Slate. fr’de önceki gün Fransız-Alman kültür kanalı Arte’nin on yıl (1996-2006) Türkiye temsilciliğini yapmış olan Ariane Bonzon ’un, Kenan Evren’in ölümü vesilesiyle Devrimci Sol’un eski militanlarından Tevfik Eskiizmirliler ile konuşarak kaleme almış olduğu bir yazı yayımlandı. (http://www.slate.fr/story/101515/kenan-evren-turquie) Bonzon, yirmi yıldır Fransa’da eğitimci-araştırmacı olarak yaşamını sürdürmekte olan Eskiizmirliler’in kendi ifadesiyle sıradan öyküsünü aktardığı yazısını “Türk Pinochet”inin Türkiye’de sindirip yok ettiği Sol’un hâlâ parlamentoda temsil edilmediği gerçeğine bağlıyor. CHP’nin Sol olmadığını ima etmesi doğru bir tespit elbette.
Bonzon yazısının son paragrafında 7 Haziran seçimlerine değiniyor ve “yeni bir Sol partinin, 2012’de kurulan ve Türklerle Kürtleri bir araya getirmeyi amaçlayan Halkların Demokrasi Partisi’nin ülke çapında yüzde 10 barajını geçerek parlamentoda temsil edilmesinin” ihtimal dışı olmadığını belirtiyor. Ve yazıyı şöyle noktalıyor: “Bu, General Evren’e post mortem bir ‘nanik’ olur; zira yüzde 10 barajı Kürtlerin parlamentoda temsilini engellemek için onun Cumhurbaşkanlığı döneminde getirilmişti.”
HDP’nin sona ermekte olan yasama döneminde Anayasa Uzlaşma Komitesi’ne sunduğu öneriler ve “Büyük İnsanlık” başlıklı seçim bildirgesinde yer alan ilkeler dikkate alındığında, Sol ya da Sosyal-demokrat bir kimlik taşıdığı söylenebilir kuşkusuz. Ancak, Bonzon’un da işaret ettiği gibi bir Kürt partisi olduğunu ve çok daha önemlisi, dünya örnekleri bağlamında, silahlı bir örgütün siyasi kolu niteliği de taşıdığını göz ardı etmemek gerekir.
Ayrıca seçim bildirgesinde ayrıntılarına girilmemiş olmakla birlikte, “Demokratik Özerklik” olarak tanımlanan yerelleşme programı, İspanyol özerklik sisteminden esinleniyor. İspanya Anayasası’nın 2. maddesinde yer alan “milliyet/bölge” ayırımını öngörmeyen, bölgelerden oluşan “simetrik” bir nitelik taşıyan bu programı “ayrılıkçı” olarak nitelemek mümkün değil kuşkusuz.
Ne var ki Türkiye’de siyasi olgunluğa ulaşmamış bazı partilerin “bölgeli devlet” modelini “bölücülük” olarak damgaladığı, mimarı geçen hafta ebediyete intikal eden mevcut 1982 anayasasının “devleti ve milletiyle bölünmez” niteliğine aykırı bulduğu da bir vakıa. Ayrıca BDP/HDP çizgisindeki partinin öncülü DTP’nin Anayasa Mahkemesince sadece şiddet ile bağı değil, bu ilkeye aykırı programı nedeniyle kapatılmış olduğu yine göz ardı edilmemesi gereken bir husus.
Bu itibarla bugün Türkiye’nin özlemini çektiği sosyal demokrat partisi olma iddiasındaki HDP’yi, silahlı örgütün siyasi kolu olmasından ve bölgeli devlet modelini savunmasından bağımsız olarak nitelemek mümkün değil. HDP seçim kampanyasında pek dile getirmediği “bölgeli devlet” modelini savunmaktan vazgeçebilir belki ama özü itibariyle İspanya’daki Batasuna ve türevi partilerden farklı bir kimliğe sahip değil. Çözüm Süreci tamamlanmadığı ve PKK silah bırakıp kendini feshetmedikçe bu imkânsız bir şey. Çünkü bu çizgi kimliğinin ayrılmaz bir parçası.
HDP sosyal demokrat bir Türkiye partisi olarak kabul edilmek istiyorsa, öncelikle yapması gereken, diğer partiler ve seçmenleriyle ilişkilerinde Çözüm Süreci’ni ölçüt kabul etmesidir. Barajı geçebilmek için ihtiyaç duyduğu oyu almak için, seçim kampanyasında bugüne kadar sürekli yaptığı gibi, “nefret düzeyinde AKP’ye ve Erdoğan’a karşıt olanlar, CHP’ye oy veren Aleviler ve Beyaz Türkleri” memnun eden değil, kendi kimliğini ortaya koyan ve çözümü önceleyen bir dil kullanması gerekiyor.
Düşük bir olasılık olmakla birlikte, konuyla ilgili geçen yazımda altını çizdiğim gibi, HDP barajı geçer ve koalisyon durumu ortaya çıkarsa, MHP ve CHP ile birlikte bir ortak hükümete destek vermeyeceğini açıklamak durumunda. Ama Selahattin Demirtaş, önceki gün NTV’de bu konudaki bir soruya karşılık öncelikle “AKP ile ortak hükümet programında anlaşmamız neredeyse imkânsızdır. Çok farklı şeyler söylüyoruz çünkü. Çok çok zor; bütün geçmiş günahların hesabının çıkarılmasını isteyeceğiz” dedi. Diğer partilerle koalisyon olasılığı için kendisine ikinci bir soru yöneltilmesi gerekti. Demirtaş bu soruya karşılık “O da çok zor bir seçenektir. İlkeleri buluşturmak çok zordur” demekle yetindi.
Programı izlerken, Demirtaş’ın öne sürülen üçlü koalisyon iddialarını çürütecek kadar kesin bir dil kullanmadığı ve AKP karşıtı bir hükümete en azından dışardan destek verebileceği izlenimi edindim. Bu, HDP’nin diğer partiler ve seçmenleriyle ilişkilerinde Çözüm Süreci’ni değil AK Parti karşıtlığını esas aldığını, dolayısıyla kendi öz kimliğiyle siyaset yapmadığını gösteriyor.
Seçmenin HDP’nin bagajında ne olduğunu bilmediğini var saymanın seçmene saygısızlık olması bir yana, yapılan hesapları karıştıracağını da göz önüne almak gerekir. HDP bu söylemle AK Parti’yi engellemeyi hesaplayan seçmenden oy alabilir elbette ama karşılığında Çözüm Süreci’ni önceleyen seçmeni de kaybedebilir. Çünkü HDP’ye verdikleri oyun Çözüm Süreci karşıtı CHP ya da MHP’ye gitmesini haklı olarak istemeyen seçmeni de hesaba katmak gerekir.
Ama görünen o ki HDP kendi kimliğini değiştirerek siyaset yapmayı yeğliyor. Bu politikanın partiye ne getireceğini, partiden ne götüreceğini 7 Haziranda hep birlikte göreceğiz sonuçta.