HDP (Doğu ve Güneydoğu’da seçimlere giren adıyla BDP), 31 Mart yerel seçimlerinde 8 il, 43 ilçe ve 11 belde olmak üzere toplam 62 belediye başkanlığı kazanırken, 2014’te almış olduğu Ağrı, Bitlis, Şırnak ve Dersim dahil 40 yerde kaybetti. Bu arada, kayyum atanmış belediyelerin 30’unda da yenilgiye uğradı.
Ağrı’da AK Parti’ye yüzde 55.5, HDP’ye yüzde 37 oy çıktı. İki parti arasındaki fark 18 puan oldu. Bitlis’te AK Parti yüzde 43.8, HDP yüzde 33 oy aldı. Aradaki fark 10.8 puan olarak gerçekleşti. Şırnak’ta AK Parti arayı kimsenin beklemediği kadar açtı. Fark 26.8 puana çıktı çıktı (AK Parti yüzde 61.8, HDP yüzde 35).
Eruh ve Şemdinli çok önemli, sembol yerlerdi. Buraları PKK’nin devlete karşı silâhlı mücadele başlattığı ilçelerdi. HDP buralarda da kaybetti. Çok iyi örgütlendiği Uludere ve Çukurca’da da kaybetti. Böylece uzun yıllar çatışmalara sahne olan Uludere-Şemdinli arasındaki hat, AK Parti’nin eline geçmiş oldu.
Neden böyle oldu?
Yanıtlayabilmek için altı yıl öncesine, çözüm süreci kadar gerilere gitmek gerekir. Çözüm sürecinden sonra HDP’ye oy veren kitlenin öncelikleri ile HDP’nin politbüro tercihleri arasında ciddi tezatlar oluşmaya başladı. HDP’ye oy veren seçmenler daha konforlu ve müreffeh bir hayat özlemini kendi yaşamlarının merkezine yerleştirirken, HDP kendi kitlesinden büyük dâvânın yüklediği ödevlerini yerine getirmesini, militanlaşarak Kandil’in siyasi gündemini gerçekleştirmesini isteyen bir duruşu, siyasi tasavvurunun odağına yerleştirdi. Bu anlamama, anlaşılmama hali, hendek ve barikat siyasetinin de etkisiyle zamanla derinleşti; sonunda bir “temsiliyet krizi”ne dönüştü. Yerel seçim sonuçları bu tabloyu çok iyi özetleyen bir fotoğraftan başka bir şey değil.
Hatâlı söylem üretimi
Peki seçim hezimeti kamuoyuna yansıyabildi mi? Veya hissedilebildi mi? Ne yansıdı, ne hissedilebildi! Tam tersine, seçimlerin istediğini alan, akıllı strateji izleyen partisinin HDP olduğu yönünde bir illüzyon oluştu. Hakikatin değil hakikatin kendisini nasıl görünür kıldığının daha belirleyici olduğu ve algıları dönüştürdüğü süreçte, üç faktör etkili oldu.
İlk faktör, HDP’nin muhalefeti destekleyerek yaptığı tercihin, partinin yenilgisini değil taktik oy başarısını öncelikle görünür hale getirmesi. Herkes HDP’nin Türkiye’nin siyasi haritasını ne kadar başarılı bir şekilde şekillendirdiğini konuşuyor. Bu da normalde seçimlerden demoralize olarak çıkması gereken HDP’yi moralli kılıyor, hezimete uğramadığı yönünde bir yanılsama yaratıyor.
İkinci faktör, hatâlı söylem üretiminin hakikati yanlış algılatması. Çok yaygın bir şekilde, HDP’yi Kürtlerle özdeşleştiren bir dil kullanılıyor. Örneğin “Kürtler AK Parti’ye kaybettirdi” deniyor. Bu söylem üretimine, her akşam Türkiye’nin geniş kesimlerine seslenen, bugünlerde nasıl çark edebileceğinin sancılarını yaşayan Nagehan Alçı öncülük yapıyor. Bu sayede HDP, tüm Kürtleri temsil eden kuşatıcı bir üst aktöre dönüştürülüyor.
Oysa sahada bunun karşılığı yok. Son yerel seçimler bir kez daha gösterdi ki (ben artık konsolide olduğunu düşünüyorum), Kürt oylar Türkiye genelinde HDP aleyhine 60-40 şeklinde ikiye bölünmüş durumda. Bu bloklar, HDP’nin başarılı olduğu 8 ilde ise (Diyarbakır, Batman, Van, Şırnak, Hakkari, Iğdır, Mardin, Siirt) HDP lehine yüzde 55-45 şeklinde (bu oran yerel seçimlerde 53-47’ye düştü) bir dağılım sergiliyor.
Ayrıca Kürt oyları yerel seçimlerde sanıldığı gibi AK Parti’yi terk etmiş de değil. CHP'ye giden HDP oylarının “Kürtler” diye kodlanması sizde bu kanaati uyandırmasın.
Buna rağmen meselenin ahlâkî boyutu es geçilerek HDP’li seçmene “Kürtler” vurgusu ile güçlü bir görünürlük kazandırılıyor — ama bu vurgu AK Parti veya diğer partilere oy veren seçmenden esirgeniyor. O seçmen kesiti ya kimlik aidiyetinden sıyrılarak telâffuz ediliyor, ya da üstü örtülü bir şekilde Kürt kategorisinin dışına itiliyor. Bu retorik de maalesef bilinç altında “HDP’ye oy verenler iyi Kürtler, HDP’ye oy vermeyenler kötü Kürtler” şeklinde bir kodlamaya yol açıyor.
Üçüncü faktör, (bir iki istisna hariç) ekranları dolduran yorumcular. Bu yorumcular HDP’nin aslında başarısız olduğunu vurgulamasına vurguluyorlar. Ama her şeyi bir “üst akla” bağlamayı, her şeyi ötekileştirerek, şeytanlaştırarak görmeyi kendi görüşlerinin merkezine yerleştirdikleri için, realitenin kendisi inandırıcı olamıyor, etki yaratmıyor.
Son bir parantezle yazıyı bitireyim. AK Parti’yi büyük metropollerin belediye başkanlığı tercihlerinde Kürt oyları cezalandırmadı ise kim cezalandırdı? AK Parti’ye, dijital çağın değerlerine göre şekillenen 18-25 arasındaki yaş grubu, muhafazakârlık ile liberallik arasındaki gri bölgede duran liberal-demokrat oylar ve geçmişte AK Parti’ye oy veren, ancak AK Parti’nin aşırı güçlenmesinin şeffaflık ve denetimi öldürdüğünü düşünen sorgulayıcı seçmen kesiti kaybettirdi.