu gibi, Türkiye’de de çözümün ana aktörleri HDP gibi çevrede değil merkezde yer alan siyasi partilerdir. Anayasa yapımında olduğu gibi silah bırakılmasını özendirecek uyum yasalarının çıkarılmasında da başat rolü çoğunluğu temsil eden bu partiler oynar. O bakımdan bazı yazarların merkezin temsil açısından en büyük gücü olan AK Parti’yi dışlayarak çözümü HDP’nin gerçekleştireceğini dile getirmelerinin gerçekçi bir tarafı bulunmuyor. HDP belki Batasuna’dan olumlu ayrışarak çözümün taşıyıcısı olabilirdi. Ağır aksak da olsa işlemekte olan Çözüm Süreci’ne sadık kalarak elbette. Ancak izlediği seçim stratejisiyle bu imkânı elinin tersiyle itti. Kendisini toparlayarak yeniden bu rolü üstlenebilir mi bilinmez ama bunun çok da kolay olmayacağı ortada.   

 

HDP’nin öncelikle başından beri ısrarla doğru olmadığını savunduğum “IŞİD’e yardım” söylemini bir tarafa bırakması gerekiyor. AK Parti’ye karşı geliştirilen bu söylem Kürt oylarının HDP’de toplanmasında etkili oldu belki ama sadece hükümetin değil Türkiye’nin uluslararası imajına da çok zarar verdi. Partiyi de bir anlamda “Batasunalaştırdı” doğal olarak. HDP bu söylemini olası koalisyon hükümetine karşı da sürdürecekse hiçbir şekilde çözümün vektörü olamayacak demektir.  

 

HDP, çözümün ilk ayağı olan yeni anayasa konusundaki çalışmalara katılabilir ama geçen dönemde Uzlaşma Komisyonu’ndaki önerilerine en yakın duran AK Parti’den bu defa aynı ölçüde destek bulması çok kuşkulu görünüyor. Özellikle Suriye’nin kuzeyinde meydana gelen son gelişmelerden sonra ve bu gelişmelerle ilgili yaklaşımı göz önüne alınırsa, HDP’nin diğer siyasi partilere güven verdiğini söylemek pek kolay değil.  

 

HDP aynı nedenle çözümün ikinci ayağı olan silahların susturulmasında, Çözüm Süreci’nde oynamakta olduğu ayrıcalıklı rolü de kaybedebilir. Bu konuda müstakbel koalisyon ortakları Ajuria Enea Paktı’ndan esinlenerek, “silah bırakma karşılığı siyaset hakkı” öngören bir “Toplumsal Barış” yasası üzerinde anlaşırlarsa, İspanya’da Rajoy hükümetinin yaptığı gibi, silahların susturulması için kimseyle (Öcalan veya Kandil) müzakere ihtiyacı duymayabilir. Bütün bunlar kurulacak koalisyon hükümeti demokratik çözümü öncelerse olabilecek şeyler elbette.                  

- Advertisment -