Cumhurbaşkanı seçildikten sonra popülaritesini hızla yitiren François Hollande, son Charlie Hebdo saldırısı ve rehine krizinde topluma verdiği “farklılıklar içinde birlik” mesajlarıyla puan kazanmasını bildi. Saldırının yapıldığı günkü mesajında “Fransa’nın Paris’te kalbinden vurulduğunu” dile getiren Hollande, Cumhuriyetin “ifade özgürlüğü, kültür, çoğulculuk (…) adalet ve barış ideali” olduğunu vurguladı. Devamla, yaşamlarını yitiren yetenekli çizer ve cesur yazarların “kendi özgürlük mesajlarını, onlar adına savunmaya devam edeceklerinin” altını kalın çizgilerle çizdi.Geçen yazımda belirttiğim gibi, Charlie Hebdo, militan ateist çizgide bir mizah dergisi olarak, başta dinsel semboller olmak üzere, hemen, hemen her şeyi eleştirme (alay etme) hakkını kendinde gören bir dergi. Burada belki bir parantez açarak bazı kavramlara açıklık getirmek gerekiyor. Temel hak ve özgürlükler arasında önemli bir yer tutan din ve inanç özgürlüğü, dine ve/veya Tanrı’ya inanmama (athéisme) ya da evrenin dini tasvirinden kuşku duyma (agnosticisme) özgürlüğünü de kapsıyor. Buraya kadar sorun yok belki ama altının çizilmesi gereken bir başka husus, dinlerce kutsal addedilen sembollerin şoke edici şekilde eleştirilmesi hakkının (droit au blasphème) Avrupa hukukunda ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası sayılması.Hakaretin sınırında yer alan “blasphème” konusunda AİHM’in 20 Eylül 1994 tarihli Otto Preminger İnstitut /Avusturya kararı var. Buna göre, üye devletler dinsel özgürlüklerin kullanılmasına yönelik hakaretleri cezalandırma hakkına sahip ama dini konularda şoke eden ya da kuşku doğuran yazı ve resimler de AİHS’in ifade özgürlüğü (madde 10) kapsamında yer alıyor. Bu kararın gerekçesi açık: dini kutsallar öne sürülmek suretiyle ifade özgürlüğünün aşırı biçimde kısıtlanmasının önüne geçmek. AİHM, dindarların “kendi dini inançlarına karşı çıkma ve inançlarına aykırı doktrinleri (provokatif olanlar dâhil) yayma hakkını hoş görmeleri ve kabul etmeleri” gerektiğinin de altını çiziyor.Dün Paris başta olmak üzere Fransa’nın çeşitli kentlerinde toplam 3.5 milyondan fazla kişinin “Hepimiz Charlie’yiz” pankartlarıyla sokaklara çıkması ve bu insanların arasında Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin de yer alması, derginin fikirlerini benimsedikleri anlamına gelmiyor elbette. Fransa’da Paris’in kurtulduğu 26 Ağustos 1944’den bu yana en çok kişiyi bir araya getiren Cumhuriyet yürüyüşleri, tam da AİHM’in yukarıda zikrettiğim kararında belirtildiği gibi, Tanrı’ya ya da dine inanmayanların ifade özgürlüğüne duyulan saygının ve bu özgürlüğün silah zoruyla ellerinden alınmasına gösterilen tepkinin ifadesi olarak tarihe geçiyor.Kabul etmek gerekir ki Fransız halkının bu şekilde kenetlenmesi, Cumhurbaşkanı Hollande’ın başta altını çizdiğim farklılıklar içinde birlik mesajının toplumda büyük destek gördüğünü ortaya koyuyor. Fransa’nın birliği kavramı, göçmeni ve yerlisiyle, Müslümanı, Katoliki, Yahudisi ve tanrıtanımazıyla tüm Fransız vatandaşlarını kapsıyor. İslam dini adına hareket eden teröristlere karşı ilk baştan beri ulusal birlik mesajı veren sosyalist Cumhurbaşkanı ayrıca “fanatiklerin İslam diniyle hiçbir ilgisi bulunamayacağının” da altını defalarca çiziyor.Hollande’ın ulusal birlik çağrısının içinde herkes tüm farklılıklarıyla yerini buluyor. Sadece anlamlı bir istisna var. O da Marine Le Pen’in aşırı sağcı, ırkçı, İslamofob Ulusal Cephesi. Gerçi Cumhurbaşkanı Hollande, vatandaşlarına bu partiye gönül verenleri de kapsayan bir çağrı yapıyor, arzu eden herkesin Cumhuriyet yürüyüşlerine katılabileceğini, onların güvenliğini sağlamanın devletin görevi olduğunu vurguluyor ama Ulusal Cephe’yi (FN) siyasi parti olarak davet etmiyor.Bayan Le Pen, partisinin “ulusal birlik” içinde yer almamasına tepki gösteriyor. Yapılanın “mevcut durumdan hiç sorumlu olmayan tek siyasi hareketi ve milyonlarca seçmenini ekarte etme girişimi olduğunu” söylüyor. Buna karşılık, iktidar partisinin örgütlenmeden sorumlu yetkilisi François Lamy, yürüyüşe FN’i “ülkeyi bölen, Müslüman vatandaşları yaralayan ve korkuları üzerine oynayan örgütler arasında bulunduğu” gerekçesiyle davet etmediklerini vurguluyor. Eski Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin başına geçtiği UMP yetkilileri ise “FN’in ulusal birlik dışında bırakılmasına” karşı çıkıyor. Sarkozy’nin geçen dönemde FN’in tezlerine sahip çıkmış olduğu anımsanırsa, bu tepkinin partizan nedenleri olabileceğini de göz etmemekte yarar var.Özet olarak, Cumhurbaşkanı Hollande’ın Charlie Hebdo saldırısı ve rehine krizi vesilesiyle gerek İslamofobi karşıtı ulusal birlik çağrısı, gerek İslamofob partiyi dışlayan duruşu ile takdire şayan bir tutum izlediğini özellikle vurgulamak gerekiyor. Nitekim Cumhuriyet yürüyüşüne Türkiye adına katılan Başbakan Davutoğlu da “Hollande’ın terörün İslam’la ilişkilendirilemeyeceği yönündeki açıklamasının gerçekten bu olayı İslamofobik bazı faaliyetler için Müslümanlara karşı saldırı amacıyla kullanmak isteyenlere en güzel cevabı oluşturduğunun” altını çizmiş bulunuyor.Ne var ki Türkiye’de olayların başından beri, bir tarafta Hollande’ın bu tutumunu göz önüne almadan İslamofobi kaygılarını gereksiz yere sakız gibi çiğneyen ve bazı komplo teorilerini öne çıkaran, öte tarafta AK Parti hükümetinin dış politikasını “Panislamist” olarak niteleyen ve abartılı değerlendirmelerde bulunan kutuplaşmış bir medyaya tanık olduk.Aslında Başbakan’ın Paris’teki açıklamasının İslamofobik kaygılar üzerinde gereğinden fazla durarak yukarıdaki doğru tespitinin arka planda kalmasına yol açtığı söylenebilir. Çünkü bu kaygılar açısından bakıldığında, Cumhurbaşkanı Hollande’ın ve kendi partisine mensup Valls hükümetinin olabilecek en iyi politikayı izlediği, özellikle İslamofobi tehdidinin de bilincinde olduğu açıkça görülüyor.Avrupa’da İslamofobi tehdidini merkeze alan açıklamalar yapılmasının gerekli olduğu bazı ülkeler ve hükümetler olabilir kuşkusuz. Ama Hollande’ın Fransası o ülkelerden değil ve bu konuda uyarıdan çok kutlanmayı hak ediyor.
Hollande’ın İslamofobi karşıtı birlik mesajları
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik